12 Temmuz 2022 Salı

Savruk yazılar 002

Sevgili dünlük,


Dünlük diye başladım çünkü birkaç zaman önce olmuş olan bir şeylerden serzenişte bulunup bunu da zamanın tozlu, raflarına ya da dijitalin unutulmuş ve bir daha asla bakılmayacak web sayfalarına bırakacağım.


Daimi okuyucularım yaşadığım yerin neresi olduğunu gayet iyi biliyorlar. Bu yüzden ismini bir kez  daha zikretmiyorum. Geçtiğimiz günlerde burada incir çekirdeğini doldurmayacak bir mesele yaşandı. Sokakta çalan müzisyenlere zabıta müdahale etmiş. Çünkü müzisyen arkadaşlarımız amfiyle ve etrafı rahatsız edecek seviyede bir sesle müzik yapıyorlarmış. Eski Özge olsa “Yav ne diyorsunuz, böyle şey mi olur” der olaya bodoslama dalardı. Şimdi biraz duruyorum, olan bitene bakıyorum bazen hiçbir söz söylemeden köşemde oturuyorum. Bu konuda çok sessiz kalamadım. Etrafımda sürekli bir şeyler geveleyip durdum. Konunun bana ne anlattığını anlamaya çalıştım. Pandemi boyunca müzik emekçilerine son derece destek olan, onların dertlerine derman olabilmek için bir şeyler yapmaya çabalayan bir belediye neden şimdi müzisyenin/müzik emekçisinin ekmeğiyle oynasındı ki? Tek konu vardı o da desibel sorunu. Amfiyle çalmak yasaktı bu netti. Bir de benim gözümde sadece yaz aylarında buraya gelip de sadece buranın ekmeğini yemek de bir samimiyetsizlik yaratıyordu. Bu benim düşüncem elbette. Belediye zabıtalarının pandemi döneminde dahi sokakta çalan ve bunu da akustik performans olarak gerçekleştiren kimseye bir şey demediğiydi. Sonradan konu tatlıya bağlanmış. Müzisyenler belediye yetkileriyle görüşüp izinlerini almışlar ve sokakta çalmaya başlamışlardı. Peki bunu sosyal medyada hunharca paylaşmak ve daha önce de dediğim gibi Pandemi döneminde kendilerine her türlü desteği sağlayan belediyeyi kötülemenin ne anlamı vardı? Benim için sadece reklam kokan bir hadiseden öte değil. Ha yeri gelmişken söyleyeyim arkadaş(lar) hala amfiyle çalmaya devam ediyorlar. Amacım kimsenin ekmeğiyle oynamak değil sadece samimiyetsiz bulduğum olay örgülerini kendimce açıklamak. Bu süreçte dilimi tutamayıp ama cevap da alamadığım bir gazeteci abimize sorduğum soruların yanıtlarını da burada sizinle paylaşmak istiyorum.

  

Sorularım ise şöyleydi: 


Kimseyi savunmak etmek için demiyorum ama şu notları düşmek isterim, 

  1. XXX Belediyesi pandemi döneminde burada yaşayan müzisyenlerine sahip çıkmış gerek online olarak yapılan festivalde gerekse pek çok bakımdan müzisyenlerini desteklemiştir. Bunun unutulduğunu düşünüyorum…


2. En son yaptığımız çalışma ise Türkiye’de müzik emeğinin durumunu anlatmaya gayret etmiştir. Sokak müziği meselesine kadar konuşulması gereken, sigortasız çalıştırılıp açlık sınırının altında yaşamaya mahkum edilmiş müzik emekçilerinin varlığıdır. Yukarıda kültür emeği başlıklı bir link bırakmıştım, ilginizi çekerse… sektörden olmayıp ya da sektörün sorunlarını bilmeden yorum yapmaya kalkışmak sadece iyi niyet göstergesiymiş gibi kalıyor. Bu da naçizane ve ziyadesiyle üstencil düşüncem.


Kim kimi engellemiş, ceza var mı (makbuzlu), çalan arkadaş amfi kullanmış mı? Bu sorulara da yanıt bulabilirsek çok iyi olur. Ya da Datça’da müzisyenler birlik olmuşlar da mekanlara kaşe için alt limit belirlemişler mi, sözleşme şartname yapıp kendi haklarını gözetecek herhangi bir eylemde bulunmuşlar mı? Buradaki karşı çıkışlarındaki sebep nedir, amaç nedir?


Peki bunları hangi vasıfla soruyorum. Birincisi müzik emekçisi olarak ikincisi, müzik emeği üzerine çalışan bir müzik yazarı olarak. 


Diyeceksiniz ki sana ne? Hakkaniyetsizlik, reklam kokusu ve vefasızlık beni rahatsız ettiği için üzerine çok düşünüp bir şeyler karalamaya çalıştım. 



Her daim sokak müzisyenlerinin ve müzik emekçilerinin yanındayım elbette ama hiçbir koşulda beni arayıp sormayan müzisyen arkadaşlarımın “Belediyenin tavrına karşılık sokakta çalıyoruz, sen de gelip destek olur musun?” demesi bile beni rahatsız etmeye yetti. Neden mi? Çünkü o arama sadece saf doldurma talebinden ibaretti benim gözümde.



Bazen bazı şeylere hiç düşünmeden fevri bir şekilde yanıt veriyoruz. Hayatım boyunca bunu çok yaptım. 40 yaşıma geldiğimde ise hem en yakınım olan insanlardan hem de deneyimlerimden her hıyarım var diyene tuzla gitmemek oldu. Ağrıma gidenler artık ağrıma gitmemeye de başladı böylelikle. Ne rahat şeymiş “Bana ne, sana ne, kime ne?” diyebilmek ve bu bananeciliğin de altını doldurabilmek. 


Başka bir sorum daha olacak ve altında da naçizane diyemeyeceğim çözüm önerilerim. Tatil beldelerinde plajlar, barlar insan doldu. Bir işletme diğerinin sesini bastıracağım diye köklüyor da köklüyor müziği. Kimsenin bir diğerine saygısı yok. Müzikaliteyi hiç sorgulamıyorum bile. E be demezler mi ki, “Sokakta amfisiyle çalan adamı engelliyorsun da bangır bangır müzik çalan işletmelere göz yumuyorsun?” Diyorlar ama pek de bir işe yaradığını sanmıyorum. Bu da yaşadığım yerdeki belediyenin açmazı oluyor. Koyarsın bir desibel ölçer hem sokak müzisyenine hem de işletmelere bir de desibel limiti o zaman herkes ne kadar da mutlu mesut yaşıyor görürsün. Ne şiş yanar ne kebap, ne amfi çazırdar ne de kolonlar ve kulaklar patlar. Herkesin beklentisini karşılayamasan da “çabaladım” dersin.


Sokakta çalacak müzisyenlere de baktın çoklar, büyükşehir belediyelerinin yaptığı biçimde eleme yapar yerlerini belirlemek için de kuraya tabi tutarsın. bir müzik yazarı olarak burada görevimi tamamlıyorum. Yazdıklarıma karşın bir kızgınlığınız varsa “Savruk Yazılar 001”i okumanızı rica ediyorum. 


Hiç yorum yok:

Savruk Yazılar 003 (13 Temmuz Datça- Mesudiye Yangını)

Kask, power bank, su, kumanya, sağlık çantası, kafa feneri…   Yanmaz eldiven, yanmaz gözlük, yanmaz pantolon, yanmaz ayakkabı… Hop orada dur...