11 Eylül 2020 Cuma

Sahne emekçileri kırmızı alarmda: #LightSARed

Yıllardır süre gelen bir durum var memlekette, üstelik müzik piyasasında çalışanların yakından bildiği bir durum: eğlence aslında ulusal yaslarda bitmez, sadece müzik susturulur. Oysa kahkaha attıran diziler ve izlerken sevincin ve heyecanın tavan yaptığı futbol müsabakaları her daim devam eder. Ama nerede içinden müzik geçen herhangi bir etkinlik vardır hemen iptal edilir, sesi kısılır ya da tamamen kapatılır. 

Müziğin içine doğmuş, müzikle büyümüş ve hayatının tamamı müzik olan biriyim. Hayatım bu ve geçimimi de bu yolla sağlıyor(dum). Hatta birbiriyle bağıntılı olsa da ekonomimi döndürmek için Dr. Jekyll Mr. Hyde misali takılıyorum. Çoğu müzisyen arkadaşım da benim gibi müzikle ilgili bir dolu iş yapıyor. Gündüzleri öğretmen kimliğimizi üstümüze takıp öğrencilerimize yetişmeye, akşamları da organizasyon işlerindeki görevlerimize dönüyoruz ya da dönüyorduk. Bazılarımız sahne önünde bazılarımız ise sahne arkasındaki misyonlarını yükleniyor ve birlikte üretiyoruz ya da üretiyorduk. Yıllardır birlikte hareket edemediğimiz için istikrarsız bir şekilde geçimimizi sağlamaya çalışıyoruz. Pek çoğumuzun sosyal güvencesi yok, önemli bir kısmımız için ise emeklilik asla ulaşamayacağımız hayal. Hem memleketin müzik piyasasında yer alıp hem de aynı aile içindeyseniz de bu istikrarsızlık daha çok kanınıza dokunuyor. Hatta iş bulamadığınız zamanlarda kanınız çekiliyor çünkü enstrümanınıza ya da ekipmanınıza yapmanız su ve hava kadar ihtiyacınız olan malzemeleri bile karşılayamaz hale geliyorsunuz. Bir de konunun motivasyon kısmı var elbette... 

Bir müzisyeni sahnesinden, seyircisinden ayırmak onun kolunu kanadını kesmek gibi bir şey. 

Sıkı okuyucularım bilir, 5 yıl önce İstanbul'dan Datça'ya taşındık. 
O dönemde ben yine kalemimi
oynatarak geçimimi sağlamayı başarıyordum (neredeyse yıllardır yazılarımdan telif al(a)mıyorum ve pek çok farklı dinamik birleşince de bir yerlere yazı vermek içimden gelmiyor). Kendim için değil ama birlikte buraya geldiğimiz İlker için tek bir dileğim vardı, o da sahneden, seyirciden uzak kalmaması. Çünkü bunun gerçekten bir müzisyen için ne anlama geldiğini yüreğimde hissedebiliyorum. Bir de yazının başından beri bahsettiğim işin ekonomik kısmı var elbette. Bu da motivasyonun diğer kanadını temsil ediyor. Olmadık ve demin de söylediğim gibi istikrarsız bir şekilde alınan kaşeler zaten bir müzisyenin hayatını idame ettirmesi için hiçbir zaman yeterli değildi. Bu konuya ilişkin yıllarca hem ben hem de etrafımda bulunan sektör insanları bir araya gelerek kafa yormaya gayret ettik ve hiçbir sonuca ulaşamdık. Hatta yüksek lisans tezimi "Türkiye'de İnternet Sonrası Değişen Müzisyen Kimliği" kisvesi altında "müzisyen nasıl kurtulacak" üzerine kurgulamaya gayret ettim. Çeşitli çıkarımlar ve çözümler de önerdim. Bu çözümlerin başında da müzisyenin özerkliği geliyordu. Özellikle de dijital platformlarda birçok müzisyenin hakkının yendiğini ve halen de yenilmekte olduğuna birebir tanıklık ettim. Katakulliyle gelmeyenler zaten zemin kaygan olsa da kendi yollarında emin adımlarla yürümeyi sürdürüyorlar(dı). 

Gelelim profili kızartma meselesine. Profilimizi kızartıyoruz çünkü sahne emekçileri olarak kırmızı alarmdayız! Bu sektör sadece Türkiye'de değil bütün dünyada ölüyor. Hatta profili kırmızıya döndürme eylemini başlatan ekibin küçük bir araştırma sonucunda Güney Afrika'daki sahne emekçileri tarafından ortaya atıldığını da buldum.  Zaten Türkiye'de paylaşılan metnin de ne kadar çeviri koktuğunu fark etmişsinizdir. Güney Afrika'da #LightSAred ismi/hashtag'iyle başlatılan kampanya/eylem 5 Ağustos 2020 tarihi için çağrıda bulunmuş ve şöyle demiş, "Etkinlik endüstrisi ölüyor ve bizler görmezden geliniyoruz. Endüstrinin hayatta kalmak uğruna savaşmasına yardımcı olmak için yürekleri bizimle çarpan herkesi 05 Ağustos'ta kırmızı renkte SA'yı yakmaya çağırıyoruz!" Olay memlekete 1 aydan fazla bir süre sonra intikal etti ve hepimiz profilimizi kırmızıya boyadık. Peki bir talebimiz var mı? Şimdiye kadar profilini kırmızıya boyayan kimsenin hükümetten bir şey talep ettiğine ne yazık ki tanıklık etmedim. Hatta kendi dayanışma ağını bile kurduğunu üzülerek söylüyorum ki henüz görmedim (bu kampanyadan çok daha önce harekete geçmiş olan Olta Dayanışma'yı konun dışında tutuyorum).

Önceliğimizin, kimden ne istediğimizi bilmek olduğunun altını çizmek isterim. Açık hava konserlerini iptal etmek yerine yeni bir düzenleme ile gündeme getirmek, mekanlara kredi, sahne emekçilerine eşit bir miktarda fon sağlamak, yerel yönetimlerin online etkinlikler düzenleyerek katkıda bulunması, bu aralar gayet iyi durumda olan dijital müzik platformlarının konuyla ilgili katkı sağlaması, telif arttırması, izleyicilerin/dinleyicilerin daha fazla duyarlı olması (bir tık da olabilir, bir lira da), basında daha fazla yer alabilmek, çok daha popüler olan isimlerin popüler olmayan müzisyenlerle etkileşimini sağlamak gibi aklıma bir takım çözümler şu anda bu satırları yazarken geliyor. Eğer bugün sadece profilimizi kırmızıya boyamakla kalırsak yarın çok geç olacak. Lütfen bir an önce kendimize çeki düzen verip taleplerimizi gerekli mercilere iletelim. Biz durumu ciddiye almazsak kimse de bizi ciddiye almayacak.

Müzisyenler başta olmak üzere bütün sahne emekçileri "ölürse" müzik de ölecek ve arkamızdan ağıt yakacak kimse tabii ki kalmayacak. 



Konuyla ilgili detaylı bilgiye aşağıdaki linklerden ulaşabilirsiniz:



5 Eylül 2020 Cumartesi

Gerçek bir "Hudayinabit" ile tanışın: Yasin Bozkurt


Geçtiğimiz günlerde sevgili dostum Yasin Bozkurt'u ağırlama imkanım oldu. Misafir ettiğim müzisyen arkadaşlarımı katakulliye getirip onlarla ilgili yazmak ya da küçük bir röportaj yapmak sanırım yakında alışkanlık haline gelecek. Ancak bu söyleşinin yapılmasının en büyük nedeni ise onun müzisyenliğine duyduğum hayranlık olduğunu söylemeden edemeyeceğim. 

Yasin Bozkurt kimdir, neler yapmıştır?

Dayılarım halk oyunları öğretmeniydi. Küçük yaşta onların etkisiyle ritim meselesi içime düştü. Yani kendimi bildim bileli odak noktam orası oldu. 20 seneyi aşkın bir süredir perküsyon öğretmenliği yapıyorum. Değirmendere'de liseye devam ederken 3 kişilik türkü grubu kurup amatörce kafelerde müzikle flört etmeye başladım. Değirmendere Fındık Festivali'nde 4 kişiden oluşan Rock grubumuzla sahneye çıktık. Ben sahnede şarkı söylemek konusunda çekinceliydim, grup arkadaşlarımın teşviki neticesinde solistleri ben oldum. Dinçer Sivri ve Alpaslan Türer ile de ilk sahneye çıkışımız böyle oldu. 20 seneyi aşkın dostluğumuz halen devam ediyor ve halen de onlarla çalışmaya büyük bir zevk ve şevkle devam ediyorum. İlk gençlik yıllarımda kendi kendime Latin perküsyon dünyasında ilerlemeye çalıştım. 1999 yılında döndüğüm askerlik sonrası İstanbul'a göçüp pop müziğin/piyasanın içine dahil oldum. Birçok farklı pop şarkıcısına perküsyon çaldım. 


Buzuki Orhan Osman  da çalıştığın isimlerden biri. Onunla yolunuz nasıl kesişti? 

Perküsyonisti Gökhan Şahin ve Gencer Savaş'ın yönlendirmeleriyle Orhan Osman orkestrasına katıldım. Uzun yıllar aralıklarla orkestraya dahil oldum. Ardından Asmalı Mescit Cuba Bar zamanları başladı. Başta Onellia Manzano, Damaris ve İstanbul'da yaşayan Cubalı müzisyenlerin bir kısmının sahnelerinde yer aldım. Çeşitli albümlerde de çaldım. Ama en sivrilen kayıtlardan biri de Orhan Osman'ın 2011 yılında çıkardığı ve Dave Weckl, Horacio Hernandez El Negro, Mor Karbasi, Thomas Kennedy, Eric Levy, Kai Eckhardt, Sean Rickman ve Stavros Pazarentsis gibi dünyaca ünlü isimlerin yer aldığı "Turkophony" albümünün 9. parçası olan "Havana" isimli parça oldu. 

İlk vokal kaydın ve parçalarının yayınlandığı albüm "Çalıjazz"dı bildiğim kadarıyla... Bahadır Tatlıöz ile nasıl bir araya geldiniz?

Sahnede tanıştık. Çaldığım müzisyenlerden birinin sahnesinde birlikte çalıştık ve böylelikle de birbirimizi sahnede tanımış olduk. Türk halk şarkılarına duyduğumuz ilgi bizi birimize daha da yakınlaştırdı. Bahadır Abi, türkülere Latin Caz alt yapısıyla aranjeler geliştiriyordu. Bu benim de odağımdaydı. Amatör olarak şarkı da söylüyor olmanın bana verdiği cesaretle 2005 yılında çıkan "Çalıjazz" albümünde hem sözü müziği bana ait olan askerde mırıldanarak yazdığım "Nemrut Kızı ve "Gel Gelin" isimli iki parçayı da albüme koyma kararı aldık. Albümde aynı zamanda Erkan Oğur ve Cem Aksel gibi müzisyenlerin de içinde olduğu albümde "Yemen Türküsü" ve "Cevizin Yaprağı" isimli türküleri seslendirdim. Albümün geri kalanında ise Bahadır Abi ile birlikte parçaları seslendirdik. Bu albüm sesimle ve kendi müziğimle hayata geçen ilk işim oldu. Bu albüm birçok konservatuarda ders olarak işlenmiş. Bu da bizi sevindirdi. 

Üretim sürecin nasıl gelişiyor?

Aslında hep aklımda olan kendi şarkılarımı yapmak ve bunları sunmak konusunda sahneye çıkmaya ve kayıtlarda çalmaya başladıktan bir süre sonra motive oldum ve sonradan "Zulala" albümünün oluşmasına vesile olan ilk şarkım  "Dök Dök Yerlere"yi kurcalamaya başladım. Onu da yine daha önce bahsettiğim "Nemrut Kızı" ve "Gel Gelin"de olduğu gibi sesimi sazım yaparak aklıma geldiği biçimde melodileri telefonuma kayederek oluşturdum. Melodik enstrüman çalımayı bilmediğim için önce telefona kaydediyor, üzerine sözler hayal edip yazıyorum. Ardından müzisyen dostlarımdan birine giderek tüm hayal ettiğimi deşifre ettiriyor ve kayıda hazır hale getiriyorum. Sonra da müzisyen arkadaşlarımla birlikte parçaları kaydediyoruz. Genel olarak üretim sürecim bu şekilde gelişiyor. 

O zaman "Zulala"dan bahsedelim... Albüm nasıl oluştu?

Şarkılarımın aşağı yukarı demoları hazırdı. Yani kayda girmeye hazırdım. Mutfaktaki hallerini dinlettiğim dostlarımdan aldığım tepkiler beni albümü yapmaya iten sebeplerden oldu. Bir gün manevi abim, dostum Yasin Yılmaz'ın evinde otururken kayıtların ne zaman yapılacağını sordu bunun üstüne kimseyle anlaşmalı olmadığım için dostlarımın desteğiyle kimseye ve hiçbir plak şirketine bağlı olmadığım için sıra artık kayıtları yapmanın parasını kazanmakla ilgili bir soru geldiğinde soruma soru ile cevap verildi ve "Ne kadar lazım? dedi. O da arka odaya gitti, para getirdi ve albümü yapmaya hazır hale geldik. Albümü ona götüreceğim zaman da borcunu sileceğini söyledi. 7 ay sonra da albümü önüne koydum.  Duygun Üstün ve  Burak Özbek de aynı biçimde bu projeye destek olan iki nadide insandır. Bu projeye destek olan diğer isimler ise müzisyen arkadaşlarımdı. Albümde Korhan Ogan davul, Özgür Salıcı bas gitar, Dinçer Sivri gitar, Barış Ertürk saksafon, Hakan Çimenot trombon, Barış Yazıcı trompet, Ezgi Kaki obua, Ömer Birol keman, Kelly Brewer gitar, Duygu Çevik vokal, Uğur Göregen perküsyon, Özge Özgan vokal olarak yer aldılar. Albümdeki bir parça hariç hepsinin sözü ve müziği bana ait. Albümdeki 6 şarkıdan biri Yolda'ya ait, o da "Peynir Gemisi". Kayıtlar ve miks bir zamanlar Kadıköy Reks sinemasının karşısında olan Stüyo Red'de İlker Yetimaslan tarafından yapıldı. Mastering ise Babajim Stüdyolarında Mirko Ettore D'Agostino'nun elinden çıktı. Albüm kartonet fotoğraflarını Burak Özbek çekti ve kartonet ve benim de çok sevdiğim albüm kapak tasarımını Can Pehlivanlı yaptı. Böylelikle de "Zulala" kolektif bir gönül işi olarak ortaya çıktı.   

Yolda'dan "Peynir Gemisi"ni aldın. Onlarla yolun nasıl kesişti ve neler oldu?

Perküsyonist arkadaşım Aslı Vuslateri beni Yolda ekibiyle tanıştırdığı zaman henüz Zulala"nın çalışmalarına başlamamıştık. Ekiple çok iyi dostluklarımız oldu ve Yolda'ya ben de dahil oldum. O gün bugündür, çalmam söylemem gerektiği zaman hep onlarla oldum. Yolda zaten esnek ve kervanını yolda düzen bir grup olduğu için farklı müzisyenlerin bir arada olduğu dolayısıyla da hemen her performansında ayrı bir tınıyla da karşılaşılabilen bir grup. Bazı konserlerde içine dahil olunabilir, bazılarında dışında kalınabilir ki bu Yolda'nın doğası gereği ve Yolda'yı Yolda yapan özelliktir.

Yolda'nın son albümü "Aşkın Yüzü"nde de bir parça seslendiriyorsun. 

Evet, 24 Haziran 2020'de yayınlanan Yolda albümünün 3. parçası olan "Kaşif"i ben seslendirdim. Ayrıca albümdeki bütün parçaların perküsyonlarını çaldım. Pandemi öncesi kayıtları bitirmiştik. Karantina döneminde de albümün editleri yapıldı ve albüm ortaya çıktı. 

Senin karantina dönemin nasıl geçti? 

İlk defa başımıza gelen bir şey olduğu için bir süre konuyu anlamaya çalışmakla geçti. Daha sonrası hatırlanamaz bekleyişlerle geçti. Bu sürede çalışmak için elimden geleni yaptım. Tamamladığım birkaç parça var, onlar da kaydedilmeyi bekliyor. Ancak tabi bu süreçte inanılmaz iş kaybına uğradık bütün müzisyenler olarak. 17 yıldır tekneyi döndürdüğüm ve birçok önemli markayla çalıştığım ritim atölyesi işlerim de sekteye uğradı. Sahneler zaten herkesin bildiği gibi ne zaman açılacağı belirsiz bir biçimde kapandı. Şimdilerde de açılmış gibi görünüyorsa da aslında durum hiç de iç açıcı değil. Bu süreç gerçekten en çok eğlence sektörünü ve içinde ekmeğini kazanmaya çalışan müzisyenleri vurdu. Umarım bir an önce toparlanırız.  

Başka gruplarla çalmaya devam ediyorsun sanırım, kimler var?

Pandemiden önce ara ara Grup Gündoğarken'le ve Yolda ile sahneye çıkıyordum. Bir de dediğim gibi perküsyon atölyelerime devam ediyordum. 

O atölyeler hakkında daha detaylı bilgi verir misin lütfen?

Çenesi düşük bir perküsyoncu aranıyordu, beni buldular. Şarkıcı ve perküsyonist Murat Aziret bu manadaki keşfi benli sağladı ve beni dostum Erdem Genç'in şirketi olan M3 Works'e tavsiye etti. Böylelikle de bu yoldaki kariyerim başlamış oldu. GoodYear'dan Turkcell'e, Sahibinden.com'dan CocaCola'ya pek çok ünlü firma ile çalıştım. 7 Ağustos'ta da CocaCola çalışanlarına pandemi dolayısıyla online olarak  ritim atölyesi yapacağım. 

Biraz da teklilerinden bahsedelim mi?

Değişen sistem dolayısıyla albüm yapmanın değil de single ve EP formatlarında dijital ortamda yer almanın daha mantıklı olduğunu idrak ettim. Dolayısıyla ilk olarak "Ayva ya da Muz" isimli parçayı yaptım ve dijital platformlardan yayınladım. Aynı zamanda prodüktör de olan Türkiye'nin önde gelen tubacılarından Kemal Oksal, yine brass ustalarından saksafoncu Siney Yılmaz ve genç yeteneklerimizden tromboncu Ersin Özer, Ayva ya da Muz"u deşifre ederek kayıtlı hale gelmesine muazzam katkıları olan dostum gitarist Alpaslan Türer, yıllarca Buziki Orhan Osman'la çalışan davulcu Özgür Taş, What da Funk gibi gruplardan da bildiğimiz piyano müziğinin önemli isimlerinden Koray Üsgülen ve yıllardır birlikte çalışmaktan büyük keyif aldığım Buziki Orhan Osman parçada yer alan isimler. 
Diğer teklim olan "Hudayinabit" de 2019 yılının Temmuz ayında yayınlandı. Şarkının söz ve müziği bana ait düzenlemesini de Özgür Salıcı ile birlikte yaptık. 

Önümüzdeki süreçle ilgili planların neler? 

Yeni yaptığım 4-5 tane şarkım var. Onların stüdyo çalışmaları için kolları sıvıyorum. 

















Savruk Yazılar 003 (13 Temmuz Datça- Mesudiye Yangını)

Kask, power bank, su, kumanya, sağlık çantası, kafa feneri…   Yanmaz eldiven, yanmaz gözlük, yanmaz pantolon, yanmaz ayakkabı… Hop orada dur...