Yanmaz eldiven, yanmaz gözlük, yanmaz pantolon, yanmaz ayakkabı…
Hop orada dur bakalım!
Hiçbir şey yanmaz değil çünkü. Kimseye bir şey öğretmek için demiyorum, sadece kendime hatırlatmak için yazıyorum. Yanmaz değil, ısıya dayanıklı. Hiç yanmayan bir şey görmedim hayatımda. Her şey yanabilir.
Kozalakların içindeki tül gibi olan o tohumumsu adını bilmediğim şeyler metrelerce öteye yangını taşıyabilir. Ne acı ki yangından kaçarken kanadı yanan kuş da can havliyle başka bir yerde yangına sebep olabilir. Dahası yangının kendisi kendini bir yere taşımak istediğinde spot yangın adını verdiğimiz alakasız bir yerde kendini başlatabilir (ki 13 Temmuz’da belediye işçilerinin başına gelen de tam olarak buydu. Yangının içinde değillerdi. Araç içindeydiler, camları açıktı ve birden araçları alev aldı. Gerçekten spot yangın öngörülemez ve tehlikeli bir durum…)
13 Temmuz günü için niyetimiz sakin bir gündü. Sosyal medya ve mesajlarıma daha az bakmaya karar verdiğim hatta acaba kapatsam da azıcık beynimi mi dinlendirsem dediğim günlerden geçiyordum. Daha çok kitap, müzik, sevdiklerim ve bahçeyle ilgilenmek, daha fazla yazarak zaman geçirmek istiyordum. Eve de adımımı bu niyetle atmış, “Pink Floyd gelse evden çıkmam” noktasına kadar ilerlemiştim. Kim bilebilirdi ki telefonuma gelen mesaj ve çağrıların Radar tepesine yakın bir yerde yangın çıktığı ihbarını vereceğini ve bir duman bulutunun da yavaş yavaş evimizin karşısındaki tepeden görüneceğini. Hiç zaman kaybetmeden kendi evimizin güvenliğini bir parça aldıktan sonra Afet Koordinasyon Merkezi’ne (AKOM) yola çıktık sevdiceğimle. Zaten pek çok şeyimiz hazırdı. Çünkü hem Orman İşletme şeflerimiz, müdürlerimiz aylardır bu çağrıyı yapıyorlardı hem de geçen sene ciğerimizi yakan Marmaris yangınından pek çok deneyimimiz vardı. Ah bir de Börtübet yangının üzerinden pek de zaman geçmemişti.
Çağrıyla birlikte soluğu AKOM’da aldık. MAG-AME/SAR’daki öncü operasyon ekibi çoktan yola çıkmıştı. Yeni ekiplerin çıkışı için de hummalı bir çalışma yürütülüyordu. Dumanlar karardıkça devam etmekte olan yangının daha da can sıkıcı bir hal aldığını anlıyor, içimizin kararmasına engel olamıyorduk. Ne vah vahlandık, ne tüh tühlendik. Sahaya göndereceğimiz yeni ekibin hazırlanmasına odaklandık. Bir yandan da Orman Gönüllüleri olarak ormancıların durumlarına ve ihtiyaçlarına odaklandık. Telsizler, telefonlar, ihtiyaç listeleri, ekiplerin sağlığı… Zamanı fark etmiyor ancak zamana karşı yarışıyorduk. “Durum bilgisi” isteyenlere cevap veremiyorduk. Çünkü sadece önümüzdeki işe konsantre olmuş, ihtiyaçları karşılamaya çalışıyorduk. Ne sosyal medyaya bakıyor ne de ihtiyaç dışında telsizi, telefonu kullanmıyorduk. Meğer de böyle oluyormuş. Bir kişi birkaç işi birden yapmak zorunda kalabiliyormuş. Tam da bu sebeple belki daha çok ihtiyaç duyduk insan gücüne. Nerede ne yaptık, nasıl bir 25 saat geçirdik inanın hatırlamıyorum. Kimlerin çıktığını, hangi kurumlardan birileriyle işbirliği içinde olduğumuzu, ihtiyacın ne olduğunu net hatırlıyorum. En nahifi de belki pek çoğunuza itici gelecek ama “sigara-kahve” oldu. Keyif için değil elbette. Tiryaki olmayan bilmez. Bazen ne yeme- ne içme yoktur gözünde -ki kriz anlarında da yoğun çalışırken de inanılmaz ihtiyaç duyarım buna. Kahve çağrısına cevap verebildik ancak sigara için aynı şey geçerli olmadı ve ben bunu epey dert edindim. Elimden de hiçbir şey gelmedi.
Saat: 02.00’yi geçmiş meğer. Bunu da öncü ekip olarak çıkan ve ardından gönderdiğimiz ikinci ekipteki arkadaşlar AKOM’a gelince fark ettik. Diğer ekip 04.30 civarı çıkacaktı alana malum azıcık dinlenmek, soluklanmak gerekliydi. Biz de gidip dinlenmezsek hayrımız yoktu. Çünkü önce can sonra canandı. “Vakaya giderken, vaka olmamak gerekir”di.
Sabah mıydı? Akşam oldu sanmaya devam ediyordum. Gecesi gündüzüne böyle karışıyormuş insanın. 4 gün festival yapmıyor muyduk biz hiç uyumadan? Bu da aynı şey sanıyordum eğitimlerden sonra. Bunu da festival organize eder gibi yaparım sanıyordum. Evet elbette şemasal olarak benziyor festival yapmaya ama hem motivasyonu fazla hem de organizasyonu daha zor. Çünkü festivalde nerede ne yapacağın önceden belirlenmiş oluyor. Doğanın festivalinde ise (buraya tepki vermeyelim çünkü aslında hiçbir şeyin önüne geçtiğimizi düşünmüyorum, her türlü doğal afet onun kendisini onarmak, yok etmek vs. için olduğu görüşündeyim, insan eliyle de yapılmış olsa geniş çerçeveden bakınca başka görünüyor) ne zaman ne olacağı belli değil ve aslında çok da çaresiziz. Bir yandan da küçük, minicikiz… Diğer taraftan ise doğal afetlerde moralini yüksek tutmak pek öyle festivalde eğlenmeye benzemiyor. Bu da bu işi daha yorucu kılıyor. Bir de sen işini yapmaya çalışırken tuhaflıklar da oluyor. Festivalde olsan takarsın belki ama burada ne takmak için zaman ne de takat var. Bir işi sakin ama hızlıca bitirmek gerekiyor. Olan şeyi sonra konuşulmak üzere kenara not alıp yola devam etmek.
Filmi biraz geri sarmak ve 13 Temmuz yangının bir sene öncesine gitmek istiyorum. Marmaris yangınları var. Yardım çağrıları yapılıyor, yardımlar ediliyor, işler bir şekilde yürüyor. Elimden geleni yapmaya çalıştım. Daha önce böylesi bir şey yaşamamıştım. Sahaya çıkmadım, evimdeydim. Elimden telefon, verandamdan misafirim eksik olmadı. Eksik olan tek şey eğitimlerimdi. Koordinasyon yapmaya, bir şeyleri organize etmeye alışıktım. Gelen misafirlerim ya yangın alanından dönmüş ya yangın için bir şeyler yapmak isteyen ya da bir şeyler yapmasına karşın bizimle sakince meselenin özünü konuşanlardı.
O yangınların sonunda İstanbul depremini bekleyen bir Heybeliadalı olarak zaten oradayken almaya niyet ettiğim eğitimimi burada artık almam gerektiğini anladım. MAG (Mahalle Afet Gönüllüsü) olmaya karar verdim, AME/SAR’ı (Acil Müdahale Ekibi) zaman gösterirdi zaten. Kışın azimle gittim eğitimlerimi tamamladım. Henüz öğrenmem gereken çok şey vardı. Orman Gönüllüsü olmak isteyenler için de eğitim açıldı. E zaten ben orman gönüllüsüydüm Heybeliada’dan ama bilgileri tazelemek gerekirdi, birkaç saatimi verip onu da aldım.
Bu eğitimlerin bana kattığı çok şey oldu:
Örtü, tepe, toprak yangını, spot yangın nedir; ormancıların çok zorda kaldıklarında karşı yangın açarak yangını kontrol altına alabildiğini; üç 30 kuralının tehlike arz edebileceğini, acil durum çantamızda neler olması gerektiğini; işi olmayanın kesinlikle, değil ki sıcak alan, alana girmemesi gerektiğini öğrendim. Daha öğrendiğim pek çok şey oldu elbette. Bunlardan en mühimi de gerçekten “Birlikte Güçlü olduğumuz”du.
Bu ne bir reklam yazısı ne de dilek istek kutusuna atılacak bir mektup. Geçen yıldan beri yaşadığımız afetlerin bana öğrettiği en önemli olgular birlikten güç doğduğu ama kontrolsüz gücün de gerçekten hiçbir işe yaramadığı oldu. Bir de ne olursa olsun bilginin sakin kalmak konusunda çok işe yaradığını pratik edebildim. Yangınlar ve soğutma boyunca sürc-i lisan ettiysem bahanesiz farkındasızlıktandır (öyle ki aslında içim çok ferah ve rahat), özrümü diliyorum. Başımıza bir daha böyle bir şeyin gelmemesini temenni ediyorum (bu demek değil ki eğitim almayalım, eğitimlere devam etmeyelim). Gelirse de kendi adıma daha farkında olarak işlerin ucundan tutmayı temenni ediyor ve niyet veriyorum. Yangın sonrasında yapılacak işler bitmemişken, sıcaklar devam ederken ve yine bu yıl öğrendiğimiz üç 30 kuralı (30 derece üstü sıcaklık, 30 Km rüzgar, %30’un altında nem) halen yuvamızı terk etmemişken de öz farkındalığımın/farkındalıklarımızın yüksek olmasını, diliyorum.