22 Nisan 2011 Cuma

Dahi Piyanist Chick Corea, İstanbul’u çok seviyor



Piyanonun Efendisi, Chick Corea bu hafta dünyanın en önemli vibarafon sanatçısı Gary Burton’la birlikte CRR’de sahneye çıkacak. Corea’ya Burton’la olan müzikal ilişkisini, yeni müziklerle ilişkisini ve çok sık gelip konserler verdiği İstanbul’u sorduk.





Chick Corea, uzaktan da olsa cazla ilgilenenlerin mutlaka bildiği bir isim. 1941 doğumlu piyanist ve besteci Corea, birçok müzisyenin önünde saygıyla eğildiği başta 16 adet Grammy olmak üzere birçok ödüle sahip, dillerden düşmeyen caz standartlarının yaratıcısı bir müzisyen. Corea, özetle cazın üstadı, piyanonun duayeni. Daha önce de Türkiye’de defalarca konser veren sanatçıyı İstanbullular Perşembe günü bir kez daha izleme fırsatı yakalayacak. Üstelik dünyanın en ünlü vibrafon sanatçısı Gary Burton’la birlikte. Chick Corea ve Gary Burton ikilisi, 1972 yılında ‘Crsytal Silence’ adlı bir albüm yapmış ve büyük yankı uyandırmıştı. Derken, ‘Duet’ ve ‘Like Minds’ albümleri ikilinin birlikte yaptığı ve caz dünyasının en önemli albümleri oldu. 2007 yılında ‘Crsytal Silence’ albümünün 35 yılı vesilesiyle bir araya gelip konserler vermiş ve albümün ‘ hali olan ‘New Crystal Silence’ı çıkarmıştı. Bu albümle ikili, 2008 yılında Grammy almış ödüllerine bir yenisini daha eklemişlerdi. 31 Mart Perşembe akşamı Cemal Reşit Rey Konser Salonu’nda izlenebilecek konser öncesinde Chick Corea’ya sorularımızı yönelttik. Söz konusu Chick Corea ve müziği olunca insanın kalemi titremiyor da değil.

16 tane grammy ödülüne sahip olmak nasıl bir şey?

Sadece Grammy ile ilgili konuşmak hata olur. Bu duygularım tüm ödüller için geçerli. Aldığınız her ödül diğer albümler için cesaretlendirici, destekleyici ve kesinlikle umut verici. Tıpkı konser sonrası aldığınız alkışların bir diğer konserinizi heyecanla beklemenize sebep olduğu gibi.

Çok isimle, pek çok farklı konser verdiniz. Müzik sizin için değişti mi?
Her kimle sahneye çıkarsanız çıkın, -müzikte çok daha az tecrübeye sahip biri- mutlaka müziğinize bir şeyler katıyorsunuz. Bir şekilde sahne aldığınız kişinin enerji alanına giriyorsunuz. Bir konser sonrası konserin başındaki benle sonundaki ben kesinlikle aynı kişi olmuyor. Değişim kaçınılmaz. Bu kadar bir zaman içinde bile değişim varsa yıllar yıllar içinde aynı kalabilmek, bir şeye aynı bakabilmek, aynı çalabilmek mümkün mü? Öncelikle takıntılarınız ortadan kalkıyor, yani sınırlarınız daha da genişliyor, keskin çizgiler ve kurallar daha yumuşak hale geliyor. Ama bugüne kadar değişmeyen kurallarınız varsa, kaldıysa işte o sınırlar daha da keskin hale geliyor. Bunlar tarzınızın ana hatları, onlar değişmemeli. Yoksa kim nereye derse oraya gidersiniz ki bu o kişi adına acı olur.

Peki, müzik eskiden nasıldı şimdi nasıl?
Müzik eskiden sanki daha değerliydi, özeldi. Çünkü müziği dinlemek için çaba sarf ederdiniz. Şimdi ise her an yanınızda, belki bu açıdan bakıldığında kolay ve ucuz olması iyi. Ancak çok kolay tüketiliyor.


Gary Burton’la birlikte çalacaksınız. 1972 yılından itibaren de defalarca birlikte çaldınız. Birlikte çaldıkça zaman içinde mutlaka bir şeyler değişiyordur. Bu değişim size nasıl yansıyor?

Öncelikle sürekli bir arada değiliz, Gary’nin kendine özel çalışmaları var, aynı zamanda bir eğitmen… Bir araya geldiğimiz zamanlarda farklı kişilerle farklı alanlarla ilgili yoğun müzikal paylaşımlarımız oluyor. Bu paylaşımlardan ister istemez etkileniyor ve değişiyorsunuz. Bir zaman sonra farklı bir Corea ve farklı bir Burton olarak tekrar bir araya geldiğimizde yaşadığımız değişiklikleri paylaşıyoruz. Bunu mutlaka denemeliyiz dediğimiz şeyler oluyor. Bu süreç oldukça keyifli!

Birlikte çalmak isteyip de her hangi bir sebeple çalamadığınız kimse oldu mu? Anlatır mısınız?

Kesinlikle Bud Powell. Daha uzun yaşasaydı… Belki birlikte çalamadım ama onun için çok şey yaptım.


Türkiye’de takip ettiğiniz müzisyenler var mı?

Yılda ortalama 150 konser veriyorum. Buna yolu da eklerseniz, diğer çalışmalara, kayıtlara,  ve kendime en fazla 3 ay ayırabiliyorum. Bu da pek çok şeyi engelliyor.

TÜRK DİNLEYİCİSİNİN KARŞISINDA HEYECANLANIYORUM

Daha önce defalarca İstanbul’da bulundunuz. Sizin için İstanbul’da olmak nasıl bir şey?

Evet, İstanbul’u mesken edindim denebilir. Buraya geldiğimde çoğu zaman otel yerine arkadaşlarımın evinde kalmayı tercih ediyorum. Her uçaktan indiğimde şunu söylüyorum “Bu şehrin çok farklı bir büyüsü var”. Kesinlikle bu doğru! Ve İstanbul bu büyüsünü hiçbir zaman kaybetmiyor. Doğu ile batının bir araya geldiği en önemli ve en güzel şehir.

İstanbullu seyirciyi nasıl buluyorsunuz?

Kesinlikle derin bir müzik algısına sahipsiniz. Bu sadece eğitimle olacak bir şey değil, genlerinizde var sanırım. Ülkenizde konser vermek, Türk dinleyicisinin karşısında sahne almak beni her zaman heyecanlandırıyor. Konser sonrasında da her zaman mutlu ayrılıyorum. Bu şehri ve insanlarını seviyorum.

Hiç yorum yok:

Savruk Yazılar 003 (13 Temmuz Datça- Mesudiye Yangını)

Kask, power bank, su, kumanya, sağlık çantası, kafa feneri…   Yanmaz eldiven, yanmaz gözlük, yanmaz pantolon, yanmaz ayakkabı… Hop orada dur...