20 Nisan 2016 Çarşamba

Dikkat, saf sevgi içerir!



Geçtiğimiz haftalarda sevgili Özge Ürer'in 'Duvar isimli albümü, dijital platformlarda Monoplay etiketiyle yayınlandı. Şarkıların hepsinin kendine ait olduğu albümde son dönemde birçok farklı ve iyi projeye imza atmış ve atmakta olan müzisyen kadrosu bulunuyor.




"Tutkuyla şarkı nasıl söylenir?" diye soracak olursanız, bu topraklarda somut olarak gösterebileceğim isimlerden biri kuşkusuz Özge Ürer olacaktır. Özge 'yi bildim bileli  şarkıcılığını hep takdir ettim. Birisinin sadece dinleyerek kendini müzikal olarak bu kadar iyi evriltmiş olması ve şarkı söyleme konusunda becerikliliği beni her zaman derinden etkilemiştir. 'Duvar ' albümü ise epeydir beklediğim bir projeydi. Albümün ilk konserinin yapıldığı gece Özge'nin sahnede ne kadar büyüleyici olduğunu bir kez daha hatırladım (5 Mayıs gecesi Beyoğlu Hayal Kahvesi'nde albümün ikinci konseri lansmanı yapılacak). Kocaman sahneyi tutkusuyla, haliyle tavrıyla o kadar iyi dolduruyordu ki...

Albüm, kadrosunda ise birbirinden iyi müzisyenleri barındırıyor: Emre Kula (gitar), Volkan Topakoğlu (bas), Meriç Dönük (arp), Evrim Tüzün (klavye), Onur Başkurt(davul), Mert Fehmi Alatan (trompet) ve Barış Ertürk (saksafon)... 




Albüm ne kadar zamanda oluştu? 
Albüm aslında bundan iki sene önce oluştu. Ama bir çok badire atlattıktan sonra ancak 2016 Mart ayında insanlara ulaşabilir hale geldi. Bu badireler ülkemizin yaşadığı dönemeçler ve bir müzisyenin müzik piyasası içinde yaşadığı zorluklar olarak özetlenebilir.

Şarkıların hepsini sen yazdın... Nasıl yazıldılar?

Aslını istersen şarkıların çoğu sevgiliye yazılmış şarkılar. Yaşanmışlıklar içeriyor, romantik, tutkulu, duygusunu geçiren, kimi zaman mizah içeren sözlerle ifade edilen şarkılar. Ama bu aşk şarkıları; "bana neler ettin", "şöyle acı çekiyorum", "böyle geberiyorum", "sen de gör gününü inşallah" şeklinde günümüz 'acılı', 'ağlak' şarkılarından değil. Aksine seviyorsa sevdiğini kutsayan, kızıyorsa da mizah duygusuyla derdini anlatan bir yapıya sahip. Acı istemiyoruz, sevelim, sevişelim ve derdimiz bu olsun. Benim aşktan anladığım bu ve yazdığım şarkılar da böyle.

'Duvar' bir aşk şarkısı değil ama...

Albümün ismini veren 'Duvar' şarkısı bu anlamda ayrılıyor. Şu anda dünyamızda ve toplumun içinde evinde, işinde, ilişkilerinde, ülkesinde, şehrinde, sistemde, birey olarak kalan, karanlıklarla mücadele etmeye çalışan, yalnız olduğunu hisseden ve buna katlanmak zorunda olmadığını bağıran bizleri anlatıyor aslında. Zaten albümün adının da 'Duvar' olmasında etkisi büyük oldu. İki kere bile düşünmedim öyle diyeyim. Ayrıca altyapı olarak da Pink Floyd, Led Zeppelin, Queen gibi büyük gruplara selam çakan bir şarkıdır. Onların  tınılarını duyabilirsiniz.


Albümde birçok iyi müzisyen arkadaşımızın emeğini görüyoruz... Kimler ne gibi katkılar sağladı?

Albümün oluşumunda çok sevdiğim, her biri enstrümanında müstesna müzisyen dostlarımla çalışma fırsatım oldu. Davullarda eşim Onur Başkurt var. Kendisi ilham kaynağımdır. Bu süreçte bana inanılmaz da destek olmuştur. Gitarlarda Emre Kula, bas ve doublebass’larda Volkan Topakoğlu, klavyede Evrim Tüzün albümün tümünde ve aranjmanlarında benimle bir oldular. İlk çalışmaya başladığımızda evde yemekler hazırlıyor, -fena yemek yapmam söylemesi ayıp- kandırıyorum onları... Benimle çalışsınlar diye elimden geleni yapıyordum /yapıyorum. Çünkü onlarla çalışmak istiyorum. Hepsi çok yoğun deli gibi çalıyor: ikisini bir arada bulmak olay, dördünü bir araya getirmek mucize! Neyse yemekti, sohbetti derken ön çalışmalar yaptık, muazzam aranjmanlar çıktı kısa bir zamanda ve albümü kaydettik. Bir şarkıda trompette Mert Fehmi Alatan ve saksafonda Barış Ertürk eşlik ediyor. Ve de arp enstrümanıyla Meriç Dönük var tabi ki. Meriç, uluslararası bir arp sanatçısı, onunla çalmayı çok istiyordum, o da beni kırmadı ve Türkiye’de alternatif müzik sahnesine 2 tane güzel performans hediye etti, benim şarkılarım da vesile oldu. Albümün artwork’ünden bahsetmek gerekirse, kapak fotoğrafını Atalay Yeni çekti. Bütün tasarımları (logo, monogram, font) ve illüstrasyonları Seher Kış yaptı. Atalay ve Seher de yine çok yakın arkadaşlarım sevdiğim insanlar. Onlar da yeteneklerini konuşturdular. Albümün gözle görünür tarafını çok güzel yansıttılar. Genel olarak şunu söyleyebilirim: A’dan Z’ye çalıştığım insanların hepsiyle sevgi bağım var, hepsi çok iyi dostum, arkadaşım. Saf sevgiyle yapıldı albüm, o yüzden de çok değerli hepimiz için, hepimizin albümü çünkü.


 

Biraz kendinden de bahseder misin? Ne zamandır müzikle ilgileniyorsun?

Ben Ünye doğumluyum, 18 yaşıma kadar Karadeniz’in bu tatlı ilçesinde yaşadım. Ailem müzikle iç içe oldu hep. Babam Selçuk Ürer, yıllardır Ünye Kültür ve Musiki Derneği’nin başkanı. Daha öncesinde de dernekte hep faal vaziyette oldu. Vurmalı çalgılar ve davul üzerine ehilleşmiş. Annem de derneğin korosunda şarkı söylüyor. Tabi burası Ünye’nin müzisyen yetiştirme yuvası. Ailemizin etrafında hep usta sazendeler oldu. Ben de daha 8 yaşındayken bir aile meclisinde enstrümanımım keman olmasına karar verdik. Neyse Türk Musikisi, keman derken, ergenlikle birlikle rock müzik ve bir sürü başka müzik türünü keşfedince bana bir haller geldi, önce gitar çalacağım, sonra şarkı söyleyeceğim derken, Yıldız Teknik Üniversitesi'ni kazandım. 2001 yılında İstanbul’a gelmemle birlikte kendimi sahnede bulmam bir oldu. Sonrası zamanla daha da profesyonelleşen bir müzik hayatı... Bir sürü değerli müzisyenle rock, funk, soul, reggae, elektronik, etnik, deneysel birçok müzik türünde çalışma yapma fırsatı ve önde gelen müzik mekanlarında sayısız sahne alma şansım oldu. Ve sonunda albüm.

Sen aslında Kadıköylüsün de...

Kadıköy bizim evimiz, Avrupa yakasında işimiz olur, vapurdan Kadıköy’e adım attığımız anda, Onur ile bir 'oh' çeker, 'eve geldik' deriz. Ev illa kapısı bacısı olan yer değil işte ev dediğin Kadıköy. Kadıköy kültürüyle, insanıyla, doğasıyla, dokusuyla insanları besleyen bir semt. Bir müzisyen olarak eğer, tren yolunun kenarında yürüyüp de, ağaçlardan, demiryolundan ilham alıp bir şeyler yazabiliyorsam (doku, koku artık ne dersen) daha doğrusu Kadıköy bana bunu yazdırabiliyorsa, "daha ben nerede yaşayayım?" diye sorarım.




Hiç yorum yok:

Savruk Yazılar 003 (13 Temmuz Datça- Mesudiye Yangını)

Kask, power bank, su, kumanya, sağlık çantası, kafa feneri…   Yanmaz eldiven, yanmaz gözlük, yanmaz pantolon, yanmaz ayakkabı… Hop orada dur...