Self-Prodüksiyon işler Türkiye’de giderek artıyor. Kimi gruplar albümlerini şirketlerle anlaşıp dağıtırken, kimileri dinleyicilerine bedava veriyor.
Türkiye’de bir albümün oluşum süreci grupların kendi bütçeleri ve çabalarıyla yürüttükleri bir süreç oluyor. Şarkıların kayıt aşamasından, son nokta olan mastering’e kadar her şeyi gruplar kendileri yapıyor ya da yaptırtıyorlar. O aşamadan sonra ise plak şirketlerinin kapılarını aşındırmaya başlıyorlar. “Olurdu olmazdı” birçok plak şirketiyle masaya oturuyorlar. Şanslı gruplar, sanatçı haklarını da gözeten şirketlerle anlaşıyor. İş, bu aşamadan sonra albümün kaç adet basılacağını ve nasıl bir dağıtım politikası izleneceğini belirlemeye kalıyor. Şanslı gruplar yine bu konuda şirketlerle el sıkışıyor. Umduklarını buluyorlar. Şanslı olmayanlarsa memnunmuş gibi davranıp konserlerine ve ulaşabilecek kitlelerine bakıyorlar.
Durum böyle olunca, müziği amatör bir ruhla, hayatlarına keyif katmak için yapan grupların sayısı da giderek artıyor. Onların bu işte diğer gruplara göre maddi beklentileri de yok. Hatta mümkünse bu işin metalaşmamasını ve parayı bu işe bulaştırmamayı istiyorlar. Albüm kartonetlerinin tasarımından, basın takibine kadar her şeyi kendileri üstleniyorlar. Kısacası kendi prodüktörlüklerini kendileri yapıyor, albümlerini de ücretsiz dağıtıyorlar. Albümü ücretsiz dağıtma işi ise promosyon amaçlı kesinlikle değil. ‘Bilmem kaç kontör al şarkı cebine gelsin’ mantığı hele hiç değil.
Kendi Müzikleri, Kendi Yapımları, Kendi Dağıtımları…
Türkiye’de bir albümün oluşum süreci grupların kendi bütçeleri ve çabalarıyla yürüttükleri bir süreç oluyor. Şarkıların kayıt aşamasından, son nokta olan mastering’e kadar her şeyi gruplar kendileri yapıyor ya da yaptırtıyorlar. O aşamadan sonra ise plak şirketlerinin kapılarını aşındırmaya başlıyorlar. “Olurdu olmazdı” birçok plak şirketiyle masaya oturuyorlar. Şanslı gruplar, sanatçı haklarını da gözeten şirketlerle anlaşıyor. İş, bu aşamadan sonra albümün kaç adet basılacağını ve nasıl bir dağıtım politikası izleneceğini belirlemeye kalıyor. Şanslı gruplar yine bu konuda şirketlerle el sıkışıyor. Umduklarını buluyorlar. Şanslı olmayanlarsa memnunmuş gibi davranıp konserlerine ve ulaşabilecek kitlelerine bakıyorlar.
Durum böyle olunca, müziği amatör bir ruhla, hayatlarına keyif katmak için yapan grupların sayısı da giderek artıyor. Onların bu işte diğer gruplara göre maddi beklentileri de yok. Hatta mümkünse bu işin metalaşmamasını ve parayı bu işe bulaştırmamayı istiyorlar. Albüm kartonetlerinin tasarımından, basın takibine kadar her şeyi kendileri üstleniyorlar. Kısacası kendi prodüktörlüklerini kendileri yapıyor, albümlerini de ücretsiz dağıtıyorlar. Albümü ücretsiz dağıtma işi ise promosyon amaçlı kesinlikle değil. ‘Bilmem kaç kontör al şarkı cebine gelsin’ mantığı hele hiç değil.
Kendi Müzikleri, Kendi Yapımları, Kendi Dağıtımları…
Zardanadam’ın takipçisi diyebileceğimiz bir diğer self-prodüksiyon grup Ehl-i Keyf. Onlar albümlerini masrafları grup elemanı sayısı olan 5’e bölerek bu yaz çıkardılar. Geçtiğimiz Nisan ayında önce albümü internetten sunup, ardından konserlerinde CD’lerini dağıtmaya başladılar. Bunun da en büyük amacı müziklerini mümkün olduğunca çok insanla paylaşmak istemeleriydi. “Bir Plak firmasıyla anlaşsaydık” diyorlar, “belki albümümüz 1000 basılacaktı ve dağıtımı da çok yapılmayacaktı. Şarkılarımızın haklarından feragat edecektik, şarkıların internette dolaşımı yasadışı bir kimlik kazanacaktı. Bu tavır bizi kendimizle çeliştirecekti”. Bu hallerinden çok memnunlar. Türkiye’nin herhangi bir yerinden mail aldıklarında, albümü kargoyla gönderebiliyorlar.
Şarkıları yapmak, düzenlemek, kaydetmek, albüm haline getirmek ve ardından; çoğaltmak, tanıtmak ve dağıtmak oldukça meşakkatli bir iş. Zardanadam, “ne kadar çok tanıtırsak o kadar zarar ediyoruz” diyor esprili bir üslupla. Pek akıl kârı olmadığını düşünseler de ‘müthiş bir manevi tatmin’ duyduklarını söylüyorlar. “Örneğin, Nazım Hikmet şiirlerini yazarken kaç satar diye düşünmüyordu. Bir şiir patlasa da villa alsam demiyordu şüphesiz. Biz de isteyen herkese albümlerimizi hediye ettik. İnternet sitemizden yüz binlerce kez indirildi şarkılarımız, Türkiye’de normal Rock albümlerinin ulaşmadığı yerlere ulaştık” diye ekliyorlar.
Bu işin de bir ekonomisi var. Dağıtılan albüm sayısı arttıkça, daha çok konser geliri elde ediliyor. Şimdilerde Zardanadam için ‘iş kendini çevirir’ vaziyette. Konser gelirlerini yeni albüm yapma ve dağıtmaya ayırıyorlar.
Zardanadam’ın ve Ehl-i Keyf’in yaptığı işi bir tür çaresizlik ya da zengin eğlencesi olarak görenler de var. Çoğu kez albümlerin ücretsiz olması, yaptıkları müziğin önüne geçti. Onların da müziklerinden ziyade Arctic Monkeys gibi tavırları haber oldu. Endüstrinin içinde yer almadıkları için birçok etkinlik ve organizasyonda ilk akla gelen isimlerden olamadılar. Ulaştıkları noktaya, diğer pek çok grubun çekmediği zorlukları çekerek ulaştılar. Zardanadam 8. yılında ve 5. albümünün kaydına başlıyor. Kışın da yeni albümlerini paylaşım ‘piyasa’sına sürecekler. Türkiye’de müzik yapmanın alternatif bir yolu olduğunu gösterdiler.
Ehl-i Keyf ve Zardanadam, ile daha bilmediğimiz pek çok müzisyen ve grup plak şirketlerine bağlı değiller. Bunun dışında da Ehl-i Keyf ve Zardanadam albümlerini bedava dağıtıyor. Onların albümlerinin üzerinde bir prosedüre uygunluğu açısından bandrol ve şirket adı var. Şarkıları da Mesam ve MSG’ye kayıtlı. Çünkü onlar demo değil albüm yapıyorlar.
Teknoloji artık herkesin evde, stüdyoda ve hatta verdikleri konserlerde şarkılarını kaydetmesine imkân veriyor. Bu işin en zorlu kısmı da kayıt aşaması olduğu için plak şirketlerine ihtiyaç duymuyorlar. Endüstri çok büyük… Giderek de büyüyor. Ancak salt müzik yaparak para kazanmak mümkün de değil. Ya 9-5 mesaisi olan bir işte çalışmak ya da çok da özümsemediğiniz ama kazanan ve kazandıran müzisyenlerinin arkasında müzik işçiliği yapmak gerekiyor. Bu problemin çözümü için Ehl-i Keyf, “varolduğunu iddia eden bir endüstri varsa önce müzisyenleri alıp onları sahiplenmeli” diyor.
Bugün Türkiye’de de dünyada olduğu gibi bağımsız sinemacılar var. Çok ciddi prodüksiyonlara da imza atıyorlar. Ama henüz bağımsız müzisyenler diye bir oluşum yok. Müzisyenler henüz bir arada hareket edemiyor. Ama self-prodüksiyon işlerin sayısı arttıkça böyle bir oluşuma da ihtiyaç olacağı düşünülüyor.
Kendi müziğinin yapımcılığını üstlenen gruplar, dinleyicilerin de bilinçli olması gerektiği kanısında. Türkiye koşullarında bir kişinin haftada 1 ya da 2 albüm almasının mümkün olmadığı çok açık. Dinleyicinin görevi ise bu durumun bilincinde olmakla başlıyor…
Zardanadam’ın ve Ehl-i Keyf’in yaptığı işi bir tür çaresizlik ya da zengin eğlencesi olarak görenler de var. Çoğu kez albümlerin ücretsiz olması, yaptıkları müziğin önüne geçti. Onların da müziklerinden ziyade Arctic Monkeys gibi tavırları haber oldu. Endüstrinin içinde yer almadıkları için birçok etkinlik ve organizasyonda ilk akla gelen isimlerden olamadılar. Ulaştıkları noktaya, diğer pek çok grubun çekmediği zorlukları çekerek ulaştılar. Zardanadam 8. yılında ve 5. albümünün kaydına başlıyor. Kışın da yeni albümlerini paylaşım ‘piyasa’sına sürecekler. Türkiye’de müzik yapmanın alternatif bir yolu olduğunu gösterdiler.
Ehl-i Keyf ve Zardanadam, ile daha bilmediğimiz pek çok müzisyen ve grup plak şirketlerine bağlı değiller. Bunun dışında da Ehl-i Keyf ve Zardanadam albümlerini bedava dağıtıyor. Onların albümlerinin üzerinde bir prosedüre uygunluğu açısından bandrol ve şirket adı var. Şarkıları da Mesam ve MSG’ye kayıtlı. Çünkü onlar demo değil albüm yapıyorlar.
Teknoloji artık herkesin evde, stüdyoda ve hatta verdikleri konserlerde şarkılarını kaydetmesine imkân veriyor. Bu işin en zorlu kısmı da kayıt aşaması olduğu için plak şirketlerine ihtiyaç duymuyorlar. Endüstri çok büyük… Giderek de büyüyor. Ancak salt müzik yaparak para kazanmak mümkün de değil. Ya 9-5 mesaisi olan bir işte çalışmak ya da çok da özümsemediğiniz ama kazanan ve kazandıran müzisyenlerinin arkasında müzik işçiliği yapmak gerekiyor. Bu problemin çözümü için Ehl-i Keyf, “varolduğunu iddia eden bir endüstri varsa önce müzisyenleri alıp onları sahiplenmeli” diyor.
Bugün Türkiye’de de dünyada olduğu gibi bağımsız sinemacılar var. Çok ciddi prodüksiyonlara da imza atıyorlar. Ama henüz bağımsız müzisyenler diye bir oluşum yok. Müzisyenler henüz bir arada hareket edemiyor. Ama self-prodüksiyon işlerin sayısı arttıkça böyle bir oluşuma da ihtiyaç olacağı düşünülüyor.
Kendi müziğinin yapımcılığını üstlenen gruplar, dinleyicilerin de bilinçli olması gerektiği kanısında. Türkiye koşullarında bir kişinin haftada 1 ya da 2 albüm almasının mümkün olmadığı çok açık. Dinleyicinin görevi ise bu durumun bilincinde olmakla başlıyor…
Daha önceleri çeşitli plak şirketleriyle çalışan Mor ve Ötesi Rakun isimli plak şirketini kurdu. Sadece kendi albümlerini yapmakla kalmıyor, onlara ihtiyaç duyan ve özümsedikleri müzisyenlerin de albümlerini yapıyorlar. Onların farkı albümü dağıtmıyor satıyor oluşları. Ama kimse onlara neden dağıtmıyorsunuz da satıyorsunuz diyemez. Tıpkı Ehl-i Keyf’e ya da Zardanadam’a neden dağıtıyorsunuz diyemeyeceği gibi. İlk albümünü demo olarak düşünüp evde kaydeden ardından da EMI’ye veren Hayko Cepkin’in ilk albümü self- prodüksiyon olarak kabul edilen albümlerden.
Moğollar’dan ve yaptığı solo albümlerden tanıdığımız Taner Öngür de kendi albüm kayıtlarını tek başına evinde yapan ve albüm tasarımları için ‘dayanışma yöntemi’ni kullanan isimlerden. Albüm yapmanın artık para kazandırmayacağını çok iyi biliyor. O bir tek, albümün dağıtımı için plak şirketleriyle anlaşıyor. İkinci solo albümünün adı da albümün yapım aşamasına uygun: ‘Evde Tek Başına’. 2005’te albüm çıktığında ‘bu anlamıyla manifesto gibiydi’ diyor. Öngür albümü dağıtmasa da yaptığı iş, birçok genç müzisyene örnek oldu ve oluyor.
Özge Ç. Denizci
Akşam / Brunch
Eylül 2008
ozgedenizci@gmail.com
Akşam / Brunch
Eylül 2008
ozgedenizci@gmail.com
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder