30 Aralık 2015 Çarşamba

Karlı şarkılar


İstanbul'un karlı, soğuk bugününde, karın çilesini kenara koyup, sıcak şarap eşliğinde dinlenecek birkaç şarkı.... Kar yağışının sakinliğinde...  



Kar havayı, temizlerken bu şarkılar da içimizi temizlesin, ısıtsın diye...







Tori Amos, Winter


Vashti Bunyan - Winter is Blue


God is an Astronaut, Snowfall


Turgut Berkes, Kış Neden Var


Ella Fitzgerald, Let it Snow

ve

Dean Martin, Let it Snow


Bir de sanırım her kar yağdığında yüreğimi /yüreğimizi donduran Nuh'un yokluğu diye...

Suat Bilgi'nin Nuh Köklü'ye çaldığı şarkılar da burada dursun:

Noir Dèsir & Lajkó Félix, Ernestine




Tarmac, Notre epoque

Nick Cave- City In Pain

ve çocuklar için
Snowflake





28 Aralık 2015 Pazartesi

Bir Klişe: 2015'İN EN İYİ ALBÜMLERİ

"En iyileri" seçmeye ne de meraklıyız... Sanki birileri söyleyince, en iyi oluyorlarmış gibi... 
Oysa "en iyi"lerin seçilmesinin tek nedeni 2sisteme' hizmet etmek ve birilerinin cebini daha da doldurmak değil mi?

Örneğin internet üzerinden bir şey aramaya başlıyorsunuz; hadi diyelim ki "müzik"... O bahsettiğimiz sistem sizi allem edip kallem edip en popüler olanla kesiştiriyor, "ille de bunu dinleyeceksin" diye diretiyor. Çünkü bunu yapmazsa işle(ye)mez olur.

"En iyi" diye bir şey var mıdır?

"Çok satan" dersin mesela ya da "en çok tık alan" ki bunlar da istatistik veri olur. Oysa "en iyi" diye bir şey nasıl olur ki?

Temsili: "benim zevklerim vardır, bakış açım vardır, biraz müzik biliyorsam teknik birkaç ahkâm keserim, hatta dozumu aşıp arkadaş kayırırım hepsi budur."


Tam da bu anlamıyla benim 2015'te 'en iyi' yerli seçkim hem de en kategorizasyonsuz ve numarasız haliyle:


Bulut Gülen, Su, A.K. Müzik



 


Ediz Hafızoğlu; Nazdrave,  Lin Records





Barıştık Mı /Barış Demirel, T.E.A.R., We Play





Volkan Topakoğlu, Birdenbire, Kalan





Elif Çağlar Muslu, Misfit, NuDC Records





Klan, Klan, Müzik Hayvanı





Kırkbinsinek, Sis, Pus, Sus, World in Sound




İhtiyaç Molası, Kapılar, Sony




Ali Ahmet Arslan, Su Akar Deli Bakar, Müzik Hayvanı 



Ali Ahmet Arslan, Su Akar Deli Bakar, ile ilgili görsel sonucu


21 Aralık 2015 Pazartesi

2015'te müzik hem öyle hem böyle...


Son yıllarda hızla değişen hayatımın yavaş yavaş eski düzenini almaya başladığı bir yıl geçirdim. Eskisi kadar dinamik takip edemedim elbette olan biteni ama yine de benim 2015 müzik günlüğümde /yıllığımda  şunlar yazıyor:

2009 yılında Haymatlos'taki müzik direktörlüğü işimden ayrılırken bıraktığım durum ile 2015 yılında menajer olarak döndüğüm ortamda gördüklerim oldukça farklıydı. İçki yasağı ve içkiye konan vergilerin, alkollü içeceklere uygulanan reklamsal ambargonun ve iyiden iyiye uygulamaya konulan sigara yasaklarının müzik piyasasını bitirmek için yapılmış bir ön çalışma olduğunu düşünmeden edemedim

Öte taraftan konsere giden eskiden gerçekten müzik dinlemeye giderdi. Şimdi ise ama sadece selfie çektirmek için giden sayısındaki artış dikkat çekiyor. Gerçekten can kulağıyla dinlemeye gelen eş, dost, hızım, akraba ve müzisyen arkadaşları tenzih ederek söylemeliyim ki konsere gelen / giden kitle(lerin) çoğunlukla hedefi müzik dinlemek değil boy göstermek, anı dondurup 'acil sosyal medyada paylaşımları'na dönüşmüştü. Bu konu hakkında daha uzun uzadıya ahkam kesmem mümkün...




Şubat ayından itibaren, hakkında objektif yorum yapmamın neredeyse imkânsız olduğu sevgili Kırkbinsinek ile birlikte çalışmaya başladım. Bilenler için bilmem kaçıncı baskı olacaksa da, grubumuzun albümü Sis, Pus Sus, Almanya'dan bağımsız bir label olan World in Sound etiketi ile CD, LP ve Golden LP olarak çıkmıştı. Bu çıkış ise Türkiye'deki dinleyicilerden çok Avrupa'daki dinleyici ve müzik eleştirmenlerinin dikkatini çekti. Önümüzdeki yıl Kırkbinsinek  için her şey çok daha hareketli olacak gibi görünüyor. Benden duymuş olun: 2. albüm kaydı için stüdyodalar. 








5 Mart günü Karga Bar'da Zulala albümünün lansmanı yapılan ancak türlü talihsizliklerle albümünün çıkması Aralık ayını bulan Yasin Bozkurt'un bazı şarkıları aklımızda kaldı... Lansman konseri ise gerçekten harikaydı. 2016 içinde onun da adını daha çok duyacağınıza eminim. Zira arkasındaki ekip de takdire şayan müzisyenlerden oluşuyor. 

  •   Nisan ayı içinde Gürcistan'ı bir daha ziyaret ettim. Tiflis Devlet      Konservatuarı'nın düzenlediği konferans yarışmasına katıldım.  Konservatuar öğrenci ve öğretmenleriyle daha yakın ilişkiler  kurdum,  geleneksel müziğin yanı sıra, çağdaş müziğe de  yönelimlerinin ağırlıklı olduğunu (daha önce fark etmemiştim)  gördüm. Aynı müziğe doğru emin adımlarla birlikte yürüdüğümüzü  öğrenmek bana en büyük ödül oldu. Daha Gücistan'a gitmek için çok bahane olacak. 




Mayıs ayında, Heybeliada'da yoğun soğuk hava altında yaptığımız Hıdrellez Şenliği'nde bir dolu güzel müzisyeni konuk ettik. Şenlikten benim aklımda kalan Taner Öngür, Ulaş Özdemir, Vassiliki Heybeli'den Sonra Burgaz, Cenk Taner ve Komik Günler performansları oldu. Yine şenlik içinde sevgili Serkan Kırmızı'nın çocuklarla yaptığı Davulumdan Masallar atölyesi çocuklar kadar büyükleri de eğlendirdi. 





Benim için birkaç yıldır adada yazın anlamı biraz caz ve biraz  da saz oldu. Taner Öngür'ün Burgazada'daki Cennet Bahçesi'nde yaptığı  -yaptığı derken ses sisteminden, müzisyen organizasyonuna kadar her  taşın altına elini koyduğu- Paradisos Sessions'lar bu sene de yine bağımsız müzisyenlerin toplaşma yeri oldu. Sahnede kimler yer almadı ki? Dinar Bandosu, Kırkbinsinek, Teneke Trampet, Doulasvegas Band, Klan, Flower Room, Briken Aliu Trio, Skysketch, Yarımada, Avam, Help! The Captain Threw Up, Ahmet Ali Arslan, Cenk Taner, Kırkbinsinek, Melek Tozu, Taner Öngür ve daha adını duyduğumuz duymadığımız bir dolu grup... 2015'te Byzantion Fest, Sonikraft ve Paradisos Yavaş Festivali de yine Taner Öngür'ün katkılarıyla Paradisos Sessions ile birlikte Cennet Bahçesi'nde yapıldı. Sadece birkaçına katılabildiğim konserlerde, daha önce farklı sistemde ve yüksek ses ile dinlediğim grupları bu soundda dinlemenin keyfini çıkardım. 



26- 27 Haziran tarihlerinde Beşiktaş Abbasağa Parkı'nda Kazım Koyuncu'yu seven,hatırlayan ve hatırlatmak isteyen müzisyen ve aktivistler olarak 'Kazım İsyandır' dedik. Pek çok farklı atölye ve konser gerçekleştirdik.  Kazım Koyuncu'yu ölümünün 10. yılında Dost Sahnesi'nde andık. "Yeryüzüne sofralar kurduk ve gökyüzüne şarkılar" söyledik. Bizim de içinde bulunduğumuz onlarca grup sahne aldıysa da performansların en farklısı, saat gece yarısını geçmişken, arka tarafta sahne toplanırken, tam yorgunluklar çıkıyorken "bir doz daha devam" diyerek çıkarıp gitarını, akustik şarkılar söyleyen Ahmet Arslan oldu.  


Bu yıl ilki kez hayata geçen Müzik Köyü, iyi niyetli 
müzikseverler tarafından yola çıkılmış bir proje. Beni davet eden sevgili Aytaç Gökdağ'ın başını çektiği Köy, birçok farklı müzisyenin bir arada olmasını sağladı. Sabahlara kadar süren geleneksel müzik tınıları, Köy'ün kimliğini ele verir nitelikteydi. Özellikle Teke Yöresi'ne özgü müzikal bilgi akışının yoğun olduğu Köy'de, üç telli bağlama, sipsi, zeybek geleneği gibi konular üzerine sunumlar yapıldı, enstrüman yapımcılarıyla, akademisyenlerle söyleşiler düzenlendi ve konserler verildi. Müzik ve müzik bilim perspektifi açısından farklı düşündüğüm Müzik Köyü projesi, akademik olarak tartışılması gereken bir olgu olmuştur. Körü körüne sahiplenildiği takdirde Türkiye etnomüzikolojisine katkısı olmayacağı kanaatindeyim. 

Müzik Köyü içinde tanıştığım Merih Aşkın (meğer komşu olmuş, tuz şeker de almışız), Adem Tosunoğlu (İAGSL'den kardeşimiz oluyormuş), Gilad Weiss , Melissa Yıldırım ve sonradan İstanbul'da Aytaç Gökdağ vesilesiyle tanıştığım Havva Kutlu aklımda yer eden iyi müzisyenler arasında oldular. Kendilerini mümkün olduğunca takipteyim.   




Bazı gruplarla yakın temas

Bu yıl birkaç kez Uninvited Jazz Band performansına tanıklık ettim.  Manouche ve swing konusunda çok iyiler. Değişken yapıları da bu müziğin taşınabilirliğini arttırıyor. Önümüzdeki süreçte özel davetlerin yanı sıra özellikli gig'lerin de aranan grubu olmaya devam edecek gibi görünüyorlar. 


Hazır yakın temas hattına girmişken size Nu Park'tan bahsetmeden edemeyeceğim. Nilüfer Ormanlı'nın  ve  Uran Apak'ın vokalleri şöyle dursun grupta herkes bilfiil sesini kullanıyor. Bu sesler, Oğuz Öner'in sampleları, Ozan Erkan'ın gitarı ve İlker Görgülü (<3)'nün kemanıyla birleşince de ortaya Nu Park çıkıyor. Grup, tını olarak geleceği takip ederken, geleneğe de yaslanmayı ihmal etmiyor (hayır, o anlamda değil!). Müzisyenler ise sahip oldukları müzikal deneyimleri tek bir potada öğütüyor gibiler. Geçen yıl Sofar'da verdikleri konser ile ilgi uyandırmışlardı. Ayrıca sahneleri de, kullandıkları kostümler ve dramatik öğelerle izlenmeye değer.
     Aynı derslikte, aynı perspektifle müzikoloji öğrenimi gördüğümüz canım arkadaşlarımın da içinde bulunduğu Yakaza Ensemble, çıkardıkları ilk albüm ile okumayı henüz bitirdiğim Amak-ı Hayali dile getirdiklerinde yaşadığım şok inanılmazdı. Birbirimizden habersiz  aynı yerde duruyorduk. İlk albümleri Amak-ı Hayal 2010 yılında,ikinci albümleri İçbükeydış ise 2012 yılında, Türkiye'den önce Japonya'da yayınlanmış (daha sonra A.K. Müzik tarafından Türkiye'de basıldı), bu da bu topraklarda yapılan müzikler açısından bir ilk olmuştu. Geçtiğimiz yılın Kasım ayında ise grup, Sendai, Kyoto ve Tokyo'yu içeren turne gerçekleştirdi, ve tarihe önemli birkaç not daha düşülmüş oldu. Afghani rebab, gitar, dombra, kudüm, ney, saksofon, saron, viyolonsel, yaylı  tambur, perdesiz bas ve elektroniklerle bezeli müzik kilometrelerce öteden yankılandı.  Shakuhachi (şakuaçi diye okunur), Türkiyeli bir müzisyenin nefesinde  Japonlara üflendi. 


    Bütün yıl boyunca Müzik Hayvanı'nı yakın takipteydim. Eray Düzgünsoy'un 49 albüme imza attığı Müzik Hayvanı'nın meşakkatli yolculuğundan haberleri yakında burada okuyabileceksiniz. Ama bu yıl özellikle Müzik Hayvanı etiketi ile basılan In Hoodies, Klan, Ahmet Ali Arslan'ın öne çıkan isimler olduğunu bu yazının içine not düşmem şart.

    Bu yıl yeni keşifler yapmamı sağlayan etmenlerden biri de bir dergi için hazırladığım 3 hatta 4 aylık ajanda sayfaları oldu. Tam da böyle bir halde, Unknown Mortal Orchestra ve şarkıları Multi-Love ile tanıştım pek sevdim. Çoluk çocuk sahibi bir insan olarak her zaman konsere gitmek mümkün olmadığından bu yıl kaçırdığım konserleri yazsam... Yazmıyorum! Ama konser bakımından zengin bir yıl geçirdiğimiz kesin. Zira büyücü Bobby Mcferrin ve Hiromi konserleri değil bu yıl, ömrüm boyunca unutmayacağım deneyimlerdi. 
    Her şey bir yana bu yıl müzikle ilgili en güzel gelişme bağımsız müzisyenler cephesinde gerçekleşti. Karga Bar ve Karga Dergi'den bildiğimiz Tayfun Polat ile Peyk grubunun solisti İrfan Alış'ın davetiyle geçtiğimiz günlerde bazı müzisyen arkadaşlar, prodüktörler ve müzik yazarları bir araya geldi. İlk toplantı oldukça verimli geçti. Sonrakilerde de bu hızla gidilirse çözümler çok da uzakta sayılmaz. Umarım bu sefer acil ve hayati çözümlere dönük işler teoride kalmaz ve pratiğe geçer. 
    Ve ışık olanlar...

    • 2015 yılında hayatımda hiç kaybetmediğim kadar çok insan kaybettim. Yakın çevrem, uzak çevrem ve biraz daha uzak çevrem... Katliamlarla geçen yıl içinde beni derinden ve en çok sarsan şahane bir müzik insanı da olan Nuh Köklü'nün kaybı oldu. Daha birlikte Çalıntı'yı çıkaracaktık... Halen hakkında yazarken içim çekiliyor, duruyorum. Çok özledik!


    • Nuh'un katlini Metro grubu zamanında birlikte aynı yerlerde kaldığımız, az sohbet ettiğimiz sevgili Değer Deniz'in katli izledi... Değer'in gidişi, gidiş biçimi hepimizi derinden etkiledi. Söz bitti! 

    • Şişli Belediyesi'nde  birlikte çalışma ihtimalimiz üzerinden Özgül Sağdıç tarafından tanıştırıldığım ve 26 Ekim günü aniden yaşamını yitiren operacı Arda Aydoğan'ın kaybı yıkıcı oldu. Proje üretmekten hiç vazgeçmeyen ve her zaman yeni olanın peşinden giden Aydoğan, Cemal Reşit Rey Konser Salonu'nda uzun yıllar Genel Sanat Yönetmeni olarak görev yapmış, ölümünden iki ay önce ise Bakırköy Leyla Gencer Opera ve Sanat Merkezi'nin başına getirilmişti.  
    • En son kaybımızı ise Heybeliada'dan verdik. Nikiforos Metaxas yakalandığı kanser hastalığına yenik düştü ve adada gözlerini hayata yumdu. 1988 yılında Grup Gündoğarken ile birlikte çalışan Metaxas, adadaki Eski Rum İlkokulu'nu bir müzik merkezine dönüştürmek için oldukça büyük uğraşlar vermişti. Onun anısını yaşatmak için belki de -söz konusu yer olmasa bile- onun hayalindeki gibi bir müzik merkezi açılması yerinde olacaktır. 




    Son not: Keşke yazsaydım diyeceğim kesin bir şeyler çıkacaktır. 

    Ama şimdilik bu kadar. Geriye kalan çalmalar ve söyleşiler bende...





    Müzik dışı 

    Nihal Yalçın'ın oynadığı Antabus isimli oyun bir tokat gibi indi yüzüme. İkinci kez izlediğimde ayı etkiyi yapacağını düşünmezdim. Öyle bir his bıraktı ki içimde, sanki sevdiğim, bildiğim ve karakterin yaşadıklarına benzer hadiseler yaşamış ve hatta yaşatmış olan (en çok da yaşatmışların) herkesle paylaşmak istedim oyunu. Nihal'in bir buçuk saat nefes almadan bildiğimi sandığım performansının çok daha üstündeki oyunculuğu, daha da büyük potansiyelinin var olduğunu gösteriyor. Bir de oyunun sonunda fuayede kalanları bir selamlaması var ki... Neyse sustum. Ama şu kadarını söylemeliyim ki, eğer tek kişilik bir oyunda görünmez olan karakterlerin varlığını sıcaklıklarına kadar hissediyorsanız, o oyuncu hakkında konuşmaya gerek kalmıyor. Bu arada oyunun dekoru ve sahne yerleşimi de dikkat çeken özelliklerinden. 

    18 Aralık 2015 Cuma

    Müzik Yolda gerek...

    Kolay akılda kalan şarkılar vardır. Sözlerindeki anlam bile zaman zaman o basitliğin ve naifliğin içinde kıvrılır.  O kıvrılma, o basitliğin müsebbibi olan karmaşık soloları rahatlatmak için en uygun haldir.

    Yolda işte tam olarak böyle bir grup benim için. Çok sevdiğim müzisyen arkadaşlarımdan oluşan ve aynı zamanda dünya çapında müzisyen başka arkadaşlarımın da eklendiği ...  Elementlerinin değişimi, müziği de bir yerden başka bir yere götürüyor. Yani zaten her konserde mutlak suretle farklı olacak olan müzik daha da farklılaşabiliyor.

    En büyük hedef ise eğlenmek!

    Bu da müziğin oluşumu sırasında müzisyenlerin gülümsemesinden ve çalma tavrından anlaşıyor. Onlar sahnede ne kadar eğleniyorsa (tam olarak play /oynuyorsa), izleyen de o kadar eğleniyor.

    Durum "ver coşkuyu" durumundan çok daha farklı ama olan,  yaşanılan ve alınan şey coşku...

    İsim vermemekte kararlıyım.
    O sahnede hep iyi saksafoncular var. "Ukuleleyi ne kadar da iyi çalıyorsunuz efendim" diyebileceğiniz biri var...  Bazen iyi trompetçiler eşlik ediyor bazen de iyi gitaristler, kemancılar <3... Mikser kanalları, mikrofonlar kapanın elinde kalıyor. İyi kapan sahnede yer alıyor. Eee, bunun adı ne de olsa 'kanlı takip!'

    Yolda'nın değişken yapıda olması en sevdiğim hal. İkinci en sevdiğim durum ise tam bağımsız olmaları... İnternet sayfalarından stream olarak dinlenebiliyor olmalarının yanı sıra, 'al yanında taşı', 'offlineken de dinle' mantığıyla parçaları indirebiliyor oluşumuz.

    Mitanni'de, Arsen Lüpen'de, Nazım Hikmet Kültür Merkezi'nde onları yakalayabilirsiniz. Ama başka yerlerde de karşınıza çıkma ihtimali yüksek.

    Ne de olsa sahne Yolda düzülür...

    Benden duymuş olmayın ama yeni şarkılar da Yolda!

    "Gökkuşağı çizmeye devam, bu daha başlangıç"

    Buyurun buradan dinleyin:


    AMERİKA TÜRKİYE HATTINDA BİR OZAN



     Önnot:  Henüz sadece eşe dosta çay kahve verdiği yeni cafesinde buluşmuştuk birkaç ay önce  Zafer Cımbıl ile. Röportaja girizgâhı da öyle yapmıştım. Kadıköy Life Dergisi için yaptığım röportajda daha önceki sohbetlerimizden aşina olduğum hikâyesini iyice irdelemiştim. 

    Şarkılarını çok sevdiğim Zafer'e şöyle sorular sormuş, böyle cevaplar almıştım. 

    Röportajı da sanki hiç dostluğumuz yokmuş gibi sizli bizli yazmıştım. 

    ------------------------------------------

    Henüz sadece eşe dosta çay kahve verdiği yeni cafesinde buluştuk Zafer Cımbıl ile. Birsen Tezer’in seslendirdiği Delikanlı ve Balıkesir şarkılarını biliyorsanız, onu bir parça tanıyorsunuz demektir. En azından müzikal üslubuna aşina sayılırsınız. 15 yıl Amerika’da kalan Cımbıl, geçtiğimiz yıllarda Organik Şarkılar albümü ile Türkiye’ye dönüş yapmıştı. Her ne kadar Cımbıl için kapalı kutu deseler de o bize, müzikle ilişkisini, Amerika’daki hayatını, Türkiye’ye dönünce hissettiklerini, motor tutkusunu, kısaca hakkındaki hemen her şeyi anlattı. Tanıyanlar bilir, Cımbıl’ın hikâyeleri hiç bitmez… Şarkıların sırrı da bu olsa gerek. Takdir edersiniz ki bu durum onu modern zaman ozanı da yapar. Naçizane önerimiz şarkılı hikâyelerini dinlemek için iyisi mi Zafer Cımbıl’ı takibe almanızdır.

    Müziğe nasıl başladın?

    Benim annem ud, babam da cümbüş çalardı. Çünkü onlar köy enstitüsü mezunuydu. Evde bir müzikal ahenk hep vardı. Bana da mandolin aldılar. Sonra bağlama, sonra da gitar... Ortaokul yıllarındayken Balıkesir'de gittiğim düğünlerin orkestraları çok ilgimi çekerdi. Sonra o düğün orkestralarına yapışıp kaldım. Bisikletim vardı, atlardım bisikletime, giderdim düğünlere, düğün sahibi gibi otururdum orkestranın yanına, bakardım, basçı ne yapıyor, gitarcı ne yapıyor diye. Eve gidince repertuarlarından bir şarkıyı seçer onu çalmaya çalışırdım. Okul yok, gösteren yok! Öyle öyle 5 - 10 şarkıyı çalmaya başlayınca, günün birinde, bir düğün orkestrasında çalıp söylemeye başladım. Böyle olunca da artık düğün orkestralarını değil, konserleri izlemeye başladım. Çünkü arada bir fark olduğunu anlayabiliyorum ama farkın ne olduğunu kestiremiyordum. Ben la minör basıyorum, konserdeki adamlar başka bir şey basıyordu. Onlarınki doğru diye de onları takip etmeye çalışıyordum. Ama konser de her zaman olmuyor. Derken İstanbul'a geldim. Nişantaşı Devlet Konservatuarı'nın sınavlarını birincilikle kazandım ama sonra asker kaçağı çıkınca gidemedim.
    Bostancı'da bir ev tuttum 6 ay çıkmadım dışarı. Akşamlara kadar çalıyorum. Tuvalete onunla gidiyorum, yemeği onunla yapıyorum. Ellerim nasır bağladı. Çünkü idealize ettiğim bir sound vardı ve onu çıkarmam lazımdı. Gitar da cem Aksel'in gitarıydı, sağ olsun. 6 ay sonra yaz başlayınca Çınarcık'ta bir orkestrada çalmaya başladım ama ondan önce Maltepe'de bir düğün salonunda çalıyorduk. İlkin bas çalıyordu, ben gitar çalıp şarkı söylüyorum. Ama beni rahatsız eden bir şey hep oldu. Neyse… Sonra isimlere çalmaya başladım.

    AMERİKA YOLLARI...

    Kimlere çaldınız?
    Erol Büyükburç, Cem Özer Lafi Açiyor Laf Alpay Abi, Gündoğarken, Deniz Arcak, Ümit Sayın, ilk albümünde ve birkaç konserinde Tarkan, Ayşegül Aldinç, Eda- Metin Özülkü, Pınar Aylin... Kim gelirse çalıyordum. Bunlar böyle giderken bu işte bir eksik olduğunu düşünmekten kendimi alıkoyamıyordum. Balıkesir'deki his, aynı yerde duruyordu. Basçı olmadığımı, müzisyen olduğumu fark ettim. Ama öyle bir şey yapmalıydım ki bütün enerjimi bir yerde toplamalıydım.
    Sonra Amerika'ya gittiniz...
    Evet, 1999 yılında ses mühendisi olmak için Amerika'ya gittim. Sonra, karım ve çocuğum da geldi…

    KİLİSEDE DE ÇALDIM

    Peki, müziğe devam ettiniz mi?
    Presbiteryan Kilisesi’nde pazar günleri bas gitar çalmamı istediler. Ben ise farklı bir şey yapıp eğlenmek istiyordum ve perküsyon çalmaya başladım. Çok değişik bir setup’ım vardı. Ben gittikten sonra birini de bulamadılar sanıyorum ki… Göbek davulu kullanıyordum. Sağda çok küçük bir pikolo trampet, ziller… Ritmi de daha çok melodi gibi çalıyordum bu yüzden, dansöz zilleri, buradan götürdüğüm bir metre boyunda keçi çanlarını kullanıyordum. Çok hoş bir 5 sene geçirdim. Ayda bir kere çaldığım bir de trio vardı. Amerikan standartlarını yorumluyorduk. O grupta da bas çalıyordum. Aralara çok güzel Türkî motifler koyuyordum. Onlara enteresan geliyordu.

    ALBÜMDE PERULU ARKADAŞLARIN YARDIMI  

    Asıl konumuz müziğe dönecek olursak, Organik Şarkılar nasıl oluştu?
    Yıllarca biriktirdiğim sesler cebimden çıkmaya başladı. Organik Şarkılar albümü böyle oluştu. Para harcamadık. Fasulye, zeytinyağı, bulgur, karşılığında yapıldı albüm. Kimse karışmadı, kimsenin fikri sorulmadı. Çünkü ne soracak ne de çalacak adam yoktu. Bu yüzden hepsini tek başıma çaldım. İki- üç Perulu arkadaşım yardım etti. İki parçayı da burada Aladdin Deniz düzenledi. Organik Şarkılar çıkınca kendime dışarıdan bakmışım gibi oldu. Şarkılar beğenildi ama ben daha bunlar olmamıştır diye düşünüyordum. Birsen (Tezer) de içinden iki şarkı alınca, güzel şeyler yaptığımın ispatı oldu.

    Birsen Tezer ilişkisi nasıl oldu?
    Birsen benim çok eski arkadaşım. 1987’de Kıbrıs’ta tanıştık. Sonra ben bir grup kurdum orada Birsen de vardı. Çok güzel müzik yapmaya başladık. Derken Mecdiyeköy’deki Günay Restoran’da sahneye çıkmaya başladık. 2 sene çaldık sonra dağıldı grup. Benim Amerika’ya gittiğim zamanlarda Birsen de Bodrum’daydı. Birsen 8 sene Bodrum’da kaldı, çocuğunu büyüttü. Tekrar İstanbul’a gelip müzik yapmaya karar verdi. Ben Organik Şarkılar’ı da bitmiş olarak getirdim. Burada Sedef Erken çok beğendi albümü ve bastı. Birsen’le buluştuk, o da dinledi… Albüm yapmak istiyordu. İlk albüme Balıkesir şarkısını aldı, sonra da Delikanlı’yı 2. Albümüne aldı.


    Kafeterya açma girişiminiz var bundan bahseder misiniz?
    Bir tesadüfle bu stüdyoyu bulduk.  Ercan Yazıcı ile burayı açmaya karar verdik. Ercan da tamam dedi birlikte açtık. Stüdyonun her tarafını ben yaptım. Yan tarafını da cafe yapayım diye düşündüm.

    2013 yılında albüm bir daha basıldı…
    Evet, 2013’de Ada Müzik’ten basıldı. Hayal Kahvesi’nde lansmanı oldu Erkan Oğur, Gürol Ağırbaş, Birsen Tezer ve Akın Eldes’le birlikte güzel bir konser yaptık. 

    Yeni sezonda bir tekli çıkaracaksınız bundan bahseder misiniz?

    Aşık'a Bağdat isimli şarkım çıkacak evet. Düşüşte olan bir uçağın burnunu o kaldıracak gibi görünüyor. Sonra da albüm geliyor ve onda da çok güzel şarkılar var. Eylül’den itibaren Zafer Cımbıl, telleri kesip partiye girip, bir de sahneye çıkacak. 

    Sonnot: Buradan dinlenebilir

    https://www.youtube.com/watch?v=aujSy6gfyPo

    Gitar- vokal: Zafer Cımbıl
    Gitar:  Akın Eldes
    Keman:  İlker  Görgülü
    Klarnet: Saygın Akbudak
    Bas gitar: Cüneyt Saka
    Davul: Ercan Yazıcı

    Düzenleme: Akın Eldes, Zafer Cımbıl, Ercan Yazıcı

    Bilal Karaman'dan müziğin 'Bahane'si

    Erkan Oğur'dan Doğan Canku'ya birçok farklı gitaristle birlikte çalışan Bilal Karaman, 'Bahane' isimli ilk solo çalışmasını önümüzdeki günlerde yayınlayacak. Albüm, türkü düzenlemelerinden deneysel müziğe renkli bir karma olacak.

    Bilal Karaman, Bilgi Üniversitesi mezunu yeni kuşak caz müzisyenlerinden. Doğan Canku'dan Önder Focan'a, Donovan Mixon'dan Erkan Oğur'a birçok müzisyenle çalışarak, gitar tekniğini geliştiren Karaman, Aydın Esen'le de armoni ve doğaçlama çalışmış. Tam da bu sebeple Bilal Karaman'ın elindeki enstrümanı zaman zaman başka bir enstrümana benzetebilirsiniz. Çünkü o türkü çalarken farklı, caz çalarken farklı bir tavrı sergiliyor. Yurtdışı ve yurtiçi konserlerine devam eden Karaman, haftanın farklı günlerinde farklı müzisyenlere çalmaya devam ediyor. Sanatçıyla, yakın zamanda çıkacak albümü 'Bahane'yi konuştuk.
     Gitara nasıl başladınız? Gitar çalmaya 11 yaşında ağabeyimle beraber başladım. Eniştem çelik telli, çalması zor bir akustik gitar hediye etmişti bize, 'Samanyolu'nun ilk beş notasını çalmıştı. Sonra geri kalanını biz çıkarmıştık. Gitarda ilk çaldığım parça oydu. Ailede fazla müzik merakı ve müzisyen olmadığından biz kendi kendimize takılıyorduk. 2-3 sene sadece o gitarı çaldık. Zamanla telleri kopmaya başladı! Ardından ilk elektrogitarımız alınmıştı. Artık metal türünde şarkılar çalıyorduk.

    - Albümden biraz bahseder misiniz?  Albümde 6 tane kendi bestem ve 2 tane düzenlemem var. 99 yılında Bilgi Üniversitesi'ne girmek için okula yolladığım beste de var, albümü kaydetmeden 6 ay önce yazdığım parça da. Hepsi ayrı bir dönemi ve duyguyu tek bir hikayede anlatıyor. Karmaşık ruh halimi mümkün olan en yalın haliyle herkesin anlayabileceği bir dilde sunmaya çalıştım.

    - Albüme kimler eşlik etti?  
    Kontrbasta Harvie S., piyanoda Burak Bedikyan, davulda Monika Bulanda ana ekipti. Beraber Marşandiz Stüdyoları'nda 4 saat içerisinde 8 parça kaydettik. Daha önce iki prova yapabilmiştik kayıt günü hiçbir şeye fırsat olmadı sadece girip her parçayı birkaç kez çaldık. Daha sonra Ses Stüdyoları'nda bazı parçalara ilaveler yaptım, Humam Alsayid ses, İzzet Kızıl perküsyon, Gürkan Özkan tabla ve benim evde kaydettiğim Serdar Pazarcıoğlu keman çaldı. Bu birbirinden farklı ve harika müzisyenler de tıpkı çaldığımız parçalar gibi ayrı dönemleri ve duyguları tek bir hikayede anlattı. Albümde yer alan müzisyenlerin hepsi kariyerlerinde bambaşka müzikal disiplinlere sahip. Onları ortak bir kesişme noktasında buluşturabilmek oldukça zor bir deneyimdi. Umarım başarılı olmuşumdur.

    Müzik bahane olabiliyor
    - Müziğin 'Bahane'si olur mu?Müziğin bahanesi olmuyor da müzik genelde bahane olabiliyor. Amaç değil de salt araç olarak yapılan müzik, insanların bu hayata biraz daha tutunabilmeleri veya sürekli büyüyen aşırı gelişmiş egolarını besleyebilmeleri için bir bahane oluyor. Esas amaç müzik yapmak olduğu zaman da onun için bahaneleriniz olabiliyor. Beste yapmak, grup kurmak, albüm yapmak gibi...

    - İyi bir müzisyen nasıl olur?Bence müzisyen beste yaparken, bir bilim adamı gibi hesaplar yapıp, düşünüp, formüle edebilmeli. Bir aşçı gibi, elinde farklı tatlar dahi olsa onları iyi füzyon edebilmeli. Bir tarihçi gibi, en azından müzik tarihi bilmeli ki yaptığı besteyi önce kendi eleştirebilsin. Her şeyden önemlisi binlerce kilometre yürüyen Tibetli hacı adayları kadar inançlı bir şekilde o besteyi icra etmeli.

    Hissettiğim gibi çalıyorum
    'Ben sadece hissettiğim gibi çalıyorum. Diğer herkes gibi benim müziğim de yoktan var olmadı. Var olanların bir karışımı olarak ortaya çıkıyor. Bu karışım olasılıkları ve denklemleri sonsuz olduğu gibi yeteneği olan herkesin kendine has farklı bir tavra sahip olabileceğini düşünüyorum.'


    2011, Akşam

    ‘KOLBASTI’ DEĞİL, ‘COOL BASTI’



    Gürcistanlı grup The Shin, Cemal Reşit Rey Konser Salonu’nda verdiği konserde kimilerine gına gelen, kimilerininse çok sevdiği ‘Kolbastı’yı farklı bir yorumla izleyiciye sundu.



    Zaza Miminoshvili, Zurab J. Gagnidze ve Mamuka Gaganidze’den oluşan The Shin, geçtiğimiz Çarşamba günü Cemal Reşit Rey Konser Salonu’nda bir konser verdi. Dünyanın çeşitli ülkelerinin konser salonlarında ve şehir meydanlarında verdikleri konserleri büyük ilgi gören ve hatta tıka basa dolan The Shin’in İstanbul konserinde ne yazık ki CRR’nin yarısı bile dolu değildi. Ama bu ne onların moralini bozabildi, ne de izleyicinin psikolojisini değiştirdi.  Sahneye farklı müzisyenlerle birlikte çıkmayı gelenek haline getiren gruba, garmonda Nariman Umierov, üflemelilerde ve vokalde muhteşem sesiyle ve nefesiyle Valeriu Bogheanu, vokali ve dansıyla Aleksandre Chumburidze eşlik etti.



    ‘Cilveloy nanayda…’

    Fuat Saka’nın müziğine aşina olanlar için The Shin yabancı gelmeyecektir. Çünkü Fuat Saka’nın sounduyla The Shin’in soundu birbirinin içinden çıkmış gibidir. Özetle müziklerinin temeli neredeyse aynı. Bu ilişki sayesinde kültürler de birbirine dokunuyor. Zaza Miminoshivili’nin “aslında bunu tekno yapmaya ihtiyacınız yok. Çünkü orijinal haliyle çok güzel” dediği ‘Kolbasti’yı da albüme koymaları yine bu tanışıklık ve işbirliği sayesinde olmuş. Aynı şekilde ‘Temel: Walkin' and Smokin' in NYC’ isimli şarkı da… Saka, zaman zaman The Shin’le birlikte dünyanın herhangi bir yerinde sahne alıyor ve albümlerinde de grupla birlikte çalıyor.   
    Bu yüzden The Shin’in ‘Black Sea Fire’ isimli albümünde Türkçe sözlü şarkı duyarsanız buna şaşırmamanız gerektiğini şimdiden söyleyelim. Konser programlarına aldıkları ‘Cilveloy’ da yine albümlerinde var. Söz konusu albümle Karadeniz müziğini bir bütün olarak dinleyiciye sunuyorlar. Bulgaristan müziklerinden, Türkiye’ye ve Gürcistan’a.

    Aslen Gürcü olan 3 müzisyen de yıllardır Almanya’da yaşıyor. Zaza Miminshivili’ye neden Gürcistan’da değilsiniz diye sorduğumuzda, “değiliz ve bu savaşla ilgili değil. Tamamen ekonomik” diyor. Orada yaşamaları için gerekli alt yapı yok. Gürcistan müziğinin polifonik yapısını, Kafkasya’nın ritmik dokusunu, Bulgaristan müziğinin gırtlak namelerini ve özetli Karadeniz’in ateşini taşıyan grup, gittikleri yerlere müziklerini götürmeye ve oralardan müzikleri alıp başka yerlere taşımaya devam edecekler. Aldığımız duyuma göre Türkiye’de çıkacak bir toplama albümde parçaları olacak ve bir sonraki albümlerinde Gürcistan’ın çok sesli (polifonik) müziğiyle neredeyse ayırt edilemez benzerliğe sahip Korsika ve Sardinya adalarının müzikleriyle harmanladıkları bir müzikle dinleyicinin karşısına çıkacaklar.  



    THE SHIN

    Gitarist ve kompozitör Zaza Miminoshvili 14, bas gitarist ve solist Zurab J. Gagnidze 3, vokalist ve perküsyonist Mamuka Gaganidze ise 6 yaşında müziğe başlamış. 1990 yılında Zaza ve Zurab birlikte geleneksel Gürcü müziği ve çağdaş müziği sentezledikleri ‘Adio’ isimli grubu 1990 yılında kurdular. Ünlü Gürcü çağdaş müzisyeni Giya Kancheli teşvikiyle Rustaveli Tiyatrosu’nda çalmaya başlar ve ikili 1993 yılında Almanya’ya dizi konserlere davet edilir. İkili 1998 yılında ‘The Shin’i kurar ve 2000 yılında Mamuka Gaganidze gruba katılır. Grubun en büyük özelliğinin geleneksel Gürcü müziğini cazla harmanlaması olduğunu söyleyebiliriz. Ancak bu son dönemde biraz daha farklılaştı. Şimdilerde grup daha çok, başka müzisyenlerle bir araya gelerek onların mensup olduğu kültürün müziğini birlikte icra ediyor.   The Shin’in ‘Black Sea Fire’ isimli albümü de bunun ürünü.  Grubun Fuat Saka ‘Lazutlar II’yle birlikte 8 albümü bulunuyor. 

    2009, Akşam 
    Dinlemelik, izlemelik...

    Yayınlanmamış röportaj: GENETİĞİ DEĞİŞTİRİLMEMİŞ MÜZİK DİNLEMEK İSTEYENLERE FLÖRT



    Ozan Kotra, Çağatay Kehribar ve Timsah’tan oluşan Flört, ikinci albümleri ‘Demli’yle müziğe eski ama yenilikçi öğeler katıyorlar. Aslında onların müziği kısaca GDO’suz.



    Onlar uzun yıllardır müziğin içindeler. Birçoğumuz onları ilk gençlik yıllarımızın ünlü grupları ‘Bekarlar’ ve ‘Kim Bunlar’ gruplarından hatırlayacaktır. Onlar bir süredir Flört olarak yurtiçinde ve yurtdışında biliniyorlar. Yaptıkları müzik de kayıtları da oldukça özel. Şarkılarının söz ve müziklerinde bu ülkenin güzelliklerinden de etkilendiklerini söyleyen Flört, vokal anlayışıyla MFÖ’ye benzetiliyor. Ama onlar daha çok müziğin başka bir noktasındalar. “2010’larda, müzikal anlamda devrim yapabileceğimize inanıyoruz. Bu ülkenin müziğini tabanından en üstüne kadar değiştirmek istiyoruz. Bu bir misyon değil ama yaptığımız şeyin bir devrimin başlangıcı olduğunu düşünüyoruz” diyor, ve ekliyorlar...

    Flört’e gelene kadarki süreci anlatır mısınız?

    ‘89 yılında Ata Akdağ, Barış Bölükbaşı, Ozan Kotra ve Timsah olarak ilk müzik grubumuz SOS’i  kurduk. Daha sonra aynı dörtlü ‘98 yılına kadar ‘Bekarlar’ olduk. Sizin ‘Kim Bunlar’ olarak bildiğiniz grubun asıl adı ‘Bekarlar’dı. Prestij müzikle yapmış olduğumuz saçma bir anlaşmayla ‘Bekarlar’ adı ‘Kim Bunlar’ oldu. O döneme ait yaşanmış birçok şeyden sonra, ‘Kim Bunlar’ adını ve Prestij Müzik’le olan anlaşmamızı, beraberinde şöhretimizi bırakmış olduk. Flört’te Ata’yla Barış’tan ayrılarak, Çağatay Kehribar’ı aramıza alarak yolumuza devam ettik. Ata ve Barış’ın olmadığı bir grup başka bir grup oldu. 2000 yılından sonra Flört’le butik bir oluşuma geçtik. Yeni çıkarttığımız albümle eski ektiklerimizi biçmeye başladığımız bir döneme girdik.

    Kim Bunlar ve Bekarlar oldukça ünlü gruplardı...
    Kadıköy’de ve Taksim’de, yani müzik dinlenen yerlerde sürekli çalan bir gruptuk. ‘Kim Bunlar’ mı yoksa ‘Bekarlar’ mı ünlü diye sorulursa Bekarlar’ ünlü demeyi tercih ederiz. Ama nasıl oldu bilmiyorum ‘98 yılında ilginç bir şey başımıza geldi. Bekarlar’ın 90’ların başından sonuna kadar kaydedilmiş çok güzel şarkıları vardı. Fuat Güner destekli kayıtlar ve şarkılardı onlar.

    2010’LU YILLARIN MÜZİK DEVRİMİ

    MFÖ’den ve ilişkinizden bahsedelim. Zaman zaman onlara benzetiliyorsunuz peki bu sizi rahatsız ediyor mu?

    Biz onların sounduna yakın olduğumuzu düşünmüyoruz. Fakat, eğer birilerine benzetileceksek ve bu MFÖ’yse bundan mutluluk duyarız. Onlardan öğrendiklerimiz var.
    bize yıllardır bu benzetme yapılır. 3 sesli, polifonik vokal anlayışıyla yolumuza devam ettik. MFÖ de Beatles kökenli bir grup. Biz de öyleyiz. Beatles armonilerini kullanmak, onların yaptığı devrimlere kendi müziğinizde yer verip taban haline getirmek yanlış değil. Şimdi yaptığımız müzik ne MFÖ’ye benziyor ne de başka birine. Gittiğimiz programlarda sizi hiç bir şeye benzetemiyoruz diyenler oluyor. Bu albüm bunu sağladı.

    Siz hem klasik, hem de çağdaş bir grupsunuz ve vokalleriniz de polifonik. Bir yandan da kayıtlarını analog yaptığınız bir albüm var ortada...

    Bizim kayıtları analog yapmamız, bizi 60’lar, 70’ler sounduna geri götürmüyor. Biz 2010’ların müziğini yapıyoruz. 2010’larda, müzikal anlamda devrim yapabileceğimize inanıyoruz. Bu ülkenin müziğini tabanından en üstüne kadar değiştirmek istiyoruz. Bu bir misyon değil ama yaptığımız şeyin bir devrimin başlangıcı olduğunu düşünüyoruz. Biz yazdık diye değil ama albümdeki bütün şarkılar birbirinden güzel. Türkçe anlatım, ifade, prozodi, aranjeler, vokal anlayışı, enstrüman çalımları… Doğallık olarak eskiye benzeyen ama aslında sadece doğru teknolojiyle ortaya çıkmış 2010 ürünü.

    ÖNCE SÖZ, SONRA BESTE

    Teknolojinin müziğe etkisini nasıl buluyorsunuz?

    Yeni çıkan her teknolojinin iyi teknoloji olduğunu düşünmüyoruz. Teknoloji denilen şey her an yenilenen ve her yenilendiğinde yenilik katan bir şey değil. Tohumların genetiğiyle oynayıp yeni bir ürün ortaya çıkarmak aslında iyi değil. Şu anki tarım politikası devam ederse 20 yıl sonra bu tüketilir doğal kaynakları kullanamayacağız. Müzik de böyle aslında bugün müzik dinlerken duyduğunuz şey aslında bilgisayardan gelen ve bası-tizi olmayan gölge. Mesela ‘Anlamazdın’ şarkısını Seda Sayan da yorumladı. Ama Ayla Dikmen’in yaptığı her anlamıyla bir başka. Ayla Dikmen’in söylediği ‘Anlamazdın’ şarkısında 30 tane keman aynı anda çalıp bütün enerjisini ve ruhunu kayıt yapmakta olan banda verebiliyorken, diğerinde adam alıyor kemanı ve bilgisayara çalıyor.

    Şarkılar basit ve akılda kalıcı sözleri de öyle. Daha doğrusu sade… Bundan biraz bahsetmek ister misiniz?

    Biz önce sözleri yazıyoruz, sonra besteliyoruz. Bestede de mümkün olduğunca kulağı yormayan, ama çalınması oldukça zor parçalar yazıyoruz. Sahnede bize Türkiye’nin en iyi basçılarından biri Argun Erişçi eşlik ediyor. Bas gitar partisyonlarının müthiş olduğunu çalmakta zorlandığını söyledi. Bizim parçalarımız çalarken yoruma izin vermiyor. Çünkü biz şarkıları yazarken tek tek uğraştık, parçaların her birini 17- 18 kez çaldık.

    Albümü çıkarmanız 5 yıl sürdü.
    5 yılda albüm yapmak meziyet değil. Bundan sonraki hiçbir albümümüzün yapımı ‘Demli’ kadar uzun sürmeyecek. Uzun sürmesini dinleyicilerimiz de istemiyor. 2010 yılından 2020 yılına kadar elimizden geldiğince çok şarkı, çok albüm ve çok video klip yapacağız. ‘Demli’de 10 tane şarkı var ve 10 şarkının da klibinin olmasını istiyoruz ve bu olmadan yeni bir albüm yapmayacağız.

    Şu anki durum nasıl?
    Radyoların listelerindeyiz, albümümüz bir satış grafiği yakaladı. Albümün 10 şarkısının 10’u da kendini dinletiyor. Bir hafta bir şarkıya takılıyorsun, başka bir hafta başka bir şarkıya.

    Şarkılarda neler anlatıyorsunuz?
    Senin benim onun dünyasını anlatıyoruz. Albümün dörtte biri aşktan sevgiden bahsediyor ama geri kalanı hayatı anlatıyor.

    Dünya standartlarında bir sound yaratıyorsunuz…

    Bunu yaratabilmek adına çalışıyoruz. Bugün Flört’ün albümünü Travis’in ya da Coldplay’in plağının yanına koyabilirsiniz. Ama Türkiye’de yapılmış iyi bir pop albümünü koyduğunuz zaman boynu bükük kalır. Çünkü soundları çok farklıdır. Albümümüz çıktıktan sonra biz Türkiye’den çok Avrupa’dan konser teklifi aldık. Orada bir dinleyici kitlemiz oluşmaya başladı.


    2010 civarı, yayınlanmamış röportaj 

    Müziğin dijital değişimi



    Müzik dünyası da her şey gibi birçok değişimi birden yaşadı ve halen de yaşamaya devam ediyor. Anneannelerimiz ve onların ebeveynleri kocaman gramofonlardan müzik dinlerken, bir kısmımız yeniden moda olan plak teknolojisine zamanında yetiştik. Walkmanlarımızın yerini CD playerlar yani discmanler aldı ve onlar da hızlı bir biçimde ortadan kayboldu. Müzik dinlerken en çok kullandığımız formatın MP3 olduğunu bilmeyen yoktur herhalde.  




    Aslında ne müzik ne de müzikle ilgili gelişmeler gördüğümüz kadar basit değil. Dünyada iyi müzik grupları dijital sistemleri bırakıp analog sistemlerde kayıt yapmaya başladı bile. “Eski” denilen sistem aslında en yeni sistem.  Bu sistemle müziği sanki o anda çalınıyormuş gibi dinleyebiliyoruz. Bu sistemle kaydedilmiş müzikler kalıcılıklarını hep koruyacaklar.  Ama bu sistemle şarkıları kaydetmek maliyetli olduğu için çoğu plak şirketi, ‘üret, yap, tüket’ mantığıyla yapılan işlere daha fazla imza atıyor. Şimdi yavaş yavaş Türkiye’de de değeri anlaşılmaya başlayan analog sistemle yapılan kayıtlarda bas gitarın sesi birazcık daha anlaşılır. Bu sistemde kaydedilmiş bir albümü dinledikten sonra telefon kulaklıklarınızı takıp dijital bir sistemle kaydedildiği için mini minnacık kalmış, dijital verileri dinlemek nasıl mümkün olur bilemiyoruz. 

    Fraunhofer-Institute tarafından geliştirilmiş MP3, aslında sıkıştırılmış ses biçimi ve bu biçimde kaydedilen seslere verilen isim.  Bu sistemde sesler tamamen sayısal veriler gibi. Acımasız olmayalım. MP3 teknolojisi kalitesinde kayıp olmadan sıkıştırmaya imkân tanır. Yüzyılın müzik alanındaki en çok kullanılan ve tüketilen sistemlerinden oldu.

    Temelleri 1937’de atılan dijital ses teknolojisi ilk başta şifreli telefon görüşmelerini çözmek için kullanılan bir sistemmiş. Daha sonra 1960’larda bu sistem halka açık hatlarda da kullanılmaya başlamış. Yani bu teknoloji o kadar da yeni bir teknoloji olmasa da yaygın bir teknoloji. 1990’ların başından itibaren yaygınlaşmaya başlayan bu sistem aslında 1980’lerde teknoloji diyince aklımıza gelen Sony ve Philips tarafından üretilmişti.  Hepimizin yakından tanıdığı ve MP3 playerlarımızda ya da bilgisayarlarımızda müzik dinlemediğimizde kullandığımız ve müzik mağazalarından halen satın aldığımız Copact Disc sistemi  aslında ses kayıtlarını dinleyiciye ulaştığı en temiz sistem olarak biliniyor.

    iPod teknolojisi, Mp3 playerlar, ses kayıt cihazlarının yaygın kullanımı elbette müzik hakkında pek çok durumu değiştirdi ve değiştirmeye de devam ediyor. Üstelik çoğumuzun kullandığı telefon, aynı zamanda müzik çalar. Hepimiz müziği dijital ortamlardan dinliyoruz ve dinlemeye de devam edeceğiz.

    Last FM’den Fizy’e

    Internet ortamından da Fizy gibi internet siteleri sayesinde müzik dinlemek çok kolaylaştı. Albüm satın alan bir kısmımız da artık almaz olduk ve albümler sadece müzisyenlerin imzası gibi oldu. Yani onlar bu albümlerle “ben de müzisyenim, albümüm var” diyorlar.

    Öte yandan 100 milyonuncu hesabı 6 Ağustos 2006’da açılan Myspace, 2002 yılından beri var olan ve sürekli gelişim içinde olan Last fm, hemen her şarkıyı bulabildiğimiz Fizy.com gibi internet siteleri müziğin dolaşımına izin v

    eriyor. Onlar izin verseler de telif haklarından sorumlu kuruluşlar, daha önce olduğu gibi bu sitelerin yasaklanabileceğini ve hatta müziğin susabileceğini söylüyorlar. Çünkü telifler ciddi sıkıntı.  Daha önce MÜYAP’ın başvurusuyla kapatılan Lastfm ve Myspace’e erişim yasaklanmıştı. Ama bu en çok müzisyenleri kızdırmıştı. Albüm yapmayan müzisyenler parçalarını oraya koyuyor ve kendi lansmanını bu şekilde yapıyordu. Ayrıca, bu konuyla birlikte, her gün bir yenisi yayın hayatına başlayan internet radyoları için de yakın zamanda teliflerden gelen sıkıntılar söz konusu olacak gibi görünüyor.  Bu sistemler bir süre daha kullanılacak gibi görünüyor. Yani Last fm’de sürekli yenilenen bir veri tabanı sayesinde kullanıcılar dinledikleri şarkılarla hem profillerini oluşturmaya hem de internet erişimi olan herhangi bir yerden depoladıkları şarkıları dinleye devam edebilecek. Fizy sayesinde yine 50’nin üstünde farklı sunucudan veri sağlanacak, aranan şarkıların akla gelmeyen yorumlarına bile ulaşmak yine mümkün olacak. Internetten erişim kolay evet ama yine de gerçekten müzik dinlemek için analog kayıtlara ihtiyaç duyacağız.

    Dijital çıktı mertlik bozuldu

    Günümüzde artık herkes albüm yapabilir. Öyle sistemler var ki siz şarkıyı söylemeseniz de size başarılı bir biçimde şarkı söyletiyor. Bunlardan biri Melodyne. Detone savar olarak bilinen Melodyne, prodüksiyon şirketlerinin çoğu için vazgeçilmez. Şarkı söyleyenin imdadına yetişen sistem, şarkıcının çıkamadığı ya da detone olduğu seslerde yardımcı oluyor. Tabii ki suni bir ses olduğu çok belli olduğu için aslında iyi bir müzik dinleyicisinin çok kolay ayırt edebileceği bir dijital sistem. Melodyne gibi daha birçok sistem bulmak mümkün.

    2010, Akşam

    Cazda 'm-u-s-i-c' zamanı

    Türkiye caz müzik piyasasında bir kıpırdanma var. Yeni caz mekanları açılıyor, yeni isimler albümler çıkarıyor. Elif Çağlar da onlardan biri.

    https://1.bp.blogspot.com/-viWUj3E8pOU/VnQaIjes9TI/AAAAAAAAEYI/4XJO3Fd_WQA/s320/elif-%25C3%25A7a%25C4%259Flar.jpg
    Elif Çağlar, İstanbul Bilgi Üniversitesi'nde kompozisyon bölümü okuyup oradan hayranı olduğu isimlerle çalışmak için New York'a, Queens College, The Aaron Copland School of Music'e gidebilen şanslı müzisyenlerden. İlk albümü 'm-u-s-i-c'i bağımsız plak şirketi, Nu-Dc Records'dan çıkardı. Çağlar, cazla tanışmasını ve ilişkisini   11 yaşında dinlediği bir albüme borçlu. 'Caz, o yıllarda dinlediğim '20 Swinging Favorites' isimli toplama bir albümle aklımın bir köşesine girmiş oldu. Daha sonra üniversitede karşıma caz bölümü okuma şansı çıkınca hiç düşünmeden girdim.' Eğitimini aldığı müzik türünde yetkin bir isim olsa da sahne aldığı mekanların ve takipçilerinin bildiği biri olmaktan çıkıp daha geniş bir kesime ulaşmak için albüm yapan Çağlar, 'Kompozisyon bölümü mezunu ve sürekli şarkı yazan bir müzisyen olarak, aklımda çok uzun süredir albüm fikri vardı. Fakat kısmet 2010'da müzisyen arkadaşlarımı toparlayıp kayıtlara girmekmiş. Albümde,  Serkan Z., Ozan Musluoğlu, Onur Alatan, Mert Fehmi Alatan ve Barış Ertürk var. Bu ana kadronun dışında, İmer Demirer, Cengiz Baysal, Bilal Karaman, Ferhat Öz, Hakan Çimenot, Cem Tuncer ve Kerem Türkaydın gibi yine caz severlerin yakından tanıdığı isimler konuk olarak albüme destek oldular' diyor.

    Elif Çağlar, kısıtlı bir kitleye hitap eden cazın son dönemde yaşadığı popülerliğin geçici bir ilgi olmamasını umut ediyor. 

    Türkiye'de Batılı bir iş yapınca işin içine mutlaka giren oryantalist esintilerden de kaçmış Çağlar: 'Bu albümü kendimi olduğum gibi yansıtabilmek adına yaptım. Beklentim, anlayan insanlara ulaşabilmek ve yurtiçinde olduğu kadar yurtdışında da konserler verebilmek. Özelikle Avrupa'daki dinleyicinin, Türk bir cazcıdan 'etnik' diye etiketlendirdiği müzikler duymaya alıştığına, birçok plak şirketinin de bu yüzden projelere 'buna bir de darbuka, ney ekleyelim' şeklinde yaklaştığına şahit oldum. Biraz bu algının kırılmasında, katkım olursa, ne güzel.'

     2011, Akşam

    Müzikte direnişin adı: Bandista


    Bandista, kaç kişiden oluştuğu ya da kimlerin çalıp söylediği önemli olmayan bir müzik grubu. Adil bir dünya için müzik yapan Bandista, ünlü
    şarkıları marş, marşları da ska formunda çalıyor, dinleyenleri coşturuyor ve hep 'birşeyleri protesto' ediyor.

    bandista
    Bandista, 1 Mayıs 2009'da ilk albümleri 'de te fabula narratur'u; geçtiğimiz       12 Eylül'de ise yine bir eylem olarak, 'Paşanın Başucu Şarkıları' isimli ikinci albümlerini internet üzerinden yayınladılar. Mayıs ayından bu yana 60'ın üzerinde performans gerçekleştirdiler. Kendilerinin tanımıyla 'Bandista bir pratiğin içinde kendi kendisini inşa eden ve ihtiyaçtan doğan bir grup.' Üstelik kendilerinin sadece müzik grubu olduğunu da düşünmüyorlar. Bandista'yı anlatırken, 'Bir bütün muhalefet ve mukavemet aleminin yürüyüşünün ihtiyaç duyduğu sesleri üretmek üzere, örgütlenmiş bir kolektif' cümlesini kullanıyorlar. Sabit belirlenmiş bir ekibi yok, müzisyenler de, tını da, tarz da değişebiliyor. Bugün izlediğiniz Bandista yarın bambaşka bir halde karşınıza çıkabilir. Şu anda grubun var oluşu, Bandista'dakilerin olağanüstülükleri üzerine değil, olağanlıkları üzerine kurulu. 'Grupta kimse profesyonel değil' diyorlar ki zaten müziğin 'profesyonel' olarak kategorize edilmesine de karşı bir duruş sergiliyorlar.
    Bandista'yı kişilerden koparmalarının sebebi de bu; yani grupta kimsenin adı yok.

    ANAMIZ AMELE  SINIFINDAN 'Bugün Muğla'da Bandista çıksa ve bu kafada müzik yapmaya başlarlarsa hoş gelmişlerdir. En temelde müzikte seste ve sokakta direnmek... Bu sadece politik bir mücadele değil, aynı zamanda müziğe, metne ve görsele dair de bir mücadele' diyor, 'Anamızın amele sınıfı olduğunu hatırlamak lazım' diye ekliyorlar.
    Günümüz dünyasında, albümler artık sadece CD formatında basılıp dağıtılmıyor; son yıllarda dağıtım için interneti kullanmak çok yaygınlaştı. Zardanadam gibi gruplar bunu yıllardır yapıyor. Bandista, 'Bizim için çok net bir ilke var; sesimiz, dilimiz ve sözümüz ne kadar yayılırsa, o kadar iyidir. Bu yüzden 2 albümümüz de 'indiriniz, bastırınız, dağıtınız' ahlakıyla yapıldı. Çünkü bu ne kadar çok insana dağıtılır, ulaşır, kulağına diline ve eylemine bulaşırsa, o kadar anlamlı olur' diyor. Bandista aynı zamanda, 'OpzZz!' adıyla maruf 'Oppa Tzupa Zound Zystem' müzik kolektifinin de parçası. İçinde, Ahibba, Deli, Enzo Ikah Band, Fitisound, Sultan Tunç, Hariçten Gazelciler ve Viya gibi gruplar var. 'Bağımsız ortak üretim ve eylemlerini teşvik etmek; sahneleme ve hareket imkanlarını üretmek. Dahil olunan festival, mekan işi ya da üçüncü kişilerle ticari ilişkileri sözleşmeler veya toplu görüşeler yoluyla mağduriyetten uzak bir zeminde yürütmek ve karşı-kültürel ve sistemin verili biçimlerinin dışında bir mevziiyi inşa etmek için bir araya gelmiş' bir oluşum olduklarını söylüyorlar. Kısacası örgütlenmenin farkında olan müzisyenlerin ürünü... Manifestolarını bu ay oluşturacaklar.
    'Büyük plak şirketlerine karşı da haklarımızı savunmak önemli... Bu sadece bizim değil anonimin ve halkın da hakkını savunmak. Çünkü bizim bebekken uyutulduğumuz ninnilerin bile hakları şirketlere satılmış durumda. Bu satışın da Brezilya yağmur ormanlarındaki bitkilerin genetik kodlarının bir takım şirketler tarafından satın alınmasından hiçbir farkı yok. Bu anlamda da bir mevzii inşa etmek istiyoruz' diyorlar.
    IMF'Yİ DE PROTESTO EDECEKLER
    'Bandista, polis baskısı yaşayan travesti ve transseksüeller de olabilir ya da hayatta kalmak uğruna derdi olan herkes de. Halen darbe koşullarında yaşıyoruz, bu yüzden 'Paşanın Başucu Şarkıları' var. Biz bu belleğin taşıyıcısıyız. 6-7 Ekim IMF ve Dünya Bankası'nın İstanbul'da yapılacak yıllık toplantıları da bundan bağımsız düşünülemez. Bizzat krizin yaratıcıları krizi tartışmak üzere, krizin bedellerini bize ödeterek İstanbul'a geliyorlar. Bandista içinde bulunduğu muhalefet aleminin yaptığını yapacak. Bütün İstanbul'un direnmesi ve dünyanın direnmesi gerektiği gibi direnişte olacak.'

    2009, AKŞAM

    Savruk Yazılar 003 (13 Temmuz Datça- Mesudiye Yangını)

    Kask, power bank, su, kumanya, sağlık çantası, kafa feneri…   Yanmaz eldiven, yanmaz gözlük, yanmaz pantolon, yanmaz ayakkabı… Hop orada dur...