5 Ocak 2017 Perşembe

Sömürüye karşı "Birleşik Müzisyen Cephesi" ya da "b*kunda boğul(mak)..."

Sorulması gereken soru, "2016'da müzik nasıldı?" değil "2016'da müzisyen nasıldı?" olmalı...

2016'nın müzikleri iyiydi, güzeldi, hoştu... Birbirine çorba edilmiş listelerle bunu net bir şekilde gördük. Bu adı geçen müzisyenlerin dışında sadece birkaç kişinin daha ilgisini çekti ve ilgisini çektiği albümü gidip almak yerine stream olarak dinlemeyi tercih etti. Peki, bu dinlenilme müzisyene ne kattı? Cevap veriyorum: 0,099 Dolar. Peki Youtube ya da Spotify gibi stream müzik dinlenilen dağıtımcılar ne kazandı? Dünyaları... 


Başa dönelim. Önce plak şirketleri vardı ki halen varlar. Bu plak şirketleri müzisyenleri verdikleri konserler üzerinden %30 gibi rakamlar alarak sömürüyorlardı ki hala sömürmeye devam ediyorlar. Konser başı mutlaka sigortası yapılması gereken sistemciden, bas gitariste konser boyunca kim varsa çalışan sadece yevmiye alıyor ve evine neredeyse sadece ekmek parasını götürebiliyor. Aynı biçimde bir albümün yapılması ve ortaya çıkarılması süreci de pek farklı değil. Müzisyenlerin ve teknik ekipte çalışan kim varsa albüm yapım süreci boyunca -şirketlerin kendi çalışanları dışında- sigortaları yapılmıyor ve yine kayıt başına "küçük" rakamlar alıyorlar. Bu durum otuz yılı aşkın zamandır Türkiye'de böylece sürüp gidiyor. Hatta kendi albümünü yapmak isteyen müzisyenler ceplerinden hatta bazen de yokluktan banka borçlarıyla albümlerini yapmayı sürdürüyorlar. Geri dönüş ise birkaç konserden sağlayabildikleri oluyor ki daha önce dediğim gibi büyük plak şirketleriyle bir anlaşmanız varsa o konserlerin belli bir kısmı da plak şirketlerinin cebine gidiyor.


Gelelim stream meselesine. Konuştuğum birçok müzisyen görünür olmak adına muvafakatname imzaladıklarını ve mecbur oldukları için iTunes ve Spotify ve Youtube gibi anaakım dağıtımcılarda parçalarını döndürdüklerini söylüyorlar. Ancak ne kadar çok tıklanırsa tıklansın müzisyenler bu işten çok az rakamlar kazanabiliyorlar.


2016'yı geride bıraktığımız ve 2017'nin umutlarına kendimizi kaptırdığımız bugünlerde, liste başı olduğundan daha çok ya da kimin en iyi albüme imza attığından daha çok sorulması gereken sorunun "Müzisyen nasıl kurtulacak?" sorusu olduğunu düşünüyorum. Bunun için bir öneri olarak bağımsız labellarla hareket etmek bana gerçekçi gelse de dijital dağıtımda yine o labellar da söz konusu dijital dağıtımcılarla birlikte çalıştığından bu sadece züğürt tesellisi gibi tınlıyor.    
Bant Dergi'sinden Ekin Sanaç, J. Hakan Dedeoğlu ve Cem Kayıran'ın hazırladığı "Müzik insanları "streaming" hakkında ne düşünüyor başlıklı dosya'da Aidan Baker'ın yanıtından Spotify için sarf ettiği cümle kulaklarımda ve gözlerimde patlayıp duruyor: "...müzisyenlere fayda  sağladığını söyleyip, karşılığında çok az şey kazandıran bir tür parazit endüstri fenomeni olduğunu düşünüyorum." Durum daha iyi özetlenemezdi herhalde.

Bunu müzik dışındaki üretim biçimleriyle anlatmak gerekirse, siz bir mandalina (bu aralar en çok onlar kan ağladığı için bunu seçtim) üreticisisiniz ve ürünlerinizi yetiştiren ağacın suyunu veriyor, güneşini sağlıyor, gübreliyor, diplerini çapalıyor, tomurcuklanmasını ve meyve vermesini bekliyorsunuz (üretici müzisyen). Sonra meyveler olgunlaşınca işçilerinizle ürünleri toplamaya başlıyorsunuz (icracı müzisyenler). Biri kamyonuyla geliyor, üreticiye cüzi bir rakam ödüyor, onları hale götürüyor (plak şirketleri). Halde üreticiden aldığı rakamın üstüne daha fazla kâr marjı koyarak pazarcıya satıyor. Pazarcı / dağıtımcı yani ürünü halka buluşturan kişi (Spotify, Deezer, Youtube, iTunes) hem üreticiden hem de haldeki adamdan daha fazla bir kâr marjı ile tüketiciye ürünü sunuyor. Müzikte ister parçayı satın almış olun isterseniz de aylık aboneliklerle stream olarak dinleyin mutlaka dağıtımcıya dinleyici olarak bir ödeme yapıyorsunuz. "Ödeme yapmıyorum ben" diyenler için ise, dağıtımcının parça aralarında küt diye çıkan reklamlardan para kazanıyor olduğunu söylememe gerek yok sanırım. Bir de çoğunlukla dinleyiciler -ki benim bile başıma geliyor- genellikle şarkıları şöyle bir dinleyip geçiyor. Yani kimsenin aklında -eğer bir yerlerde albüm hakkında övücü sözler söylenmemiş ve müzik kulağına güvendiğiniz kişiler tarafından size tavsiye edilmemişse- şarkı ya da müzisyen adı, tınısı kalmıyor. Yani sürekli ve hızlı bir tüketim söz konusu.


Bütün bu bahsettiğim sorunlara ilişkin müzisyenlerin kafa kafaya verip düşünmesi ve bunu yaparken de egolarından sıyrılması gerektiğini düşünüyorum. Üstelik müzik yazarlarının da aynı biçimde bir araya gelip "Dağıtımcının sömürüsüne karşı nasıl bir yöntem izlenmeli" konusunda beyin fırtınaları yapılmalı. Belki var olan müzisyen sendikası ile konuşup sömürüye karşı bir biçim geliştirilmeli. Zaten iptal edilen konserleriyle canına okunan, sansürden geçim sıkıntısına bir dolu sorunla uğraşan  müzisyenler ve müzik yazarları bunu bugün yapmazsa ne zaman yapacak? Bu süreçte en çok da kendi ününün dışından bakabilen müzisyenlere ihtiyaç duyuluyor. 2016'da yapamadığımızı 2017'de yapamazsak gerçekten b*kumuzda boğulacağız! Belki de çözüm kendi bağımsız ağımızı oluşturmaktan geçiyordur.

Hiç yorum yok:

Savruk Yazılar 003 (13 Temmuz Datça- Mesudiye Yangını)

Kask, power bank, su, kumanya, sağlık çantası, kafa feneri…   Yanmaz eldiven, yanmaz gözlük, yanmaz pantolon, yanmaz ayakkabı… Hop orada dur...