24 Ağustos 2016 Çarşamba

Günah senin, suç senin, “100 milyon tık” da senin… Özge Ç. Denizci & Tuğçe Yapıcı



Tuğçe Yapıcı ile birlikte kaleme aldığımız Eypio yazımızdan bir bölüm.


Günah senin, suç senin, “100 milyon tık” da senin…

Özge Ç. Denizci / ozgedenizci@gmail.com


Sayfiye yerlerinden birinde güneşe kendimi vermişken aynı ıptıs müzikler, benzer nakaratlarla ve aynı frekans ve hızda dönüyor. Haliyle benim de başım… Ama birdenbire bütün o şarkıların arasında gitar arpejli bir şarkı başlıyor. Daha ilk sesten belli o hep yaza damgasını vuran şarkılardan biri olmadığı. “Günah benim suç benim, kurdum bırak bu düş benim…” Bu bir isyan şarkısı değil de ne? Diye düşünüyor insan. Tuhaf bir şekilde kendine çekmeye başlıyor şarkı. Bir bakıyorum elim ayağım durmuyor ritim tutuyorum. Derken Eypio‘nun sesi bir tokat gibi patlamıyor da alıp bir yerden başka bir yere sürüklüyor. Ezik değil, isyankâr. Zaten Eypio‘yu bilenler onun olayının bir hayli “isyan” olduğunu bilirler. Şarkının ne formunda ne de armonisinde yeni hiçbir şey yok. İsyankarlığı ise en minöründen. Sessiz, sedasız, çığlıksız…


Devamı için: http://www.kiyimuzik.com/eypio/


14 Ağustos 2016 Pazar

Bu bir sosyal medya iletisidir: Sıla'nın iptal edilen konserleri Hakkında açmazımız ve aymazlığımız

Bu zamana kadar Nuh'un da içinde olduğu bir dolu gazeteci arkadaşım fikirleri yüzünden mesleklerinden oldular. 
Daha önce de yazdığım gibi bir dolu müzisyen arkadaşımın konseri politik sebeplerle iptal edildi. Bu ülkede bir dönem "Müzikte Sansüre Son" diye bir oluşum kuruldu, başı çekenler arasında yer almaktan da onur duyuyorum lakin her şey gibi o da kısa zaman içinde son buldu (yine de birilerine temas edebilmiştik). 
Her hafta Freemuse üzerinden Ferhat Tunç'un şarkılarının yasaklanmasıyla ilgili düzenli mailler aldım /alıyorum.  Başta Grup Yorum (uç bi örnek diyebilirsiniz) olmak üzere bir dolu grup ve müzisyenin fikirleri yüzünden yine konserleri iptal edildi, albümleri basılmadı, sansürlendi vs. 
Şu anda Sıla merkezli dönen birlikteliği takdir etmiyor değilim lakin, şimdiden sonra bütün sansürlenen, işinden edilen herkese destek vereceğinize söz veriyorsanız yaptığınız kampanyaları sürdürün, ününüze ün katmak için değil! (naçizane atarım budur!)

8 Ağustos 2016 Pazartesi

Yerli Yersiz no.1 Bu makam İstanbul Makamı*



İstanbul Makamı yolu İstanbul’a gönlü makam müziğine düşmüş beş müzisyenin yolculuğunun bir kısmına tanıklık ederken, İstanbul’un belli bir çevrede şekillenen müzikal yapısının değişimini de gözler önüne seriyor.  



* Bu yazı Andante Müzik Kültürü Dergisi'nin 117. sayısında yayınlanmıştır.

İstanbul Makamı. Filmin yönetmenliğini daha önce de farklı film projelerine imza atmış Özlem Sarıyıldız ile fotoğrafçılığının yanı sıra udundan çıkan tınıların derinliği ile de tanıdığımız Yunus Emre Aydın üstlenmiş. Zaten müzisyen bağlantılarının çoğu da, zaman zaman sokakta ve farklı mekânlarda müzisyenlerle bir araya gelip meşk eden Yunus sayesinde kurulmuş.

8 Mayıs- 2 Haziran tarihleri arasında düzenlenen 9. İstanbul Belgesel Günleri diğer yaygın adıyla Documentaist’te gösterilen filmlerin içinde biri özellikle dikkatimi çekti:

İstanbul Makamı kendilerinin olmasa da makam müziğinin doğup büyüdüğü bu topraklara idealize ettikleri seslerin izini sürerek gelen ve burada geçici /kalıcı hayatlar kuran beş müzisyenin İstanbul, makam müziği, İstanbul’un müzikal ortamı ve bunların izinden giderken geçtikleri içsel yollarını konu alan bir film.

Filmin Kadıköy TAK’taki gösteriminden sonra yönetmenlerden Özlem Sarıyıldız’a filmin ne kadar zamanda çekildiğini sordum ve “iki yılı biraz geçti” cevabını aldım. Bu iki yılı aşkın süre Türkiye, İstanbul ve özellikle de İstanbul özelinde şekillenen İstanbul’daki müzikal ortamlar açısından çok değerli bir zamandı. Asla susmayacağını bildiğimiz ama bir o kadar da “ya biterse” endişesini ister istemez taşıdığımız filme konu olan müziğin İstanbul’da iki yıl önce farklı bir yerde durduğunu söylememiz gerekiyor. İki yıl önce, çekimlerin önemli bir kısmını kapsayan İstiklâl Caddesi biraz daha farklı bir yapıya sahipti. O değişim başlamış ancak bugünkü kadar ayyuka çıkmamıştı sanki. Şimdilerde İstiklâl’de müzik yapmak şöyle dursun, -sebepleri malum- yürümek bile artık mesele. Şimdilerde vapurda çalanlar da iki yıl önce görmedikleri muameleyi görüyor, gazete yazarlarının köşelerinde bile öteleniyorlar. Zaten vapur müzisyenleri -iyi kötü kısmı ayrı bir yazının tartışma konusudur- güvenlik görevlileri eşliğinde zabıtanın yolunu da tutuyorlar. Oysa müziğin yeri ve zamanı olur mu? İçinden geldiği gibi, hayatın akışı gibi değil midir icra? Filmin içinde yer alan kayıp ya da kullanımı kısıtlanan mekânlar sadece İstiklâl Caddesi ya da vapur ile de bitmiyor üstelik. Filmde de yer bulan bazı mekânlar ya yer değiştirmiş ya da tamamen kapanmış durumda.


Müzikologlarca eleştirilir ya da eleştirilmez, etnomüzikolojiye konu edilir ya da edilmez bilemem; lakin filmde hiçbir şey olmasa bile tarihe önemli bir not düşme var. Sanırım son yıllarda malum mekânlar kullanılarak çekilen filmlerin ortak özelliği şimdi o mekânların ve o mekânlarda şekillenen ilişkilerin değişmeden önceki halini kayıt altına alabilmiş olması. Bu nedenle de değeri büyük. 
İstanbul elbette çoğu müzisyenin önemli durak yerlerinden biri olmuştur. Hiç olmasa konsere gelen müzisyenler bile küfelerine üç beş tını atmış olarak dönmüyorlar mı İstanbul’dan? Ama bu filmde durum biraz farklı... Filmdeki müzisyenlerin çoğu burada kalmış, icra ettikleri enstrümanların ustalarına temas etmiş, Türkçeyi ve daha da önemlisi buranın önemli müzik dilleri arasında gelen makam müziğini içselleştirmişler. İstanbul Makamı’nda yer alan ana karakterler, Kanadalı (Nicolas Royer- Artuso), Bulgaristanlı Chubry- Geordi Dimitrov, ABD’li Samuel Lebovic, Fransalı Pauline Willerval, İltalyalı Alessandro Puglia: hepsi farklı enstrümanlara odaklı müzisyenler. Örneğin Pauline Willerval kemençe çalıyor ve Türkçeyi oldukça iyi konuşuyor. Filmde onun bir enstrüman yapımcısıyla diyaloğuna da şahit oluyoruz. Bu bizim hem müzisyeni daha iyi tanımamızı sağlıyor hem de enstrüman yapımcısının az da olsa pratikliklerine tanıklık etmemizi... Bir sahnede ise müzisyenler ölçüyü bitiriyor ve okunmakta olan ezanı dinlemeye başlıyorlar. Buraya ait olan kültürü ve hatta yaşam biçimini o kadar içselleştirmişler ki müezzinin bile başarısızlığının farkına varıp, “işini hiç sevmiyor galiba” yorumunu yapıyorlar. 

İstanbul Makamı İstanbul’da doğup büyümüş müzisyenlerin ister istemez ıskalayabileceği bir dolu meseleyi İstanbul dışında doğup büyümüş, ‘başka’ kültürlere mensup müzisyenlerin gözüyle görmemizi sağlayan bir film. Her ne kadar etnomüzikolojik bir film olduğunu iddia ediyor değilse de günün müziğinin izini takip ettiği için bu alanda da önemli filmler arasına konulabilecek bir film (etnomüzikolojinin kullandığı teknik, yapı ve yaklaşımı kullanıp kullanmadığı başka bir yazının tartışma konusu) Umarım ki İstanbul Makamı gibi odağı belirlenmiş bir dolu film izleme ve hatta çekme fırsatı bulabilir, müzik tarihine ettiğimiz tanıklığı kayıt altına alıp etnomüzikolojiye hizmet edebiliriz.

Nereden, nasıl izleyeceğiz?

İstanbul Makamı’nın yakında video parçacıkları klipler halinde dijital ortamda dolaşımda olacak. O zamana kadar ise Facebook sayfası üzerinden İstanbul Makamı / Istanbul Notes filmi hakkında olan biteni takip etmeniz mümkün.

Filmi ya da filmden parçacıkları izlediğinizde benim gibi siz de tanıdık yüz göreceksinizdir. Hatta yönetmenlerden öğrendiğimiz kadarıyla filmde kullanılmayan görüntüler de yakın bir zamanda dolaşıma girecek. Tanıdık yüz göremeyenlere ise hikâyeler, tınılar ve de
mekânlarla bunu yaşayacaklardır.
İstanbul Makamı yakın geçmişten fırlıyor ve yakın geliyor.


Ömür’ün anısına...

İstanbul Makamı, 2011 yılının Haziran ayında kaybettiğimiz bağlamanın koma seslerini gitar klavyesine uyarlayan ve iki çalgının bir takım özelliklerini tek çalgıda birleştiren çağlamanın mucidi, Çamur isimli İzmitli bir grup ile kendisinden haberdar olduğumuz ve ardından Hariçten Gazelciler ile müzikal yolculuğuna tanıklık ettiğimiz Ömür Kılıçaslan’ın anısına ithaf edilmiş. Aynı zamanda ozan da olan Ömür’ü biz de bu vesileyle bir kez daha anıyoruz.


Yerli Yersiz no.1 Bu makam İstanbul Makamı*



İstanbul Makamı yolu İstanbul’a gönlü makam müziğine düşmüş beş müzisyenin yolculuğunun bir kısmına tanıklık ederken, İstanbul’un belli bir çevrede şekillenen müzikal yapısının değişimini de gözler önüne seriyor.  



* Bu yazı Andante Müzik Kültürü Dergisi'nin 117. sayısında yayınlanmıştır.

İstanbul Makamı. Filmin yönetmenliğini daha önce de farklı film projelerine imza atmış Özlem Sarıyıldız ile fotoğrafçılığının yanı sıra udundan çıkan tınıların derinliği ile de tanıdığımız Yunus Emre Aydın üstlenmiş. Zaten müzisyen bağlantılarının çoğu da, zaman zaman sokakta ve farklı mekânlarda müzisyenlerle bir araya gelip meşk eden Yunus sayesinde kurulmuş.

8 Mayıs- 2 Haziran tarihleri arasında düzenlenen 9. İstanbul Belgesel Günleri diğer yaygın adıyla Documentaist’te gösterilen filmlerin içinde biri özellikle dikkatimi çekti:

İstanbul Makamı kendilerinin olmasa da makam müziğinin doğup büyüdüğü bu topraklara idealize ettikleri seslerin izini sürerek gelen ve burada geçici /kalıcı hayatlar kuran beş müzisyenin İstanbul, makam müziği, İstanbul’un müzikal ortamı ve bunların izinden giderken geçtikleri içsel yollarını konu alan bir film.

Filmin Kadıköy TAK’taki gösteriminden sonra yönetmenlerden Özlem Sarıyıldız’a filmin ne kadar zamanda çekildiğini sordum ve “iki yılı biraz geçti” cevabını aldım. Bu iki yılı aşkın süre Türkiye, İstanbul ve özellikle de İstanbul özelinde şekillenen İstanbul’daki müzikal ortamlar açısından çok değerli bir zamandı. Asla susmayacağını bildiğimiz ama bir o kadar da “ya biterse” endişesini ister istemez taşıdığımız filme konu olan müziğin İstanbul’da iki yıl önce farklı bir yerde durduğunu söylememiz gerekiyor. İki yıl önce, çekimlerin önemli bir kısmını kapsayan İstiklâl Caddesi biraz daha farklı bir yapıya sahipti. O değişim başlamış ancak bugünkü kadar ayyuka çıkmamıştı sanki. Şimdilerde İstiklâl’de müzik yapmak şöyle dursun, -sebepleri malum- yürümek bile artık mesele. Şimdilerde vapurda çalanlar da iki yıl önce görmedikleri muameleyi görüyor, gazete yazarlarının köşelerinde bile öteleniyorlar. Zaten vapur müzisyenleri -iyi kötü kısmı ayrı bir yazının tartışma konusudur- güvenlik görevlileri eşliğinde zabıtanın yolunu da tutuyorlar. Oysa müziğin yeri ve zamanı olur mu? İçinden geldiği gibi, hayatın akışı gibi değil midir icra? Filmin içinde yer alan kayıp ya da kullanımı kısıtlanan mekânlar sadece İstiklâl Caddesi ya da vapur ile de bitmiyor üstelik. Filmde de yer bulan bazı mekânlar ya yer değiştirmiş ya da tamamen kapanmış durumda.


Müzikologlarca eleştirilir ya da eleştirilmez, etnomüzikolojiye konu edilir ya da edilmez bilemem; lakin filmde hiçbir şey olmasa bile tarihe önemli bir not düşme var. Sanırım son yıllarda malum mekânlar kullanılarak çekilen filmlerin ortak özelliği şimdi o mekânların ve o mekânlarda şekillenen ilişkilerin değişmeden önceki halini kayıt altına alabilmiş olması. Bu nedenle de değeri büyük. 
İstanbul elbette çoğu müzisyenin önemli durak yerlerinden biri olmuştur. Hiç olmasa konsere gelen müzisyenler bile küfelerine üç beş tını atmış olarak dönmüyorlar mı İstanbul’dan? Ama bu filmde durum biraz farklı... Filmdeki müzisyenlerin çoğu burada kalmış, icra ettikleri enstrümanların ustalarına temas etmiş, Türkçeyi ve daha da önemlisi buranın önemli müzik dilleri arasında gelen makam müziğini içselleştirmişler. İstanbul Makamı’nda yer alan ana karakterler, Kanadalı (Nicolas Royer- Artuso), Bulgaristanlı Chubry- Geordi Dimitrov, ABD’li Samuel Lebovic, Fransalı Pauline Willerval, İltalyalı Alessandro Puglia: hepsi farklı enstrümanlara odaklı müzisyenler. Örneğin Pauline Willerval kemençe çalıyor ve Türkçeyi oldukça iyi konuşuyor. Filmde onun bir enstrüman yapımcısıyla diyaloğuna da şahit oluyoruz. Bu bizim hem müzisyeni daha iyi tanımamızı sağlıyor hem de enstrüman yapımcısının az da olsa pratikliklerine tanıklık etmemizi... Bir sahnede ise müzisyenler ölçüyü bitiriyor ve okunmakta olan ezanı dinlemeye başlıyorlar. Buraya ait olan kültürü ve hatta yaşam biçimini o kadar içselleştirmişler ki müezzinin bile başarısızlığının farkına varıp, “işini hiç sevmiyor galiba” yorumunu yapıyorlar. 

İstanbul Makamı İstanbul’da doğup büyümüş müzisyenlerin ister istemez ıskalayabileceği bir dolu meseleyi İstanbul dışında doğup büyümüş, ‘başka’ kültürlere mensup müzisyenlerin gözüyle görmemizi sağlayan bir film. Her ne kadar etnomüzikolojik bir film olduğunu iddia ediyor değilse de günün müziğinin izini takip ettiği için bu alanda da önemli filmler arasına konulabilecek bir film (etnomüzikolojinin kullandığı teknik, yapı ve yaklaşımı kullanıp kullanmadığı başka bir yazının tartışma konusu) Umarım ki İstanbul Makamı gibi odağı belirlenmiş bir dolu film izleme ve hatta çekme fırsatı bulabilir, müzik tarihine ettiğimiz tanıklığı kayıt altına alıp etnomüzikolojiye hizmet edebiliriz.

Nereden, nasıl izleyeceğiz?

İstanbul Makamı’nın yakında video parçacıkları klipler halinde dijital ortamda dolaşımda olacak. O zamana kadar ise Facebook sayfası üzerinden İstanbul Makamı / Istanbul Notes filmi hakkında olan biteni takip etmeniz mümkün.

Filmi ya da filmden parçacıkları izlediğinizde benim gibi siz de tanıdık yüz göreceksinizdir. Hatta yönetmenlerden öğrendiğimiz kadarıyla filmde kullanılmayan görüntüler de yakın bir zamanda dolaşıma girecek. Tanıdık yüz göremeyenlere ise hikâyeler, tınılar ve de
mekânlarla bunu yaşayacaklardır.
İstanbul Makamı yakın geçmişten fırlıyor ve yakın geliyor.


Ömür’ün anısına...

İstanbul Makamı, 2011 yılının Haziran ayında kaybettiğimiz bağlamanın koma seslerini gitar klavyesine uyarlayan ve iki çalgının bir takım özelliklerini tek çalgıda birleştiren çağlamanın mucidi, Çamur isimli İzmitli bir grup ile kendisinden haberdar olduğumuz ve ardından Hariçten Gazelciler ile müzikal yolculuğuna tanıklık ettiğimiz Ömür Kılıçaslan’ın anısına ithaf edilmiş. Aynı zamanda ozan da olan Ömür’ü biz de bu vesileyle bir kez daha anıyoruz.

5 Ağustos 2016 Cuma

10 yıl önce Sziget: Rehber niyetine 1



Bu yıl yine 10-17 Ağustos tarihleri arasında gerçekleştirilecek Sziget Festivali'ni bundan 10 yıl önce izleme fırsatım olmuştu. Döndüğümde ise kenarda durması amacıyla bir şeyler karalamıştım. Sziget'te "10 yıl önce neler olmuştu"yu merak edenler için ve belki de yeni gidecekler için rehber niyetine, Sziget Festivali ve detayları no:1. 









Sziget Festivali

Bundan 14 yıl önce, sadece kendi aralarında eğlenmek isteyen birkaç arkadaşın bir parti olarak başlattığı Sziget Festivali, ilk dört senesinde batmış, beşinci seneden sonra her açıdan profesyonelleşmeye başlamış bir festival olarak sadece ülkesinin değil, tüm Avrupa’nın en büyük festivallerinden biri haline gelmiştir.

Bu yıl 14.’sü düzenlenen ve 9-16 Ağustos 2006 tarihleri arasında, yaklaşık 76 bin metrekarelik alanda gerçekleştirilen festivalde 11 ayrı sahnede, 500’den fazla sanatçı ve grup izleyicisiyle buluşma fırsatını elde etti. Festival alanını anlamak için ise alan üç ayrı renkte bölümlere ayrılmıştır: mavi, sarı ve kırmızı.

Birbirinden farklı tınıların, renklerin, seslerin ve onlara eşlik eden seyirci kitlelerinin buluşma mekanı haline gelen Sziget Festivali’nin izleyici profilini çizmek neredeyse imkansızdı. Avrupa’da konuşulan hemen her dilin bir biçimde festival alanında konuşuluyor olmasının yanı sıra Afrika, Asya ve Amerika kıtalarından da dillerin birbiriyle buluşmasını gün içinde hissetmek mümkündü. Dillerin sustuğu yerde ise müzik zaten bir biçimiyle konuşmanın üstüne çıkmaktaydı.

Festival’in izleyici kitlesi çok kültürlü olduğundan, temel ihtiyaçlar da bu biçimde karşılanmaktaydı. Bir çok farklı yemek stadında hemen her ülkenin lezzetlerine rastlamak mümkündü; Türk Döneri, İtalyan makarna ve pizzası, Çin yemekleri, Pakistan’a özgü lezzetler, Fransız ve tabii ki Macar mutfağından çeşitler… (Varolan bu kadar çeşit yemeğin yanı sıra festival alanında her an hizmet veren marketlerden alışık olunan lezzetler yenebilir ya da evden getirilen yiyecekler de alanda tüketilebilirdi.)

Bu çok kültürlülüğün bir başka göstergesi ise gün içinde birlikte yapılan aktivitelerle pekişiyor, bilmeyenler yeni öğreniyor bilenler ise katılımlarıyla renk katıyorlardı. Bunlardan biri güne erken uyananların birlikte gerçekleştirdikleri, yoga, içsel Çin savaş sanatı olan ve çoğunlukla sağlık ve uzun yaşam amacıyla kullanılan bir terapi olarak uygulanan Tai – Chi, bir gece öncenin yorgunluğunu atmak için Tayland masajı yaptırma, ya da günün herhangi bir saatinde profesyonel dansözler öncülüğünde oryantal dans performanslarına katılabiliyorlardı. Rahatlıyor olmanın yanı sıra, kimi zaman izleyicilere de keyifli anlar yaşatıyorlardı.
Festival’in bir başka alanında kurulmuş olan bir başka alanda ise, Afrika evlerinde kahve içerken, yine Afrikalıların rasta yapmasını izlemek ya da yaptırmak, perküsyon şovlar izlemek veya kahvenin yanında, Osmanlı usulü dekore edilmiş bir çadırın içinde, nargile tüttürmek de mümkündü.

Çok kültürlülük sadece ülkelerle değil, kuşaklararası eğlence alışkanlıkları ve her yaşa hitap edebilen oyuncakların yanı sıra oyunlar da oynanmaktaydı. Büyükler için hızını alamayan ve dengesi olmayan salıncak varken, küçükler için çok daha güvenli olan başka salıncaklar bulunmaktaydı. 60 metrelik bungee jumping ise gerçekten adrenalin isteyenler ve cesareti olanlar için festivalin favorilerindendi. Daha fazla eğlence için ise Sziget Festivali’nde Sziget usulü evlenen çiftler bile oldu.


Çoğu oyuncak tabii ki Festival’le anlaşmalı kimi firmaların sağladığı eğlenceliklerdi. Bunlardan bir tanesi de, bir çikolata firmasının erimiş çikolata içinde insanları güreştirmesiydi. Hediyesi de bir paket çikolataydı. Güreşen gençler havuzdan çıktıktan sonra, alkolün ve eğlencenin de etkisiyle yoldan geçenlere çikolatalarını bulaştırıyorlardı ki bu Sziget’de artık gelenekselleşmiş bir eğlenceydi.

Onbeş yıllık bir festivalin tabii ki gelenekselleşmiş pek çok unsuru vardır. Bunlardan bir diğeri ise, ana sahnede müzik bittiğinde, yol üzerinde bulunan çöp tenekelerine vurarak festival alanının tamamını kapsayacak bir ritmi yaygınlaştırmaktı. Ritim yayıldıkça enerji artıyor, günlerce uykusuz kalmış olan Sziget sakinlerinin enerjileri artıyor, eğlence hiç bitmiyordu.

Eğlenmenin yanı sıra yapılabilecek daha başka pek çok etkinlik, Festival alanında kurulan, Sivil Sziget isimli alanda sakin ve öğretici bir gün de geçirmek, kurulan standlar aracılığıyla pek çok ulusal ve uluslar arası sivil toplum örgütüyle bağlantıya geçmek mümkündü. Uyuşturucuların zararlarının yanı sıra, organik yiyeceklerin yararları, nükleer santrallerin tehditleri, hayvanların doğal dengeye katkıları, trafik kazalarının nedenleri, cinsel hastalıklardan korunma yöntemleri ve daha pek çok konu hakkında bir çok insanla konuşmanın yanı sıra, tartışmak, çeşitli sağlık testlerine katılmak…

Kendi sloganınızı uydurup, herhangi bir konu hakkında fikirlerinizi paylaşmak üzere defterler dolusu yazmak, savaşa karşı el izi bırakmak, gibi pek çok etkinlik bu alanın içinde yapılabilecekler arasındaydı.Bu alanın bir başka özelliği ise, tek bir amfi ve mikrofondan oluşan sahnesinde, isteyen herkesin herhangi bir şey hakkında şarkı söyleyebiliyor oluşuydu. Ya da sadece bir monitörün önünde, karaoke yapabilmek…

Macaristan’ın haber kanalı Hır TV sürekli alanda bulunan çadırından yeni yeni eğlenceli oyunlar ve programlarla Sziget’deydi ve çadırlarının yanında bulunan ekrandan insanlar dans ederken ya da çok ciddi bir tartışma programına katılmışken kendilerini canlı canlı seyredebiliyorlardı.

Festival alanında kurulan pek çok ticari tezgâhtan aradığınız her şeyi satın alabilmenin yanı sıra, çeşitli sponsorların açtığı standlarda dağıtılan hediyelerden de edinilebilmekteydi. Festivalin tezgâhından, festival çantası, şapkası, havanın durumuna göre yağmurluk ya da t-shitler alınabilmekteydi.  

Eğlenmek ve yenilenmek için, vücutların alışık olmadığı yemekleri tatmak, alkollü içeceklerin dozunu bilememek, festival içinde her ne kadar yasak da olsa insan sörfü –body surf – yapmak, konseri en önde izlerken, ezilerek barikatlardan atlamak ya da düşmek gibi bir takım etkinlikler, kimileri için son derece zararlı olabilmekteydi. Bunun için ise, sivil toplum kuruluşlarının verdiği bir takım sağlık hizmetlerin yanı sıra, en büyüğü ana sahnenin yanında bulunmak üzere, bir çok sağlık çadırı, doktor ve hemşireleriyle Festival alanının sağlık güvenliğinden sorumluydular. Bu da izleyiciler için güveni arttırıcı, olumlu bir durumdu.     


Sziget’de genel olarak sahneler ve performans alanları

Ana Sahne – Nagyszinpad

Sziget Festival’inde 11 ayrı profesyonel sahne kuruldu. Bu sahnelerin en büyüğü, dünyada en çok dinlenilen grupların sahne aldığı, Nagyszinpad yani ana sahneydi. Ana sahne, alanın tam ortasına kurulmuştu. Sahne arkası iki ayrı bölümden oluşuyordu. Basın ve konuklar için ayrılmış olan VIP ve sahneye çıkacak olan grupların ön hazırlıklarını yapmaları ve dinlenmeleri için ayrılmış bir başka bölüm.
Ana sahnenin ışıklandırması ve arka dekorasyonu geçenin en sonunda sahne alacak her grup için, her gün ayrı bir düzenlemeyle hazırlanmaktaydı. Sahnede program her gün 16:30’da başlamakta, en son grup, 21:30 civarı sahne almakta ve iki saatlik performansının ardından gece ana sahne için noktalanmaktaydı. Her gün dört ayrı performansın gerçekleştiği sahnenin iki yanında monitörler bulunmakta ve önlerde yer bulamayanların da izlemesi sağlanmaktaydı. Engelliler için ise ana sahnenin rahatlıkla görülebileceği bir yükselti yapılmış, engelliler dışında kimsenin oradan konser izlenmesine izin verilmiyordu.
Konserler bittikten sonra bu alanda meraklısı için çeşitli ışık şovları da yapılmaktaydı

Pannon Dünya Müzikleri Ana Sahnesi – Panon Vilâgzenei Nagyszinpad

Festival alanının olukça uç bir noktasında bulunan ve başlı başına başka bir yerleşim gibi görünen Panon Vilâgzenei Nagyszinpad’da performanslar Saat 17:00 civarı başlıyor, 21:30’da başlayan son grubun performansı ile noktalanıyordu. Sahnede, ana sahnede olduğu gibi, her gün dört performans izlenebiliyordu. Telefon şirketi Pannon’un kurduğu sahnede kimlikleri bağlamında çok daha ‘etnik’ olduğu düşünülen müzisyenler sahne aldı.

Wan2 Sahnesi – Wan2 Szinpad

Dünyanın dört bir tarafından alternatif müzik yapan, kendi ülkelerinde, albüm satışları bakımından da oldukça başarılı ve davetle ya da kendileri baş vurarak katılan grupların sahne aldığı sahnelerden biriydi. Bu sahnede müzikler, saat 17:30’da başlıyor, en son grup sahneye, 02:30’da çıkıyordu. Wan2 Sahnesi, Panon Dünya Müzikleri Ana Sahnesi ve Ana Sahne’den farklı olarak kapalı bir alanda bulunmakta, zemini de ahşap kaplamaydı. Müzikle sallanan salonda dans başladığında ise sallantı daha da fazla artıyordu. Kimi zaman kamera kullanan basın mensuplarının durumdan muzdarip olduğu da gözlemlendi.

Hammer Dünya Sahnesi – Hammerworld Szinpad

Hammer Dünya Sahnesi, festivalin içinde, başka bir festival, Sziget şehrinde ise küçük bir köy olarak tasvir edilebilecek yerlerden biriydi. Kendi yeme – içme alanları, t-shirt ve albüm satış merkezi olan ve herkesin siyahtan başka bir renk taşımadığı, izleyiciyle, kimi müzisyenlerin iç içe olup da sohbet edebildiği, hatta çoğunlukla beraber bira içtiği bu alan metal müzik icracılarının ve izleyicilerinin özerk bölgesi gibiydi.

Bu sahne de köyün içine yerleştirilmiş büyük bir çadırın içe kurulmuştu. Müzisyenlerle, köyün içinde iletişim kuramayan kimi seyircilerle müzisyenler arasında ağız dalaşı ya da benzeri komiklikler de, kimi zaman sahneye taşınıyordu.

Roman Çadırı – Roma Sátor

Roma çadırı ağırlıklı olarak, çingene müziklerinin icra edildiği bir sahneydi. Dünyanın dört bir tarafından özgün çingene müziklerinin buluştuğu bu sahnede konserler, saat 19:00’da başlıyor, saat 00:30’da en grup sahne alıyor, hemen arkasından ise, çeşitli görsellerin izletilmesiyle sahne kapanıyordu. Bu sahne de kapalı bir alanın ortasına kurulmuş sahnelerden biriydi. Ahşap zemini benzerleri gibi müziğin ritmine göre sallanmaktaydı. İzleyiciler ise çoğu ritmik olarak hızlı olan müziklerle beraber dans etmeyi ihmal etmiyorlardı.

Afro - Latin Sahne ve Köyü – Afro - Latin Szinpad És Világfalu

Festivalde biraz dinlenmek ve iyi bir fincan kahve içip, saçlarını Afro – Latin tarzda yaptırmak, sembolik Afrika evlerinde rahatlamak, ya da Afrika enstrümanlarıyla yapılan müziklere yine yerel enstrümanlarla eşlik etmek isteyenler için oldukça yeterli bir yerdi. Kahveler hemen o anda orada yakılmış ocağın üzerinde kavrulmakta ve etrafa kokularını salmaktaydılar.

Bu köyde bir de çeşitli Afro – Latin grupların sahne aldığı küçük bir sahne de bulunmaktaydı. Önceden belirlenmiş konserler, genellikle !8:45 civarı başlamakta, izleyicilerine hareketli dakikalar yaşatmaktaydı. Bu sahnenin bir diğer özelliği ise, Afrika ülkelerinin bayraklarıyla donatılmış olmasıydı.

Diğer Sahneler:
Bahia Sahnesi – Bahia Szinpad
Rockinform Sahnesi – Rockinform Szinpad
Zúzda Sahnesi – Zúzda Szinpad
Tv2 Mega Dans Pop Sahnesi – Tv2 Megatánc Pop Szinpad
Pesti Est Sahnesi – Pesti Est Szinpad
Müpa Jazz Sahnesi – Müpa Jazz Szinpad
Blues Szinpad És Full of Mojo Session Sahnesi – Blues Szinpad És Full of Mojo Session Szinpad
Port. HU Talentum Sahnesi – Port . HU Talentum Szinpad

Sziget festivalinde hemen her sahneyi izlemek pek mümkün değildi. Hatta festival boyunca, dağıtılan broşürlerden edinilerek bilinçli bir biçimde hangi sahnede kimlerin performanslarının olacağını takip etmek ve programlı bir biçimde hareket etmek gerekmekteydi. Bu yüzden adı yazılı sahneler takip ya edilemeyen ya da hatırlanamayan sahneler arasında yer almaktadır.

Sihirli Ayna – Magic Miror

Her ne kadar adı sihirli ayna olsa da festival alanında ana sahneye diğer sahneler kadar uzak bir mesafede olmayan bu performans merkezinin dekorunda gerçekten de birkaç ayna bulunmakta. Bu alanda geceleri düzenlenen şovlar, defileler ve ara sıra konserlerin yanı sıra gündüzleri Macarca alt yazılı dünya ya da İngilizce alt yazılı Macar sinemalarından örnekler de izlemek mümkündü. Dans ve zenne gösterilerinin bir kısmı bu alanda gerçekleşmekteydi. Küçük bir amfi tiyatroyu andıran bölüm, kapalı bir alandan oluşmaktaydı.

Luminarium – Luminarium – Levity II

“Mimari erkekler tarafından inşa edilmiş bir yapı için
Boyası renklerin kullanımının ve karışımının sanatı için tasarlamış.
Performans, ziyaretçilerin duygusuz olmayan, katılımı
Fakat bunlardan hiç biri, bir şey kesinlikle: sanat”
                                                           Luminarium Tasarımcıları

Luminarium, 800 metrekarelik bir alana kurulmuş ve renkli labirentlerden oluşan bir alandı. İçleri havayla doldurulmuş, bir mekan tasarımıdır. Mimari olarak yenilikçi bir üslubu benimsemektedir. İslamî mimarinin yanı sıra, doğal geometrik unsurlar kullanılmaktadır. Camilerin kubbelerinden esinlenerek yuvarlak hatlar oluşturulmuştur.  Değişik renklerden oluşan koridorların içinde insanların rahatlaması hedeflenmektedir.

İçeriye girerken bir kılavuz, içeride nelerin yapılıp, nelerin yapılmaması gerekliliğini anlatmaktadır. Ayakkabılar ve yüklü çantalar Luminarium’un dışında bırakılmaktadır. 14 yaşın altındaki çocuklar içeriye sadece ebeveynleriyle beraber alınmakta, içeride ise 15 dakikadan fazla kalınmaması tavsiye olunmaktadır.

Mekan hava yoluyla ayakta durmakta olduğundan, girişte itici bir hava akımıyla karşılaşılmaktadır. İngiliz mimarlar tarafından yaratılmış Luminarium’da LevityII Sziget Festivali’nde sergilenen bir çeşittir. Levity II dışında da pek çok farklı mimari çeşitlilikte Luminarium bulunmaktadır. Festivalin ilginç alanlarından biri olan Luminarium, 15 dakikalığına da olsa rahatlamak ve eşsiz bir mimarinin içinde bulunmak isteyenler için unutulmazdı.

Macar Televizyonu Tiyatro ve Dans Çadırı – Magyar Televízió Szíház - És Táncsátor
 
Bu alan diğer sahnelerden farklı olarak modern sanatın örneklerinin izlenebileceği bir sahneydi. Macaristan’ın ulusal televizyonu tarafından kurulmuş alanda, dünyanın pek çok yerinden sanatçılar katılmıştı. Tiyatro performanslarının yanı sıra, dansçıları da izlemek mümkündü. Bu çadırın etrafında örgütlenen alanda sadece tek bir sahne bulunmamaktaydı: Grass adı verilen bir mekan, açık hava sahnesi, tiyatro çadırı ve performans çadırı olarak 4 ayrı platform bulunmaktaydı. Uzakdoğu sanatlarından, Türkiye’ye pek çok performansı izlemenin mümkün olduğu sahnede, saat 20:00’da başlayan performanslar, son ekibin saat 00:00’da sahne almasıyla sona ermekteydi.

Etnografik ve  El Sanatları Yeri – Etnographic and Handicraft Site


Bu alan adında anlaşılacağı gibi Macaristan’dan dışından gelmiş olanlar için kurulmuş bir alandı. Bu senen ilk defa festival içinde böyle bir atölye kurulmaktaydı. Gezip, Macar geleneksel el sanatları hakkında fikir edinmenin yanı sıra, her gün saat 12:00’dan 20:00’a kadar süren atölyelerde, el sanatlarının yapımı konusunda fikir de edinilebilmekteydi. 

Üç Ayrı Noktada Benzer Eğlenceler:

Dev Sokak Tiyatrosu – Nagy Utcaszínházak
Otomatik Tiyatro – Teatro de Automatas 
Gezici Eğlence Panayırı – Vándor Vurstli


Bu ayrı nokta, birbirlerine oldukça yakın bir alanda kurulmuştu. Avrupa’nın gezici tiyatrolarıyla, İspanya’nın otomatik kuklalarının butluğu bir alandı. Etrafında çadırların kurulu olduğu bu alan festivalden farklı da bir havaya sahipti. Ateş gösterilerinden, ateş dansçılarına, hokkabazlardan, dev kuklalara kadar, kimi zaman festival alanında dolaşarak gösterilerine izleyici toplamaya çalışan ekiplerin performanslarını izlemek mümkündü.


Son derece yüksek enerjileriyle, seyircilerin de katılımına izin veren performansçıların büyüleyici gösterilerini sadece Avrupa’nın tek tek kentlerinde dolaşmaya gerek kalmadan bir arada izleyebilmek için bulunmaz bir fırsattı.


Sessiz Disko – Silent Disco


Her gece bin kulaklıkla hizmet vermekte olan sessiz diskonun en büyük özelliğinin içeriden hiç müzik sesinin gelmiyor oluşuydu. Müzik sesinin yerini, kulaklıklardan gelen müziklerin coşkusuyla çığlık atmakta olan insanların sesiydi.


Saat 21:00 civarı hizmet vermeye başlayan diskoda müzik sabah saat 04:00’a kadar devam etmekteydi. İki ayrı kanal bulunan kulakların, birinci kanalında, dünya dans müziklerinden, ikinci kanalından ise, Macar Underground müziklerinden örnekler eşliğinde dans etmek mümkündü. Kulaklıkların sayısının bin olmasına rağmen, ana sahnede müzik bittikten sonra eğlenceye doymayanlar sessiz diskonun önünde uzun kuyruklar oluşturmaktaydılar.

Octopus Multi - Art Alanı – Octopus Összmüvészeti Helyszin


Bu alan festivalin içinde farklı bir alanda kurulmuş olan bir alandı. Renkli ışıkları takip ederek rahatlıkla bulunabilen alan içinde, pek çok farklı performans, sergi, multi – medya gösterileri, üniversite öğrencilerinin disiplinlerarası işlerinin takip edilmesi mümkündü. Bütün bunların yanı sıra profesyonel sanatçılar eşliğinde workshoplara da katılıp, yeni bir şeyler öğrenilerek, tasarımlar yapılabilirdi.
Alan içindeki kapalı sergi mekanlarında geceleri banttan verilen konserleri izlerken uyuya kalınmaya da izin verilmekteydi. Öyle ki güvenlik görevlileri içeride uyuyanlar varken, serginin gezilmesine ya da içeriye girilmesine izin vermiyorlardı.

Mokka Cuka ve Diğer Alanlar


Festivalde sabaha kadar dans edilebilecek pek çok farklı disko alanının kimisinde canlı müzikler, kimilerinde ise djler eşliğinde sabahın ilk ışıklarına kadar dans etmek mümkündü. Mokka Cuka da bunlardan sadece biriydi. Avrupa’nın pek çok yerinden gelmiş djler eşliğinde dans edilebilirdi. Dinlenmek için ise dış mekanlarda kurulmuş masalarda oturmak, yemek yemek ya da  bir çok farklı milletten insanlarla sohbet edilebilirdi.




 Festivalin Yayınları


Festivale gitmeden önce festivalde nelerle karşılaşılacağına dair, ulaşımdan, alan dışında kalınabilecek yerlere, hangi sahnede kimin performansının izlenebileceğine kadar hemen her soru cevap alınabilecek bir resmi internet sitesi bulunmaktadır. Dolayısıyla bu internet sitesinden pek çok bilgi edinilip, hazırlıklı gitmek mümkündü.

Festivalin başından sonuna kadar nerede ne olduğunu ve içeriğini anlatan, içinde performans merkezlerinin nereler olduğunu gösteren bir haritanın da bulunduğu kalın kitapçıklar kılavuz olmaktaydı. Kimsiyse hiç bir şey sormaya gerek bıraktırmayan kitapçıkların pek çok artısı bulunmaktaydı bunlardan biri ise, yiyecek ve içecek fiyatlarının kitapçıkların arkasında ilan edilmiş olmasıydı. Böylelikle, izleyiciler neye ne kadar para vermesi gerekliliğinin bilinciyle hareket etmesini sağlanmıştı.

İngilizce ve Macarca  olarak iki ayrı dilde, dilde basılan kitapçıkların yanı sıra, Budapeşte’de günlük olarak metro ve kafelerden ücretsiz olarak edinilebilen günlük küçük gazete: Metro, Sziget Festivali’nde, neler olup bittiğinden her gün haber vermekteydi. Bu gazetenin 4. ve 5. sayfaları ise yabancı konuklar için İngilizce olarak basılmaktaydı. 

Bazı diğer yerel yayıncılar ise festivale özel basmış oldukları dergileri ücretsiz dağıtmaktaydılar. Ancak bunların pek çoğu Macar’caydı. Bunlardan biri ise ulusal gazetelerden biri olan ve çadırı ana sahnenin karşı çaprazında bulunan Népszabadság idi.

Basına özel çıkan günlük raporlar ise, VIP’den her günün ayrı ayrı gelişmelerini anlatırken, kaç izleyicinin nerede neyi seyrettiğini belirtmekteydi. Basın için kullanılan ve basın toplantılarının yanı sıra, çeşitli seminerlerin de yapıldığı profesyonel alanda ise, çeşitli fotoğraf, DVD, katalog ve rapor gibi dokümanlardan edinilmek mümkündü.


 İzlenilen Festival Performanslarından Bazılarının Değerlendirilmesi


Sziget’de festivalin tamamını izlemek imkansız olduğundan ancak, seçilmiş ya da tesadüfen karşılaşılmış performansların gözlemleri yapılabildi. Festivale ise ikinci gün dahil olunabildi ve konserler ikinci günden itibaren izlenebildi. 

Savruk Yazılar 003 (13 Temmuz Datça- Mesudiye Yangını)

Kask, power bank, su, kumanya, sağlık çantası, kafa feneri…   Yanmaz eldiven, yanmaz gözlük, yanmaz pantolon, yanmaz ayakkabı… Hop orada dur...