Sorulması gereken soru, "2016'da müzik nasıldı?"
değil "2016'da müzisyen nasıldı?" olmalı...

Başa dönelim. Önce plak şirketleri vardı ki halen varlar. Bu
plak şirketleri müzisyenleri verdikleri konserler üzerinden %30 gibi rakamlar
alarak sömürüyorlardı ki hala sömürmeye devam ediyorlar. Konser başı mutlaka
sigortası yapılması gereken sistemciden, bas gitariste konser boyunca kim varsa
çalışan sadece yevmiye alıyor ve evine neredeyse sadece ekmek parasını
götürebiliyor. Aynı biçimde bir albümün yapılması ve ortaya çıkarılması süreci
de pek farklı değil. Müzisyenlerin ve teknik ekipte çalışan kim varsa albüm
yapım süreci boyunca -şirketlerin kendi çalışanları dışında- sigortaları
yapılmıyor ve yine kayıt başına "küçük" rakamlar alıyorlar. Bu durum
otuz yılı aşkın zamandır Türkiye'de böylece sürüp gidiyor. Hatta kendi albümünü
yapmak isteyen müzisyenler ceplerinden hatta bazen de yokluktan banka
borçlarıyla albümlerini yapmayı sürdürüyorlar. Geri dönüş ise birkaç konserden
sağlayabildikleri oluyor ki daha önce dediğim gibi büyük plak şirketleriyle bir
anlaşmanız varsa o konserlerin belli bir kısmı da plak şirketlerinin cebine
gidiyor.
Gelelim stream meselesine. Konuştuğum birçok müzisyen
görünür olmak adına muvafakatname imzaladıklarını ve mecbur oldukları için
iTunes ve Spotify ve Youtube gibi anaakım dağıtımcılarda parçalarını
döndürdüklerini söylüyorlar. Ancak ne kadar çok tıklanırsa tıklansın
müzisyenler bu işten çok az rakamlar kazanabiliyorlar.
2016'yı geride bıraktığımız ve 2017'nin umutlarına kendimizi
kaptırdığımız bugünlerde, liste başı olduğundan daha çok ya da kimin en iyi
albüme imza attığından daha çok sorulması gereken sorunun "Müzisyen nasıl
kurtulacak?" sorusu olduğunu düşünüyorum. Bunun için bir öneri olarak
bağımsız labellarla hareket etmek bana gerçekçi gelse de dijital dağıtımda yine
o labellar da söz konusu dijital dağıtımcılarla birlikte çalıştığından bu
sadece züğürt tesellisi gibi tınlıyor.
Bant Dergi'sinden Ekin Sanaç, J. Hakan Dedeoğlu ve Cem
Kayıran'ın hazırladığı "Müzik insanları "streaming" hakkında ne
düşünüyor başlıklı dosya'da Aidan Baker'ın yanıtından Spotify için sarf ettiği
cümle kulaklarımda ve gözlerimde patlayıp duruyor: "...müzisyenlere fayda sağladığını
söyleyip, karşılığında çok az şey kazandıran bir tür parazit endüstri fenomeni
olduğunu düşünüyorum." Durum daha iyi özetlenemezdi herhalde.
Bunu müzik dışındaki üretim biçimleriyle anlatmak gerekirse,
siz bir mandalina (bu aralar en çok onlar kan ağladığı için bunu seçtim)
üreticisisiniz ve ürünlerinizi yetiştiren ağacın suyunu veriyor, güneşini
sağlıyor, gübreliyor, diplerini çapalıyor, tomurcuklanmasını ve meyve vermesini
bekliyorsunuz (üretici müzisyen). Sonra meyveler olgunlaşınca işçilerinizle
ürünleri toplamaya başlıyorsunuz (icracı müzisyenler). Biri kamyonuyla geliyor,
üreticiye cüzi bir rakam ödüyor, onları hale götürüyor (plak şirketleri). Halde
üreticiden aldığı rakamın üstüne daha fazla kâr marjı koyarak pazarcıya
satıyor. Pazarcı / dağıtımcı yani ürünü halka buluşturan kişi (Spotify, Deezer,
Youtube, iTunes) hem üreticiden hem de haldeki adamdan daha fazla bir kâr marjı
ile tüketiciye ürünü sunuyor. Müzikte ister parçayı satın almış olun isterseniz
de aylık aboneliklerle stream olarak dinleyin mutlaka dağıtımcıya dinleyici
olarak bir ödeme yapıyorsunuz. "Ödeme yapmıyorum ben" diyenler için
ise, dağıtımcının parça aralarında küt diye çıkan reklamlardan para kazanıyor
olduğunu söylememe gerek yok sanırım. Bir de çoğunlukla dinleyiciler -ki benim
bile başıma geliyor- genellikle şarkıları şöyle bir dinleyip geçiyor. Yani
kimsenin aklında -eğer bir yerlerde albüm hakkında övücü sözler söylenmemiş ve
müzik kulağına güvendiğiniz kişiler tarafından size tavsiye edilmemişse- şarkı
ya da müzisyen adı, tınısı kalmıyor. Yani sürekli ve hızlı bir tüketim söz
konusu.
Bütün bu bahsettiğim sorunlara ilişkin müzisyenlerin kafa
kafaya verip düşünmesi ve bunu yaparken de egolarından sıyrılması gerektiğini
düşünüyorum. Üstelik müzik yazarlarının da aynı biçimde bir araya gelip
"Dağıtımcının sömürüsüne karşı nasıl bir yöntem izlenmeli" konusunda beyin
fırtınaları yapılmalı. Belki var olan müzisyen sendikası ile konuşup sömürüye
karşı bir biçim geliştirilmeli. Zaten iptal edilen konserleriyle canına okunan,
sansürden geçim sıkıntısına bir dolu sorunla uğraşan müzisyenler ve müzik yazarları bunu bugün
yapmazsa ne zaman yapacak? Bu süreçte en çok da kendi ününün dışından bakabilen
müzisyenlere ihtiyaç duyuluyor. 2016'da yapamadığımızı 2017'de yapamazsak gerçekten
b*kumuzda boğulacağız! Belki de çözüm kendi bağımsız ağımızı oluşturmaktan
geçiyordur.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder