8 Ağustos 2016 Pazartesi

Yerli Yersiz no.1 Bu makam İstanbul Makamı*



İstanbul Makamı yolu İstanbul’a gönlü makam müziğine düşmüş beş müzisyenin yolculuğunun bir kısmına tanıklık ederken, İstanbul’un belli bir çevrede şekillenen müzikal yapısının değişimini de gözler önüne seriyor.  



* Bu yazı Andante Müzik Kültürü Dergisi'nin 117. sayısında yayınlanmıştır.

İstanbul Makamı. Filmin yönetmenliğini daha önce de farklı film projelerine imza atmış Özlem Sarıyıldız ile fotoğrafçılığının yanı sıra udundan çıkan tınıların derinliği ile de tanıdığımız Yunus Emre Aydın üstlenmiş. Zaten müzisyen bağlantılarının çoğu da, zaman zaman sokakta ve farklı mekânlarda müzisyenlerle bir araya gelip meşk eden Yunus sayesinde kurulmuş.

8 Mayıs- 2 Haziran tarihleri arasında düzenlenen 9. İstanbul Belgesel Günleri diğer yaygın adıyla Documentaist’te gösterilen filmlerin içinde biri özellikle dikkatimi çekti:

İstanbul Makamı kendilerinin olmasa da makam müziğinin doğup büyüdüğü bu topraklara idealize ettikleri seslerin izini sürerek gelen ve burada geçici /kalıcı hayatlar kuran beş müzisyenin İstanbul, makam müziği, İstanbul’un müzikal ortamı ve bunların izinden giderken geçtikleri içsel yollarını konu alan bir film.

Filmin Kadıköy TAK’taki gösteriminden sonra yönetmenlerden Özlem Sarıyıldız’a filmin ne kadar zamanda çekildiğini sordum ve “iki yılı biraz geçti” cevabını aldım. Bu iki yılı aşkın süre Türkiye, İstanbul ve özellikle de İstanbul özelinde şekillenen İstanbul’daki müzikal ortamlar açısından çok değerli bir zamandı. Asla susmayacağını bildiğimiz ama bir o kadar da “ya biterse” endişesini ister istemez taşıdığımız filme konu olan müziğin İstanbul’da iki yıl önce farklı bir yerde durduğunu söylememiz gerekiyor. İki yıl önce, çekimlerin önemli bir kısmını kapsayan İstiklâl Caddesi biraz daha farklı bir yapıya sahipti. O değişim başlamış ancak bugünkü kadar ayyuka çıkmamıştı sanki. Şimdilerde İstiklâl’de müzik yapmak şöyle dursun, -sebepleri malum- yürümek bile artık mesele. Şimdilerde vapurda çalanlar da iki yıl önce görmedikleri muameleyi görüyor, gazete yazarlarının köşelerinde bile öteleniyorlar. Zaten vapur müzisyenleri -iyi kötü kısmı ayrı bir yazının tartışma konusudur- güvenlik görevlileri eşliğinde zabıtanın yolunu da tutuyorlar. Oysa müziğin yeri ve zamanı olur mu? İçinden geldiği gibi, hayatın akışı gibi değil midir icra? Filmin içinde yer alan kayıp ya da kullanımı kısıtlanan mekânlar sadece İstiklâl Caddesi ya da vapur ile de bitmiyor üstelik. Filmde de yer bulan bazı mekânlar ya yer değiştirmiş ya da tamamen kapanmış durumda.


Müzikologlarca eleştirilir ya da eleştirilmez, etnomüzikolojiye konu edilir ya da edilmez bilemem; lakin filmde hiçbir şey olmasa bile tarihe önemli bir not düşme var. Sanırım son yıllarda malum mekânlar kullanılarak çekilen filmlerin ortak özelliği şimdi o mekânların ve o mekânlarda şekillenen ilişkilerin değişmeden önceki halini kayıt altına alabilmiş olması. Bu nedenle de değeri büyük. 
İstanbul elbette çoğu müzisyenin önemli durak yerlerinden biri olmuştur. Hiç olmasa konsere gelen müzisyenler bile küfelerine üç beş tını atmış olarak dönmüyorlar mı İstanbul’dan? Ama bu filmde durum biraz farklı... Filmdeki müzisyenlerin çoğu burada kalmış, icra ettikleri enstrümanların ustalarına temas etmiş, Türkçeyi ve daha da önemlisi buranın önemli müzik dilleri arasında gelen makam müziğini içselleştirmişler. İstanbul Makamı’nda yer alan ana karakterler, Kanadalı (Nicolas Royer- Artuso), Bulgaristanlı Chubry- Geordi Dimitrov, ABD’li Samuel Lebovic, Fransalı Pauline Willerval, İltalyalı Alessandro Puglia: hepsi farklı enstrümanlara odaklı müzisyenler. Örneğin Pauline Willerval kemençe çalıyor ve Türkçeyi oldukça iyi konuşuyor. Filmde onun bir enstrüman yapımcısıyla diyaloğuna da şahit oluyoruz. Bu bizim hem müzisyeni daha iyi tanımamızı sağlıyor hem de enstrüman yapımcısının az da olsa pratikliklerine tanıklık etmemizi... Bir sahnede ise müzisyenler ölçüyü bitiriyor ve okunmakta olan ezanı dinlemeye başlıyorlar. Buraya ait olan kültürü ve hatta yaşam biçimini o kadar içselleştirmişler ki müezzinin bile başarısızlığının farkına varıp, “işini hiç sevmiyor galiba” yorumunu yapıyorlar. 

İstanbul Makamı İstanbul’da doğup büyümüş müzisyenlerin ister istemez ıskalayabileceği bir dolu meseleyi İstanbul dışında doğup büyümüş, ‘başka’ kültürlere mensup müzisyenlerin gözüyle görmemizi sağlayan bir film. Her ne kadar etnomüzikolojik bir film olduğunu iddia ediyor değilse de günün müziğinin izini takip ettiği için bu alanda da önemli filmler arasına konulabilecek bir film (etnomüzikolojinin kullandığı teknik, yapı ve yaklaşımı kullanıp kullanmadığı başka bir yazının tartışma konusu) Umarım ki İstanbul Makamı gibi odağı belirlenmiş bir dolu film izleme ve hatta çekme fırsatı bulabilir, müzik tarihine ettiğimiz tanıklığı kayıt altına alıp etnomüzikolojiye hizmet edebiliriz.

Nereden, nasıl izleyeceğiz?

İstanbul Makamı’nın yakında video parçacıkları klipler halinde dijital ortamda dolaşımda olacak. O zamana kadar ise Facebook sayfası üzerinden İstanbul Makamı / Istanbul Notes filmi hakkında olan biteni takip etmeniz mümkün.

Filmi ya da filmden parçacıkları izlediğinizde benim gibi siz de tanıdık yüz göreceksinizdir. Hatta yönetmenlerden öğrendiğimiz kadarıyla filmde kullanılmayan görüntüler de yakın bir zamanda dolaşıma girecek. Tanıdık yüz göremeyenlere ise hikâyeler, tınılar ve de
mekânlarla bunu yaşayacaklardır.
İstanbul Makamı yakın geçmişten fırlıyor ve yakın geliyor.


Ömür’ün anısına...

İstanbul Makamı, 2011 yılının Haziran ayında kaybettiğimiz bağlamanın koma seslerini gitar klavyesine uyarlayan ve iki çalgının bir takım özelliklerini tek çalgıda birleştiren çağlamanın mucidi, Çamur isimli İzmitli bir grup ile kendisinden haberdar olduğumuz ve ardından Hariçten Gazelciler ile müzikal yolculuğuna tanıklık ettiğimiz Ömür Kılıçaslan’ın anısına ithaf edilmiş. Aynı zamanda ozan da olan Ömür’ü biz de bu vesileyle bir kez daha anıyoruz.

Hiç yorum yok:

Savruk Yazılar 003 (13 Temmuz Datça- Mesudiye Yangını)

Kask, power bank, su, kumanya, sağlık çantası, kafa feneri…   Yanmaz eldiven, yanmaz gözlük, yanmaz pantolon, yanmaz ayakkabı… Hop orada dur...