3 Aralık 2008 Çarşamba

İdealize Edilmiş Ahenkli Tınıların Keşişi: Stephan Micus



Stephan Micus, Akbank 18. Caz Festivali kapsamında 9 Ekim’de Festivalin ilk konserini verecek. Konserde dinleyicilerine “dünya sesleri”ni sunarken bir sesi diğerine kırdırmadan kaynaştırarak sunacak.

Dinlediğimiz pek çok farklı müzik türünün içine onlarca yıl önce katılmış bir tür var. Bu tür aslında hepimizin, ‘geleneksel’ olarak bildiği müzikler. Geleneksel diyerek nitelendirip kategorize ettiğimiz bu müzikler giderek plak şirketleri ve müzik bilimcilerin önderliğinde World Music (Dünya Müzikleri) olarak adlandırıldı. Buna büyük ölçüde müzisyenlerin de katkısı oldu. Yeni seslerin ve efektif enstrüman tınılarının arayışına giren müzisyenler, bu müziğin anlamlandırılmasında da başı çekenler oldu.

World Music serileri çeşitli plak şirketlerinin çıkardığı üst üste ‘etnik’ albümlerle CD raflarımızdaki yerlerin aldı. Doğudan batıya, kuzeyden güneye pek çok yeni tını da zaman zaman kendi hallerinde, zaman zaman da birbirinin içinde yeniden, yenilenen bir hal ve formda kulaklarımıza çalındı. Bu tınılara artık enteresan bir enstrümanın sesini duyduğumuzda çok da şaşırmayacak kadar alışığız. Buna rağmen kimi zaman, özellikle de konserlerde ve canlı performanslarda gözümüzle gördükten sonra “hadi canım bu ses bu enstrümandan mı çıkıyormuş”, “adamdan nasıl oluyor da bu tınıyla ses yayılabiliyor” diye şaşırdığımız zamanlar oluyor.

Dünyanın çeşitli yörelerinden topladıkları ve kimilerinin söz konusu enstrümanları ustalarıyla çalışma imkânı buldukları müzisyenlerin önünü açan plak şirketlerinin başında ise ECM geliyor. ECM pek çok farklı projeye, pek çok çağdaş müzik üstadına albüm yapan sayılı şirketlerden. Türkiye’de birkaç yıl öncesine kadar ECM’in söz konusu projelerini bulmak için müzik mağazalarına sipariş vermek ya da bu projeleri sınırlı sayıda getiren kimi dükkânların adreslerini bilmek gerekiyordu. Oysa artık bugünlerde onları canlı dinleme fırsatını bile yakalayabiliyoruz. Akbank 18. Caz Festivali, bu sene ağır konuklarının arasına dünya müzikleri konusunda birikimi kadar yorumuyla da önemli bir isim olan Stephan Micus’u ağırlıyor.

Micus, 30 yılı aşkındır, dünyayı dolaşarak ‘idealize ettiği tınılar’ın arayışına girmiş nadir müzisyenlerdendir. Daha da ötesi ‘müzik keşişleri’ndendir. Onun keşişliği sadece arayışlarıyla değil, müziğine çok da öznel ve özel bir biçimde yedirdiği spiritüelliğinden; daha da açığı tinselliğinden geliyor. Onun ortaya koyduğu sesler, içsel yolculuklarımıza biraz hüzün, biraz da dinginlik katıyor. Bunlarla beraber Micus’un müziği, boğulmadan kaybolmadan ya da tam kaybolacakken bireyin kendini bulma yönelimlerini ortaya koyabiliyor.

1953 doğumlu Micus, tını arayışlarına 1972’de dünyanın önemli bir kısmını dolaşarak, dünya kültürlerine duyduğu ilgiyi müziğe duyduğu ilgiyle de bağdaştırarak başlamış. Kompozitör, pek çok farklı ülkede pek çok farklı enstrümanı ustalarıyla çalışmış şanslı müzisyenlerden. Asya’nın önemli bir kısmı, Güney Amerika ve Afrika’yı dolaşmış Micus üflemeli çalgıları yapıtlarında yoğun bir biçimde kullanmasıyla biliniyor. Ney’e ve Duduk’ten, Japon flütü olarak bilinen Shakuachi’ye, üflemeli çalgıların mistisizmini müziğinde kullanıyor. Üflemeli çalgıların dışında ise Tibet gongları, kanunu andıran Bavyera zitheri ve bugünlerde İstiklal Caddesi’nde benzerleri sokak müzisyenlerince çalınan santur’a benzeyen hammered dulcimerı da hakkını vererek çalıyor ve albümlerinde kullanıyor. Bu enstrümanların yanı sıra belki de en içsel ve en önemli enstrümanı sesini de kullanmayı ihmal etmiyor. Micus, müziğini yazarken de, icra ederken de enstrümanları kültürel bağlamları içinde ele alıyor, paylaşıyor. Kullandığı çalgıların kimi zaman fonksiyonlarını değiştiriyor ve başka kalıplar içinde kullanıyorsa da bunu kendi üslubu içinde yapıyor. Micus’un bu özelliği onun birçok “dünya müziği” icracısından farklı bir yere konmasını sağlıyor. Kompozitörün, dünyanın bir ucundan bulduğu bir enstrümanı dünyanın bir diğer ucunda öğrendiği bir başka enstrümanla birlikte kullandığı yapıtları onu öznel kılan bir başka müzikal kimliği. Bu anlamıyla Micus’un müziği kimi çevrelerce “kültürlerarası müzik” olarak da değerlendiriliyor. Öte taraftan kompozitör yaptığı 10’larca albümün çoğunda sadece enstrümanlarla değil, kültürel bir takım bağlamlara göndermeler yaparak da farklılık yaratmıştır.

Konsere gitmeden önce özellikle de Micus’u daha önce dinlemediyseniz, önerebileceğimiz bazı albümler olacaktır: Towards the Wind, Ocean, Life Desert Poems gibi albümlerin yanı sıra Antik Yunan’a ait Meryem Ana için bir duayı bestelediği Athos, taşların rezonanslarını ve ahenkli tınılarını kullandığı The Music Of Stones…

Micus’un On the Wing albümünden önceki uzun süren çalışmalar yoğunluklu olarak Kafkasya’dan. Başta Ermenistan ve Dağlık Karabağ müzikleri bu albüm öncesi gerçekleştirdiği önemli çalışmalardan. Öte yandan kompozitör, Karadeniz kıyı şeridinden tınılara albüm öncesi ağırlık vermiş. Gürcistan’a dört defa giden kompozitör, orada Gürcistan geleneksel müziklerinin en önemli özelliği polifonik müziği keşfetmiş. Bulgar kadın vokalleri de bunun bir parçası. Bu albümde polifonik dokunun hâkimiyeti On The Wing’i Micus’un diğer albümlerinden kolay bir biçimde ayrıştırıyor. Micus son albümü Snow’da ise, Güney Amerika enstrümanlarına ağırlık vermiş…

Daha önce hiç Stephan Micus dinlemediyseniz ya da konsere kadar dinleyememiş olursanız konserde sizi enteresan tınıların karşılayacağına ve hatta büyüleneceğinize emin olabilirsiniz. Micus konseri Akbank 18. Caz Festivali kapsamında 9 Ekim 2008 Perşembe 20:30’da Aya İrini Müzesi’nde. Festivalin ilk günkü konuğu Stephan Micus’u kaçırmamanız dileğiyle…


Özge Ç. Denizci
Akşam /Brunch
Eylül 2008

Hiç yorum yok:

Savruk Yazılar 003 (13 Temmuz Datça- Mesudiye Yangını)

Kask, power bank, su, kumanya, sağlık çantası, kafa feneri…   Yanmaz eldiven, yanmaz gözlük, yanmaz pantolon, yanmaz ayakkabı… Hop orada dur...