17 Ocak 2017 Salı

Duayenlerin gözünden yeni nesil gitaristler*

Başlangıç notu: Bir süreliğine de olsa tartışmalara neden olan ve Asım Can Gündüz'ün anısına ithaf ettiğim dosya konusunu hazırlayan kişi olarak, en sağlıklısının dosyayı direkt olarak paylaşmak olduğunu düşündüm. Ayrıca dosya için görüş veren bütün gitaristlere de teşekkür ederim. Çeşitli spekülasyonlara neden olan dosya konusunun yapılma amacı aslında, bugüne projeksiyon tutarak geleceğe kalacak bir veri oluşturmaktı. Ancak kimilerince sosyal medya ortamlarında hakkında yazılanlar, her iyi niyetli iş gibi bunun da "kötü" anılmasına sebep oldu. İşte o dosya konusunun tamamı. Takdir sizin... 

Son yıllarda adını yurtiçi ve yurtdışında verdikleri konserleriyle daha çok duyduğumuz, bazılarının albümlerini ve kayıtlarını bildiğimiz yeni nesil gitaristlerimizi daha yakından tanımak ve başarılarının ardındaki sırrı anlamak için Türkiye'nin duayen gitarist ve gitar öğretmenlerine yeni kuşak gitaristleri sorduk. Hazır gitaristler konusu açılmışken Türkiye'de gitarın ve gitaristlerin hal ve durumları ile gelecekte onları neler beklediğini de konuşmadan edemedik.


Türkiye'de gitaristlerin son yıllarda hem yurtiçi hem de yurtdışında pek çok başarıya imza atması ve hali hazırda söz konusu gitaristlerin sayısındaki artış dikkat çekici. Üstelik sayısı ve başarısı hızla artan gitaristlerimizi takip etmek de -ne mutlu ki- oldukça zor. Bu durum Türkiye'de gitar öğretiminin ne kadar başarılı olduğunun da göstergelerinden.

Prof. Dr. Ahmet Kanneci ile gitar öğrenimine başlayan Emre Sabuncuoğlu, Eren Süalp, Özcan Dal, Emre Gökalp ve sonraki yıllarda yine Kanneci ile öğrenimine devam eden Erkan Karagülle Türkiye'nin yeni kuşak gitaristleri arasında yer alan isimler arasında. Babası Dr. Mehmet Refik Kaya ile gitar öğrenimine başlayan, sonraki yıllarda Yusuf Doğan Büyüköğüt, Hasan Cihat Örter ve Raffi Arslanyan ile çalışma fırsatı yakalayan  Celil Refik Kaya ise öne çıkan bir diğer isim. Dr. Kürşat Terci'nin öğrencisi olan Ayşegül Koca  ve Sinan Kurşun; Mete Çarıkçı'nın önderliğinde gitar çalışmalarına başlayan Alp Ozan Bursalıoğlu; Carlo Domeniconi ve Fanio Zanon, Marco Socias, Carlos Barbosa-Lima, Ricardo Moyano ve Kağan Korad gibi isimlerle birlikte çalışma fırsatı bulan Kazım Çokoğullu ve yine Korad'ın öğrencilerinden Ceren Baran klasik gitar arenasında duayen gitarist ve gitar öğretmenlerinin dikkatini çeken yeni nesil gitaristlerden. Bu isimlerin yanı sıra, dikkat çeken diğer isimler ise yine yurtiçi ve yurtdışında başarılı işlere imza atan Doruk Okuyucu, Alper Kargın, Ceyhun Güneş, Dinçer Dedeoğlu, Güray Alyörük, Hande Cangökce, Sevcan Tahtacı Çukur, Oğuz Öz, Hasan Meten, Cem Çeliksırt, Ozan Coşkun, Özberk Miraç Sarıgül, Aylin Çelik, Cem Şivan Ergül, İmge Ceren Aydeniz, Bahar Türker...

Yeni kuşak klasik gitar icracıları denlince akla gelen bu isimler başarılı performanslarıyla yollarına devam ededursun caz gitarda da öne çıkan isimler mevcut. Özellikle Bilgi Üniversitesi'nin kurulmasından sonra Türkiye'de gözle görünür düzeyde artış yaşanan caz müziği ve caz gitar performansında ise yine yurtiçi ve yurtdışı konserlerde sık sık adını duyduğumuz gitaristler bulunuyor.  Duayenlerin adını paylaşmaktan onur duyduğu bazı gitaristler ise şöyle: Ricky Ford, Marcus Miller ve Diana Reeves gibi isimlerle aynı sahneyi paylaşan Bahane ve Patika isimli iki solo albümü de bulunan Bilgi Üniversitesi Caz Performans Bölümü mezunu Bilal Karaman; Kamil Özler, Neşet Ruacan, Şevket Akıncı gibi isimlerle gitar teknikleri ve ifade biçimleri çalışan Bilgi Üniversitesi Kompozisyon Bölümü mezunu Cenk Erdoğan; yine Bilgi Üniversitesi'ndeki öğrenimi boyunca Neşet Ruacan ve Kamil Özler'in öğrencisi olmuş  ve Jazz Gitar Metodu isimli kitabın da yazarı Kerem Türkaydın; Burak Bedikyan, Eric Revis, Ted Poor ve İmer Demirer ile kaydettiği Borabook isimli bir albümü bulunan, caz performans alanında pek çok isimle aynı sahneyi paylaşan  ve "2010 Nardis Caz Gitar Yarışması" birincisi  Bora Çeliker; Sarp Maden ve Gökçen Taşkıran'ın öğrencisi olan, pek çok yurtiçi ve yurtdışı başarılı performanslara imza atan, yine Bilgi Üniversitesi mezunlarından Cem Tuncer;  Berklee College of Music mezunu Eren Gümrükçüoğlu, Mümtaz Sosyal ile gitar çalışmalarına başlayan ardından Şevket Akıncı ile devam eden ve Yıldız Teknik Üniversitesi Müzik Toplulukları Programı mezunu Eylül Biçer ve "3. Nardis Caz Gitar Yarışması" birincisi Volkan Polat.  

Dosyayı hazırlarken sıklıkla aklıma isimleri, gözümün önüne icraları gelen bazı yeni kuşak gitaristleri de -belki biraz da haddimi aşarak-  anmaktan kendimi alıkoyamadım. Özellikle perdesiz gitar icralarıyla dikkat çeken Merih Aşkın ve Cihan Murtezaoğlu'nun yorumları, yakın zamanda Ajda Pekkan ile birlikte çalmaya başlayan ve Keyfimiz Güzel Olsun isimli solo albümü de bulunan Barış Bölükbaşı'nın tekniği;  icrası ile son dönemde dikkatleri üzerine toplayan ve birçok "ünlü" isim ile birlikte de çalışan İlter Kurcala'nın hızı ve tavrı, özellikle blues'dan metale pek çok farklı türde hakkını vererek icrasını sunan ve bir de yurtdışı ödülü bulunan Eray Arbak, Türkiye genelinde pek çok "iyi" müzisyen ile birlikte çalan YTÜ Müzik Toplulukları Programı mezunu Berkant Çelen ve yine aynı okuldan mezun olan ve Şevket Akıncı'nın öğrencileri arasında da yer alan Cansun Küçüktürk  gibi kendi alanlarında oldukça "iyi" işlere imza atan gitaristleri de anmadan dosya konumuzu kapatmak istemedim. Öte taraftan burada zikrettiğimiz isimlerin yeni kuşak gitaristler olduğunu da tekrar belirteyim.  Elbette sayısı her geçen gün arttığı için oldukça mutlu olduğumuz gitar icracılarından ismini hatırımıza getiremediklerimiz de olmuştur. Bu sebeple özrü borç biliriz!

Son olarak şunu da belirtmekte yarar var: Türkiye'de değil müzik yazmak müzik yapmanın bile zor olduğu bir süreçten geçerken, sorularımızı yönelttiğimiz ancak ne yazık ki görüşlerini alamadığımız gitaristlerimiz de oldu. Bu nedenle bazı eksiklikler olmuş olabilir. Biz yine de dosyamızı "pilavdan dönenin kaşığı kırılsın" mottosuyla hazırlandık. İşte duayenlerin gözünden / kulağından  yeni nesil gitaristler.







*Andante Müzik Kültürü Dergisi'nin 120. sayısında yayınlanmıştır. 

Şu hengâmede biraz dinginlik için Ev Kayıtları*





Bu söyleşi, Andante Müzik Kültürü Dergisi'nin 120. sayısında yayınlanmıştır.    

6 Ocak 2017 Cuma

5 Ocak 2017 Perşembe

Sömürüye karşı "Birleşik Müzisyen Cephesi" ya da "b*kunda boğul(mak)..."

Sorulması gereken soru, "2016'da müzik nasıldı?" değil "2016'da müzisyen nasıldı?" olmalı...

2016'nın müzikleri iyiydi, güzeldi, hoştu... Birbirine çorba edilmiş listelerle bunu net bir şekilde gördük. Bu adı geçen müzisyenlerin dışında sadece birkaç kişinin daha ilgisini çekti ve ilgisini çektiği albümü gidip almak yerine stream olarak dinlemeyi tercih etti. Peki, bu dinlenilme müzisyene ne kattı? Cevap veriyorum: 0,099 Dolar. Peki Youtube ya da Spotify gibi stream müzik dinlenilen dağıtımcılar ne kazandı? Dünyaları... 


Başa dönelim. Önce plak şirketleri vardı ki halen varlar. Bu plak şirketleri müzisyenleri verdikleri konserler üzerinden %30 gibi rakamlar alarak sömürüyorlardı ki hala sömürmeye devam ediyorlar. Konser başı mutlaka sigortası yapılması gereken sistemciden, bas gitariste konser boyunca kim varsa çalışan sadece yevmiye alıyor ve evine neredeyse sadece ekmek parasını götürebiliyor. Aynı biçimde bir albümün yapılması ve ortaya çıkarılması süreci de pek farklı değil. Müzisyenlerin ve teknik ekipte çalışan kim varsa albüm yapım süreci boyunca -şirketlerin kendi çalışanları dışında- sigortaları yapılmıyor ve yine kayıt başına "küçük" rakamlar alıyorlar. Bu durum otuz yılı aşkın zamandır Türkiye'de böylece sürüp gidiyor. Hatta kendi albümünü yapmak isteyen müzisyenler ceplerinden hatta bazen de yokluktan banka borçlarıyla albümlerini yapmayı sürdürüyorlar. Geri dönüş ise birkaç konserden sağlayabildikleri oluyor ki daha önce dediğim gibi büyük plak şirketleriyle bir anlaşmanız varsa o konserlerin belli bir kısmı da plak şirketlerinin cebine gidiyor.


Gelelim stream meselesine. Konuştuğum birçok müzisyen görünür olmak adına muvafakatname imzaladıklarını ve mecbur oldukları için iTunes ve Spotify ve Youtube gibi anaakım dağıtımcılarda parçalarını döndürdüklerini söylüyorlar. Ancak ne kadar çok tıklanırsa tıklansın müzisyenler bu işten çok az rakamlar kazanabiliyorlar.


2016'yı geride bıraktığımız ve 2017'nin umutlarına kendimizi kaptırdığımız bugünlerde, liste başı olduğundan daha çok ya da kimin en iyi albüme imza attığından daha çok sorulması gereken sorunun "Müzisyen nasıl kurtulacak?" sorusu olduğunu düşünüyorum. Bunun için bir öneri olarak bağımsız labellarla hareket etmek bana gerçekçi gelse de dijital dağıtımda yine o labellar da söz konusu dijital dağıtımcılarla birlikte çalıştığından bu sadece züğürt tesellisi gibi tınlıyor.    
Bant Dergi'sinden Ekin Sanaç, J. Hakan Dedeoğlu ve Cem Kayıran'ın hazırladığı "Müzik insanları "streaming" hakkında ne düşünüyor başlıklı dosya'da Aidan Baker'ın yanıtından Spotify için sarf ettiği cümle kulaklarımda ve gözlerimde patlayıp duruyor: "...müzisyenlere fayda  sağladığını söyleyip, karşılığında çok az şey kazandıran bir tür parazit endüstri fenomeni olduğunu düşünüyorum." Durum daha iyi özetlenemezdi herhalde.

Bunu müzik dışındaki üretim biçimleriyle anlatmak gerekirse, siz bir mandalina (bu aralar en çok onlar kan ağladığı için bunu seçtim) üreticisisiniz ve ürünlerinizi yetiştiren ağacın suyunu veriyor, güneşini sağlıyor, gübreliyor, diplerini çapalıyor, tomurcuklanmasını ve meyve vermesini bekliyorsunuz (üretici müzisyen). Sonra meyveler olgunlaşınca işçilerinizle ürünleri toplamaya başlıyorsunuz (icracı müzisyenler). Biri kamyonuyla geliyor, üreticiye cüzi bir rakam ödüyor, onları hale götürüyor (plak şirketleri). Halde üreticiden aldığı rakamın üstüne daha fazla kâr marjı koyarak pazarcıya satıyor. Pazarcı / dağıtımcı yani ürünü halka buluşturan kişi (Spotify, Deezer, Youtube, iTunes) hem üreticiden hem de haldeki adamdan daha fazla bir kâr marjı ile tüketiciye ürünü sunuyor. Müzikte ister parçayı satın almış olun isterseniz de aylık aboneliklerle stream olarak dinleyin mutlaka dağıtımcıya dinleyici olarak bir ödeme yapıyorsunuz. "Ödeme yapmıyorum ben" diyenler için ise, dağıtımcının parça aralarında küt diye çıkan reklamlardan para kazanıyor olduğunu söylememe gerek yok sanırım. Bir de çoğunlukla dinleyiciler -ki benim bile başıma geliyor- genellikle şarkıları şöyle bir dinleyip geçiyor. Yani kimsenin aklında -eğer bir yerlerde albüm hakkında övücü sözler söylenmemiş ve müzik kulağına güvendiğiniz kişiler tarafından size tavsiye edilmemişse- şarkı ya da müzisyen adı, tınısı kalmıyor. Yani sürekli ve hızlı bir tüketim söz konusu.


Bütün bu bahsettiğim sorunlara ilişkin müzisyenlerin kafa kafaya verip düşünmesi ve bunu yaparken de egolarından sıyrılması gerektiğini düşünüyorum. Üstelik müzik yazarlarının da aynı biçimde bir araya gelip "Dağıtımcının sömürüsüne karşı nasıl bir yöntem izlenmeli" konusunda beyin fırtınaları yapılmalı. Belki var olan müzisyen sendikası ile konuşup sömürüye karşı bir biçim geliştirilmeli. Zaten iptal edilen konserleriyle canına okunan, sansürden geçim sıkıntısına bir dolu sorunla uğraşan  müzisyenler ve müzik yazarları bunu bugün yapmazsa ne zaman yapacak? Bu süreçte en çok da kendi ününün dışından bakabilen müzisyenlere ihtiyaç duyuluyor. 2016'da yapamadığımızı 2017'de yapamazsak gerçekten b*kumuzda boğulacağız! Belki de çözüm kendi bağımsız ağımızı oluşturmaktan geçiyordur.

Savruk Yazılar 003 (13 Temmuz Datça- Mesudiye Yangını)

Kask, power bank, su, kumanya, sağlık çantası, kafa feneri…   Yanmaz eldiven, yanmaz gözlük, yanmaz pantolon, yanmaz ayakkabı… Hop orada dur...