29 Mayıs 2009 Cuma

Naif sesli zor enstrüman: klavsen














Klavsen, her ne kadar Barok Dönem içinde parlak zamanlar geçirmiş olsa da 20. yüzyılda yeniden değer bulmuş bir enstrüman olarak müzikte “varım!” diyor. Dinleyicileri ve henüz enstrümanı keşfetmemişler için: klavsen…


Fransızlar, Clavecin; İtalyanlar, Clavicembalo; Almanlar, Cembalo; İspanyonlar, Clavicordio, İngilizler ve İngilizce konuşan diğer ülkeler adına, Harpsichord diyorlar. Enstrüman, hem telli, hem de tuşlu olduğundan, daha sonraki sayılarımızda üzerine uzun uzun yazmayı düşündüğümüz Hornbostel – Sachs sınıflandırması içinde kordofon ailesinin içinde yer alıyor ve Box Zither (telli ve kutulu) çalgılar grubuyla anılıyor.


Klavsenin oluşum, dönüşüm ve parlak yılları


Mekanizmasının özellikleri ve teknik olarak enstrümandan bahsetmeden önce biraz tarihçesine bakalım. Enstrümanın ilk örneklerinin 1397 tarihli olduğu biliniyor; bu da bize çalgının Rönesans Dönemi’nde kullanılmaya başlandığıyla ilgili ipucu veriyor. Ancak Geç Rönesans ve Erken Barok dönemlerde enstrüman daha yaygın kullanılmaya başladığından dönem itibarıyla burada anmanın doğru olduğunun altını çizmek gerekir. Hermann Poll tarafından bulunduğu düşünülen klavsenin ilk adı “Clavicembalum” olarak belirlenmiş. Ünlü Grove Müzik Ansiklopedisi’nin bir bölümünü oluşturan “Musical Instruments”da “enstrümanın resmedildiği ilk yerin, Almanya 1425 olduğu bunun da bir sunak üzerinde olduğuna dair” bilgiler bulmak mümkün. 15. yüzyıl, Batı Avrupa’sında ülkeden ülkeye teknik özellikleri ya da icra edildiği türler bakımından farklılıklar gösterse de kullanılıyormuş. Bazı ansiklopediler ve müzik sözlükleri, enstrümanın Macaristan’da ortaya çıktığı varsayılan dulcimer, cimbalom (cymbalom) gibi enstrümanlardan türetildiğini söylüyor. Ancak biz klavsen hakkında tarihteki ilk veriyi, Henri Arnault De Zwolle’ın 1440 tarihli el yazması müzik enstrümanları kitabında buluyoruz; kitap enstrümanlar hakkında sadece bilgi içermekle kalmıyor, onların çizimlerini de içeriyor. Buna ek olarak, ‘Harvard Dictionary of Music’de ise enstrümanla ilgili, erken dönem en geçerli ve doğru verinin Sebestian Virdung’un 1511 tarihli “Musica Getutscht”da olduğu yazılı. 1500’lü yıllardan, 1800’lü yıllara değin biçimsel anlamda pek çok farklılıktan geçtiği bu farklılıkların enstrümanın adına da yansıdığı topladığımız bilgiler içinde önemli bir yer tutuyor.

İtalyan yapımı 1521 tarihli en eski klavsenin, birçok enstrüman gibi Royal Academy of London’da halen koruma altında olduğu biliniyor. İtalya’dan söz etmişken orada yapılan klavsenlerin daha çok eşlik için yapılmış olduğunun ve bu enstrümanların gösterişli seslerinin olmadığını da söylememiz gerekir.

1580’lere gelindiğinde enstrüman Flamanların elinde değişime uğramış. Bu değişimi gerçekleştirenler, Hans Ruckers ve onun torunları olmuş. 17. yüzyıl itibarıyla klavsene, ikinci bir klavyeye eklenmiş ve ses yapısında da değişiklikler olmuş.

Klavsen her ne kadar 14. yüzyılda keşfedilmiş, 15. ve 16. yüzyıllarda kullanılmış olunsa da, kendisine yakışan itibarı 17. yüzyılda yakalamış. 1650 ile 1750 yılları arası klavsenin oda müziği ve orkestrada kullanımı kadar solo icrası da yaygınlaşmış. Vural Sözer, “Müzik Ansiklopedik Sözlük” isimli kitabında “18. Yüzyılda Londra’da Tabel, Flemming, Tschudi, Kirkman; Almanya’da Silbermann’ın, klavsen yapımında ün kazandıklarından” bahseder. 17. yüzyılın ortasından başlayan ve 18. yüzyılın ortalarına kadar süren dönem boyunca ise, birçok bestecinin klavsen üzerine yapıtları olduğu biliniyor. Bunlardan bazıları Barok Dönem içinde, son derece önemli yerlere sahip: Georg Philipp Telemann (1681- 1767), Jean-Philippe Rameau (1683- 1764), Johann Sebastian Bach (1685-1750), Marc-Antoine Charpentier (1643- 1704), Claudio Monteverdi, (1567 -1643), Giuseppe Torelli (1658 -1709), Francesco Canova da Milano (1497 - 1543). Klasik dönem bestecilerinden, Joseph Haydn (1732-1809) ve Ignace Joseph Pleyel (1757-1831) klavsene ilgi duymuş ve enstrüman için parçalar yazmışlar. Piyanonun keşfiyle, besteciler de icracılar da klavsen üzerine pek eğilmemişler.


Yeniden doğan klavsen…


Klavsenin daha da değerlendiği yıllar, 20. yüzyıldan günümüze kadar uzanan zamandır. Klavsenle müzisyenler arasına bu denli uzun bir zamanın girmesini ise, piyanonun kullanımına başlanması ve daha güçlü bir sese sahip olan piyanonun tuşlu çalgılar arasında en popüler noktaya oturması oldu. Müzisyenlerin Barok dönem müziğine duydukları ilgi ve ardında gelen, Barok dönem enstrümanlarının “yeni müzik” içinde yer alması, öte yandan; Barok müziğin akademik öğrenim alanlarının yaygınlaşması enstrümanın yeniden canlanmasını sağladı. Klavsenin yavaş yavaş kendine özgü tınısını keşfeden müzisyenler ve enstrüman yapımcıları oluştu. Arnold Dolmetsch (1858 -1940), Frank Twombly Hubbard (1920-1976), William Richmond Dowd (1922-2008) ve Amerikalı ilk klavsen yapımcısı Wolfgang Joachim Zuckermann (1922)önemli klavsen yapımcıları arasında yer alıyor. İcracılardan ise, İngiltereli Violet Gordon-Woodhouse (1872-1951) Polonyalı virtüözler Wanda Landowska (1879-1959), Elisabeth Chojnacka (1939) isimleri enstrümanın yeniden değerlendirilmesi açısından önemli yer tutan isimler.

Yapımına yeniden başlanan enstrümanın icracılarının yanı sıra bestecileri de 20. yüzyılda yeniden artış göstermiş; Philip Glass (1934), Michael Nyman (1944), Iannis Xenakis (1922-2001) gibi modern dönem bestecileri klavseni müziğe yeniden kattılar. Bu bestecilerin arasında da belki en çok ayrışan isim continuum (süreklilik) bağlamında enstrümanı kompoze eden, György Ligeti (1923-2006) oldu.

20. yüzyıl bestecilerinin enstrümanı yapıtlarıyla yeniden müziğe kazandırmalarından bağımsız olarak, popüler kültür de enstrümana karşı boş durmuyordu. Her ne kadar enstrüman 1940’ların caz müziğinde kullanılmaya başta Johnny Guarnieri (1917-1985) tarafından olduysa da asıl popülerleşme evresini, Addams Ailesi’nde kullanımıyla aştı. Frenkastain ‘a benzeyen karakter Lurch’ın klavseniyle olan ilişkisi, onu hemen her bölümde çalması, hatta dizinin bölümlerinden birinde davul çalmaya çalışması ancak bundan bir türlü tatmin olmayarak sürekli olarak başına bir şey gelmiş olan klavsenini sayıklaması, aile fertlerinin yeniden bir klavsen yapması enstrümana yapılan vurguyu katlayarak anlatıyor. Dolayısıyla büyük bir rahatlıkla “klavsen için dizinin rolü küçümsenmeyecek ölçüde” diyebiliriz.

1960’lar ve 70’lerde popüler müzik içinde kullanılan enstrüman çeşitliliği artık kimseyi şaşırtmıyor olmalı; elbette klavsen kullanımı da. Başta Beatles (“In My Life”ı, özellikle klavsenin çalınış tavrına dikkat ederek bir daha dinlemenizi öneririz) olmak üzere, The Beach Boys, The Mamas and the Papas ve The Kinks gibi isimler enstrümanı o yıllarda kullanan gruplar arasında. Günümüz müziğinde, The Arcade Fire, Tori Amos, Kate Bush, Bjork ve The Stranglers’ın da bazı şarkılarında enstrümanın tınısını yakalamak mümkün.

Klavsene dair teknik bilgiler…

Klavseni hiç bilmeyenler, uzaktan (çoğunlukla beş kenarlı) bir masaya ya da biraz müzikle ilgilenenler piyanoya benzetebilirler. Enstrümanın kordofon ailesinin içinde yer aldığından bahsetmiştik ki bu da bize klavsenin telli bir çalgı olduğuna dair ipucu veriyor. Klavsen yapıldığı yere ya da yapan kişiye bağlı olarak oldukça alımlı bir görünüme sahip olabilir. Bu da Barok dönemin vazgeçemediği süslemelerin göstergesi olarak değerlendirilebilinir.

Klavsende tuşlara basarak ses elde ediliyor, ancak enstrümanın sesi, tuşta parmak tutulduğu sürece devam ediyor. Ne zaman ki tuştan parmak çekilir, o zaman mekanizmasında bulunan keçeler susturucu işlevi görür ve enstrümanın sesini yani titreşimini durdurur. Klavsenin içinde “jack” adı verilen bir mekanizma bulunuyor; bu mekanizmanın basit işleyişli; oynayan, küçük ve hassas parçaları bulunuyor. Jack, düz bir çıta biçiminde ve tahtadan… Bahsettiğimiz parça, sesin elde edilmesi için gerekli mekanizmanın önemli parçacıklarını üzerinde taşıyor.

Peki nasıl oluyor da enstrümandan ses elde ediliyor? Tuş kaldıracı piyanodakine benzer bir mekanizma. Klavsenin içindeki jack’ın üzerinde bulunan ve “pim” olarak adlandırabileceğimiz parçacık, mızraba (eskiden karga tüyü ya da deriden yapılan mızrap günümüzde plastikten yapılıyor) yatay bir biçimde duruyor. Jack mızrabın hareketini belirlerken, açılı duran mızrap tellere temas ediyor. Tuşun ucuna bastığında arkası kalkıyor ve ses elde etme süreci başlıyor. Bu hareketle jack yukarı kalkıyor, o jack’a bağlı olan mızrap, tele değiyor ve telin titreşmesini sağlıyor (jack’ın üzerinde bir de anahtar kuyruğu ve bunun deliği bulunur). Böylelikle enstrümandan ses elde ediliyor. Tuştan elimizi çektiğimizde jack’ın manevrasıyla mızrap yukarı çıkıyor ve ses duruyor. Jack’ın tepesinde bulunan keçe ise tuşa basmadığında vibrasyonu durdurmaya yarıyor. Sesi durduran ve emen dumper (pedal) ise bir nevi amortisör görevi görüyor. Biraz karmaşık gibi görünen mekanizma özetle bu biçimde çalışıyor.

Başka çalgılarla karıştırmayınız…

Klavsen piyanoya benzetilir. Ama bu benzerlik oldukça sınırlıdır: sadece görünüş bakımından olduğunun üzerinde durmak gerekir. Zira çalgımız piyanoyla kıyaslanamayacak kadar naif ve bu naifliği de sadece tınıyla sınırlandırılamaz. Mekanizması, çalışma biçimi de bu anlamda farklılığını ortaya koyuyor; klavsen telleri bir mızrap ile çekerek çalınır oysa piyano, zaman zaman kendini vurmalı çalgılar ailesinin içinde bile bulabilir. Bunun da sebebi kesinlikle mekanizmasında bulunan çekiçlerden ve çekiçlerin her tuşa basılışında tellere vurarak ses elde edilmesindendir.

Türkiye’de dünyaca ünlü bir klavsen sanatçısı
var…


Bahsettiğimiz isim bilenler için hiç de yabancı değil, bilmeyenler ise bilmedikleri için utanmasınlar; çünkü burası Türkiye ve popüler bir iş yapmıyorsanız kimse sizi bilmeyebilir; ama yaptığınız işin değerini de düşürmez. Bahsettiğimiz isim Doç. Leyla Pınar. Onun hakkında bir iki satır yazmadan geçmeyelim dedik. İstanbul Üniversitesi Konservatuarı’nda müzik öğrenimi gören Pınar, biyografisinde yazdığı gibi, “Cemal Reşit Rey´in tavsiyesiyle Avrupa´ya gider ve sırasıyla Padova-Cesare Pollini Konservatuarı, Poitiers Üniversitesi Müzikoloji Bölümü, Paris-Sorbonne Ecole des Hautes Etudes´de ve Paris Ecole Normale de Musique´de eğitim görür, klavsen dalında "Premier prix" alır. Fransa´da JMF "Rencontres Musicales" ve "François Henri Clicquot" ödüllerinin sahibi olur. Bruno Coltro, Solange Corbin, Antoine-Geoffrey Dechaume, Nadia Boulanger ve Robert Kohnen´in öğrencisi olup, ihtisaslaşmasını Santiago da Compostella´da Raphael Puyana, Venedik´te Kenneth Gilbert, Comminges´de J.P.Brosse, Michel Chapuis (org) ve Guildhall Music School´da Christopher Kite (forte piyano) ile kurslarda sürdürür. Collegium Musicae Antiquae, Ensemble Mondial, I Fiamminghi, Holland Calefax, Brüksel Kraliyet Senfoni orkestraları ile solist olarak konserler verir. R.Kohnen ve P.Dombrecht gibi dünyaca ünlü Barok müzik uzmanlarıyla Avrupa´da pek çok defa ikili konserler verir.”

Leyla Pınar’ın yaptıkları bunlarla sınırlı değildir: tüm Avrupa ülkelerinde ve Amerika’da resitaller vermiş. Kendisinin, Fransa, Hollanda, İsviçre, Belçika ve Türkiye Radyo-TV´lerinde solo ve film müziği kayıtları bulunuyor. Bunların dışında yine otobiyografisinden öğrendiğimiz bilgilere göre “Brüksel Kraliyet Konservatuarı’nda klavsen üzerine master class dersleri vermiş. Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası, İstanbul Devlet Senfoni, İstanbul Radyo Oda ve Filarmoni Oda Orkestraları ile birçok barok ve çağdaş konçertonun Türkiye´de ilk seslendirişini gerçekleştirmiş. Ertuğrul Oğuz Fırat’ın kendisine ithaf ettiği Klavsen Konçertosu’nun dünya prömiyerini Ankara´da C.S.O. ile gerçekleştirmiş. Aynı eseri Brüksel Kraliyet Senfoni ile icra etmiş”. Son konserini dünyanın en önde gelen çalgı müzelerinden Brüksel Enstrüman Müzesinde müzeye ait 3 farklı tarihi klavsen ile vermiş”. Pınar’ın “Yeni Bir Deyiş” ve “Clavcin” isimli iki albümü de bulunmakta.

Son not

Konumuzu klavsen olarak seçmemizin aslında önemli bir anlamı vardı. Bu yıl 15.’si düzenlenen Uluslararası İstanbul Barok Müzik Festivali nisan ayı içinde gerçekleştirildi. Leyla Pınar’ın organizatörlüğünde gerçekleştirilen festivalde Hollandalı ve Kanadalı müzisyenlerin yanı sıra, Türkiye’den başta Leyla Pınar olmak üzere, genç klavsencilerimizden Zeynep Sarıkartal ve Ozan Karagöz gibi Barok müziği icracıları dinleyicilerle buluştu. Festival önümüzdeki yılarda da devam edecek…

Hiç yorum yok:

Savruk Yazılar 003 (13 Temmuz Datça- Mesudiye Yangını)

Kask, power bank, su, kumanya, sağlık çantası, kafa feneri…   Yanmaz eldiven, yanmaz gözlük, yanmaz pantolon, yanmaz ayakkabı… Hop orada dur...