29 Nisan 2016 Cuma

İstanbul'dan Meredith Monk geçti:

Sesin Keşişi  

Meredith Monk (1942)'un müziği için arkaik ve avangart buluşması demek yanlış olmayacaktır. Dün gece Garanti Caz Yeşili Konserleri kapsamında Zorlu PSM Drama Sahnesi'nde olan da tam olarak buydu. Tek başına sahne alan Monk, sahneyi arkaik bir dolu figür ile doldurup, taşırıyor parça bitimlerinde esprili konuşması ve yüzünden hiç düşmeyen gülümsemesi ile izleyicileriyle arasında sürekli bir enerji akışını mutlak kılıyordu. Sanki sahnede 74 yaşında bir kadını değil belli müzikal olgunluğa erişmiş, mütevaziliğinden hiç ödün vermeyen 'genç bir hanım'ı izliyor gibiydik. Sayısız müzisyen yetiştirmiş, 20. yüzyılın şanına yaraşır avangart ve disiplinler arası tiyatro, yeni opera ve sinema yapıtlarına imza atmış müzisyen olma özelliğinin yanına Monk bir de büyücülüğünü eklediğinde ortaya tek kişilik dinlemeye doyum olmayan işitsel bir şölen çıkıyor.  


Monk müziğini dinlerken hissettiğim genel olarak 'dünya turu' hissi olmuştu. Tibet rahiplerinin overtone pratiğinden, Moğol şaman geleneğine, Eskimo kadınlarının şarkı söyleme tavrından, 'uzakdoğu' pentatonizmin  duruluğuna... Bunlara ek olarak modern ya da arkaik her noktada insanların genel geçer hayat içinde çıkardıkları 'seslerin müziğe dahil olması meselesi' ki bu zaten 20. yüzyılın vazgeçilmez müzik teorilerinden biri olarak çoktan John Cage tarafından reddedilmesi zor bir biçimde önümüze sunulmuştu. Meredith Monk'un da bu teoriden esinlenmesi pek de şaşırtıcı bir durum değildi. Bazı müzikal benzeşmelerle sebebiyle zaman zaman isimleri birlikte anılan Monk ve Cage birlikte aynı projede de yer almışlardı: Piano and Voices (1992) - o projede Anthhony de Mare de bulunmuştu-. 

İlk yarıda tek başına, efektlerden arındırılmış mikrofonuna her açıda ne olacağını gayet iyi bilerek farklı açılardan nefesini /sesini verdi. Salonda kendini kutsanmaya açmış herkes kutsanmışlık, sanatsal beklenti içinde olanlar doygunluk, ondan bir şeyler öğrenmek (yıllardır kayıtlardan dinledikleri ve izledikleri bu kadından ufak da olsa) isteyenler de istediklerine kavuşmuştu.  

İkinci yarıda sahnede duran piyano bilindik Monk parçalarının icra edileceğinin ayak seslerini duyuruyordu.  Öyle de oldu zaten 'Dolmen Music albümünün ilk parçası 'Gotham Lullaby' ile açılış yapıldı. Derken parçalar sırasıyla döküldü Book of Days'den, Facing North'tan... En sevdiklerimizden biri olan 'Education of the Girlchild[1]- The Tale (Dolmen Music, 1979, ECM)'in içine serpiştirdiği 'benim hâlâ telefonum var, benim hâlâ alerjim var..."[2] gibi Türkçe cümlelerle esprili karakterini de ortaya koyuverdi. Seslendirdiği parçalar arasında yine 'Dolmen Music'ten 'Travelling' de bulunuyordu.
İkinci yarı Monk'un müzikal tarihinin de ikinci yarısı gibiydi: daha minimalist tınılarla başladı ve son buldu. Shruti Box eşliğindeki ninniden önceki son parça ise elbette 2008 yılında yine ECM etiketiyle yayınlanan 'Impermanence' albümünden 'Last Song' idi.

Benim açımdan oldukça kafa açıcı bir konser oldu. Dediğim gibi, pratikte birlikte söylemesek (içimden bol bol söyledim) ve "şunun şurası da şöyle olacak" minvalinde (aaa bu da böyleymiş farkındalığı yaratmadığını söyleyemem) bir workshop çalışması olmasa da konserin bana kattığı şeyler pratik anlamda büyük oldu. Öte taraftan 20. yüzyıl avangart müziğinin o ya da bu biçimde içine işlemiş, zaman zaman başka türlere de sirayet etmiş en önemli isimlerden birini sahnede izleme şerefine nail olmak benim için yeterince tatmin ediciydi. 

Konser bütününde bir kompozisyon içeriyordu. Üzerine tek tek düşünülmüş, yüzlercesi arasından seçilmiş parçalar ve bütün çıplaklığı ile Monk bana öğütlediği gibi yapmıştı belli ki: "Yaptığın şey çok değerli ve onu yapmayı hiç bırakma"... O hiç bırakmamıştı. Parça aralarına serpiştirdiği ninnilerin içinde son bir sürprizi vardı: 'dandini dandini dastana'. Söz: anonim, Müzik: Meredith Monk.


Notlar:

Meredith Monk'u yaşamı boyunca hiç duymamış birileri yoktu konserde. İzleyici olaya hakim ve ilgili görünüyordu. Son zamanlarda konsere gelip konser esnasında sosyal medyaya takılanların sayısındaki artış hiç bu konsere sirayet etmedi.

Ben "daha fazla izleyici olur salon dolar taşar" diye düşünürken, tahminim doğru çıkmadı. Ama yine de oran %80 civarında bir doluluktu.

Meredith Monk'un avangartlığının aslında avangart olmadığını söyleyen izleyici yorumları oldu.



Sevgili Ceylan Ertem'in incelikle Meredith Monk'a bir Müzeyyen Senar plağı hediye ettiği de kayıtlara geçsin. 

Kulise girmek için epey uğraşmam gerekti.

Kuliste o ninniyi çok beğendiğini söyledi. "Belki birlikte söyleriz bir gün..." sözüyle ayrıldım yanından.

Bir daha kendisiyle bir araya gelir, yeniden onu izleme şansı bulabilir miyiz bir muamma...

Keşke daha fazla vokalist gelseydi (bir dahaki için temenni).

Meredith Monk albümlerini Opus3a'da bulabilirsiniz.



[1] Parça aynı zamanda 'Piano and Voices' albümünde de yer alıyor.
[2] İngilizce cümleler parçanın içinde aynen bu biçimde bulunuyor "I still have my telephone/ I still have an allergy"

20 Nisan 2016 Çarşamba

Dikkat, saf sevgi içerir!



Geçtiğimiz haftalarda sevgili Özge Ürer'in 'Duvar isimli albümü, dijital platformlarda Monoplay etiketiyle yayınlandı. Şarkıların hepsinin kendine ait olduğu albümde son dönemde birçok farklı ve iyi projeye imza atmış ve atmakta olan müzisyen kadrosu bulunuyor.




"Tutkuyla şarkı nasıl söylenir?" diye soracak olursanız, bu topraklarda somut olarak gösterebileceğim isimlerden biri kuşkusuz Özge Ürer olacaktır. Özge 'yi bildim bileli  şarkıcılığını hep takdir ettim. Birisinin sadece dinleyerek kendini müzikal olarak bu kadar iyi evriltmiş olması ve şarkı söyleme konusunda becerikliliği beni her zaman derinden etkilemiştir. 'Duvar ' albümü ise epeydir beklediğim bir projeydi. Albümün ilk konserinin yapıldığı gece Özge'nin sahnede ne kadar büyüleyici olduğunu bir kez daha hatırladım (5 Mayıs gecesi Beyoğlu Hayal Kahvesi'nde albümün ikinci konseri lansmanı yapılacak). Kocaman sahneyi tutkusuyla, haliyle tavrıyla o kadar iyi dolduruyordu ki...

Albüm, kadrosunda ise birbirinden iyi müzisyenleri barındırıyor: Emre Kula (gitar), Volkan Topakoğlu (bas), Meriç Dönük (arp), Evrim Tüzün (klavye), Onur Başkurt(davul), Mert Fehmi Alatan (trompet) ve Barış Ertürk (saksafon)... 




Albüm ne kadar zamanda oluştu? 
Albüm aslında bundan iki sene önce oluştu. Ama bir çok badire atlattıktan sonra ancak 2016 Mart ayında insanlara ulaşabilir hale geldi. Bu badireler ülkemizin yaşadığı dönemeçler ve bir müzisyenin müzik piyasası içinde yaşadığı zorluklar olarak özetlenebilir.

Şarkıların hepsini sen yazdın... Nasıl yazıldılar?

Aslını istersen şarkıların çoğu sevgiliye yazılmış şarkılar. Yaşanmışlıklar içeriyor, romantik, tutkulu, duygusunu geçiren, kimi zaman mizah içeren sözlerle ifade edilen şarkılar. Ama bu aşk şarkıları; "bana neler ettin", "şöyle acı çekiyorum", "böyle geberiyorum", "sen de gör gününü inşallah" şeklinde günümüz 'acılı', 'ağlak' şarkılarından değil. Aksine seviyorsa sevdiğini kutsayan, kızıyorsa da mizah duygusuyla derdini anlatan bir yapıya sahip. Acı istemiyoruz, sevelim, sevişelim ve derdimiz bu olsun. Benim aşktan anladığım bu ve yazdığım şarkılar da böyle.

'Duvar' bir aşk şarkısı değil ama...

Albümün ismini veren 'Duvar' şarkısı bu anlamda ayrılıyor. Şu anda dünyamızda ve toplumun içinde evinde, işinde, ilişkilerinde, ülkesinde, şehrinde, sistemde, birey olarak kalan, karanlıklarla mücadele etmeye çalışan, yalnız olduğunu hisseden ve buna katlanmak zorunda olmadığını bağıran bizleri anlatıyor aslında. Zaten albümün adının da 'Duvar' olmasında etkisi büyük oldu. İki kere bile düşünmedim öyle diyeyim. Ayrıca altyapı olarak da Pink Floyd, Led Zeppelin, Queen gibi büyük gruplara selam çakan bir şarkıdır. Onların  tınılarını duyabilirsiniz.


Albümde birçok iyi müzisyen arkadaşımızın emeğini görüyoruz... Kimler ne gibi katkılar sağladı?

Albümün oluşumunda çok sevdiğim, her biri enstrümanında müstesna müzisyen dostlarımla çalışma fırsatım oldu. Davullarda eşim Onur Başkurt var. Kendisi ilham kaynağımdır. Bu süreçte bana inanılmaz da destek olmuştur. Gitarlarda Emre Kula, bas ve doublebass’larda Volkan Topakoğlu, klavyede Evrim Tüzün albümün tümünde ve aranjmanlarında benimle bir oldular. İlk çalışmaya başladığımızda evde yemekler hazırlıyor, -fena yemek yapmam söylemesi ayıp- kandırıyorum onları... Benimle çalışsınlar diye elimden geleni yapıyordum /yapıyorum. Çünkü onlarla çalışmak istiyorum. Hepsi çok yoğun deli gibi çalıyor: ikisini bir arada bulmak olay, dördünü bir araya getirmek mucize! Neyse yemekti, sohbetti derken ön çalışmalar yaptık, muazzam aranjmanlar çıktı kısa bir zamanda ve albümü kaydettik. Bir şarkıda trompette Mert Fehmi Alatan ve saksafonda Barış Ertürk eşlik ediyor. Ve de arp enstrümanıyla Meriç Dönük var tabi ki. Meriç, uluslararası bir arp sanatçısı, onunla çalmayı çok istiyordum, o da beni kırmadı ve Türkiye’de alternatif müzik sahnesine 2 tane güzel performans hediye etti, benim şarkılarım da vesile oldu. Albümün artwork’ünden bahsetmek gerekirse, kapak fotoğrafını Atalay Yeni çekti. Bütün tasarımları (logo, monogram, font) ve illüstrasyonları Seher Kış yaptı. Atalay ve Seher de yine çok yakın arkadaşlarım sevdiğim insanlar. Onlar da yeteneklerini konuşturdular. Albümün gözle görünür tarafını çok güzel yansıttılar. Genel olarak şunu söyleyebilirim: A’dan Z’ye çalıştığım insanların hepsiyle sevgi bağım var, hepsi çok iyi dostum, arkadaşım. Saf sevgiyle yapıldı albüm, o yüzden de çok değerli hepimiz için, hepimizin albümü çünkü.


 

Biraz kendinden de bahseder misin? Ne zamandır müzikle ilgileniyorsun?

Ben Ünye doğumluyum, 18 yaşıma kadar Karadeniz’in bu tatlı ilçesinde yaşadım. Ailem müzikle iç içe oldu hep. Babam Selçuk Ürer, yıllardır Ünye Kültür ve Musiki Derneği’nin başkanı. Daha öncesinde de dernekte hep faal vaziyette oldu. Vurmalı çalgılar ve davul üzerine ehilleşmiş. Annem de derneğin korosunda şarkı söylüyor. Tabi burası Ünye’nin müzisyen yetiştirme yuvası. Ailemizin etrafında hep usta sazendeler oldu. Ben de daha 8 yaşındayken bir aile meclisinde enstrümanımım keman olmasına karar verdik. Neyse Türk Musikisi, keman derken, ergenlikle birlikle rock müzik ve bir sürü başka müzik türünü keşfedince bana bir haller geldi, önce gitar çalacağım, sonra şarkı söyleyeceğim derken, Yıldız Teknik Üniversitesi'ni kazandım. 2001 yılında İstanbul’a gelmemle birlikte kendimi sahnede bulmam bir oldu. Sonrası zamanla daha da profesyonelleşen bir müzik hayatı... Bir sürü değerli müzisyenle rock, funk, soul, reggae, elektronik, etnik, deneysel birçok müzik türünde çalışma yapma fırsatı ve önde gelen müzik mekanlarında sayısız sahne alma şansım oldu. Ve sonunda albüm.

Sen aslında Kadıköylüsün de...

Kadıköy bizim evimiz, Avrupa yakasında işimiz olur, vapurdan Kadıköy’e adım attığımız anda, Onur ile bir 'oh' çeker, 'eve geldik' deriz. Ev illa kapısı bacısı olan yer değil işte ev dediğin Kadıköy. Kadıköy kültürüyle, insanıyla, doğasıyla, dokusuyla insanları besleyen bir semt. Bir müzisyen olarak eğer, tren yolunun kenarında yürüyüp de, ağaçlardan, demiryolundan ilham alıp bir şeyler yazabiliyorsam (doku, koku artık ne dersen) daha doğrusu Kadıköy bana bunu yazdırabiliyorsa, "daha ben nerede yaşayayım?" diye sorarım.




18 Nisan 2016 Pazartesi

13 yıldır beklediğim konser:

 Meredith Monk 

Onat Kutlar'ın aynı adlı yapıtı, Selma Köksal ve İpek Değer'in yönetmenliğinde 2013 yılında 'Bahar İsyancıdır' (diğer adıyla 'Onat Kutlar Senfonisi')  Oyuncular Tiyatro Grubu tarafından sahnelenmiş, İlker Görgülü ise müziklerini yapmış, ben de oyunun 'Kurban' sahnesinde sesimle katkıda bulunmuştum. Oyunun galasında oyunculardan biri olan sevgili Sevi Algan'ın annesi Türk tiyatro ve sinemasının önde gelen isimlerinden Ayla Algan ile sesin sahibi olarak tanıştırılmıştım. Ayla Abla, 'sesin kuzeyli birisine ait olduğu' düşüncesine kapılmış ve beğendiğini dile getirmişti. Derken ses ve kullanımı konusunda derin bir muhabbete dalarken bir anda ikimizin de Meredith Monk'tan etkilenen bir tarafı olduğunu fark etmiştim. Ayla Abla benden çok daha şanslıydı çünkü Monk ile birebir atölye çalışması yapmıştı (aynı biçimde müzikal uyum yakaladığımı düşündüğüm arkadaşlarımın da çoğunun bir biçimde Meredith Monk'a uzaktan ya da yakından değmiş olması hiçbir zaman şaşırtmadı).

Beni yakından tanıyanlar Monk'a duyduğum hayranlığı iyi bilirler. Ses kullanma teknikleri, vücudunu tanıma konusunda yol göstericiliği, minimal tınıları, kullandığı tuhaf aralıkları, birlikte ve tek başına iş üretmek konusundaki başarısı, duruşu, yaşı, sayısız işleri ve daha saymadığım bir dolu özelliği ile Monk'un yeri apayrıdır.

Bir şekilde Meredith Monk dinleydiyseniz, hecelemedeki başarısını, yeni dil önermelerini, ses ve sessizlik kullanımı konusunda başarısını az çok biliyorsunuzdur. Bunlara eklenen ama hiçbir şekilde eklektik tınlamayan 'yerel bazı' meseleleri de işlerinin içine ustalıkla yedirdiğinin farkına varmışsınızdır.


Konserini 10 yılı aşkın süredir beklediğim ama bütün bu süre zarfında konser verdiği herhangi bir memlekete gidip performansını izleyip kendisiyle tanışma şerefine nail olmak konusunda pek de cesur olmadığım Meredith Monk sonunda İstanbul'a geliyor (yanına yaklaşacak kadar cesaretim olduğunu hâlâ söylemem). 1942 doğumlu Monk'un  benden yaşlı albümlerinin yenilikçi müzikal duruşu bugün bile üzerine yeni bir şey inşa edilmemiş işlerin temsilidir aslında. Onun yapıtları hakkında konuşmak /yazmak bağlamları konusunda da bir parça bilgi sahibi olmayı gerektiriyor. Birçok müzisyene ve farklı disiplinlerdeki sanatçıya ilham kaynağı olmak konusunda başarılı olan Monk'un farkındalık arttıran büyücü bir tarafının olduğunu da söylemek gerekir. 


Monk'un yapıtlarıyla karşılaştığım neredeyse ilk günden beri canlı olarak onu dinlemenin / izlemenin nasıl bir şey olduğunu merak edip durdum. Bu merak gün geçtikçe heyecana, heyecan ise konser tarihi yaklaştıkça durdurulamaz bir coşkuya dönüşüyor.

meredith monk ile ilgili görsel sonucu

28 Nisan akşamı Zorlu Performans Sanatları Merkezi'nde Garanti Caz Yeşili kapsamında gerçekleşecek konser için gün saymaya çoktan başladım. Hata konser afişini gördüğümde kendimi 'Meredith Monk geliyor!' diye haykırırken buluyorum (mümkünse bedenimin bütün enerjisiyle açığa çıkan ses ile). 




Meredith Monk'un özgeçmişi, yaptığı işler ve albümler hakkında bilgiyi ise elbette sanatçının kendi sitesinden bulabilirsiniz: 



Savruk Yazılar 003 (13 Temmuz Datça- Mesudiye Yangını)

Kask, power bank, su, kumanya, sağlık çantası, kafa feneri…   Yanmaz eldiven, yanmaz gözlük, yanmaz pantolon, yanmaz ayakkabı… Hop orada dur...