14 Ekim 2008 Salı

Enstrüman olarak insan sesi…



Müzisyen olmayanlarımız bile farkında olarak ya da olmayarak gün içinde ara sıra şarkı söylüyordur. Şarkı söyleme işini biraz aşmış olanlarımız sesinin sınırlarını biliyor olsa da her fırsatta zorluyor ve çeşitli denemeler yapıyordur. İnsan sesi ve kullanımı pek çok anlamda önemli bir enstrümandır. Bu önemli enstrüman, kimi profesyonel sahne müzisyenlerince çeşitli mikrofon ve prosesörlerle de destekleniyor. Her ne kadar teknolojik gelişmelerden yararlanıyorsak da insanın duru sesinin hem en etkili hem de en büyük enstrüman olduğu söylenmekte.

İnsanın kendisine gelen sesiyle dışarıya duyurduğu sesinin de algı bakımında farklı olduğu söyleniyor. Hatta bunu zaman zaman arızalanan telefon hatları yüzünden yankılanan kendi sesimizi duyduğumuzda, sesimizi kaydedip, sonra dinlediğimizde ya da mikrofon kullandıysak monitörlerden gelen sesi işittiğimizde de garipseyenlerimiz olmuştur.hepimizin sesi bir diğerimize göre de oldukça farklı. Hatta hiç birimizinki diğerimize ne konuşurken ne de şarkı söylerken hiç benzemez.

İnsan sesi, farklı kültürlerde de farklı biçimlerde kullanılıyor. Birlikte söylenen şarkıların yanı sıra, solo söylenilen şarkılarda da değişik kullanımlarını görebiliyoruz. Avrupa müzik tarihi içinde de insan sesinin kullanımı türlere göre değişiklik göstermiştir. İnsan sesi pek çok anlamda enstrümandan daha önce geliyor. Yine Avrupa müzik tarihini ele alacak olursak, enstrümanların sadece şarkılara eşlik olarak kullanıldığını da görebiliyoruz. Ortaçağ döneminde ayinlerde ve dinsel temalı şarkılarda acapella olarak kullanılan insan sesi, Rönesans döneminde ve sonrasında din dışı konularda da kullanılmıştır.

1000’li yılların öncesine kadar daha çok monofonik olan şarkılar, sosyo- kültürel değişimlerin etkilerinin de müziğe yansımasıyla polifonik olmuştur. Avrupa müziğindeki bu değişimler de insan sesinin birlikte kullanımı açısından oldukça büyük bir öneme sahip. 1598 tarihinde ise, Jacopo Peri tarafından bestelenen Dafne adlı opera, Avrupa müzik tarihinde ilk insan sesinin sınırlarını zorlayan tür: operanın örneklerinden. Operanın ortaya çıkışı, insan sesinin kullanımlarının değişimine önemli ölçüde etki etmiştir.

Kimi müzikologlar, insan sesinin çeşitli tarzları geliştirdiğini ve hatta oluşturduğunu bile söylüyorlar. İnsan sesini de temelde kadın ve erkek sesi olarak ikiye ayırıyorlar. "Gerçekte de öyle mi?" tartışmalı. Çünkü kadın ve erkek sesi her ne kadar genel olarak ikiye ayrılıyorsa da, bizim bildiğimiz ve duyduğumuz erkek ve kadınlara ait sesler de var. Bu sesleri de sayacak olursak başta hadım sesinin ince kalabilmesi adına Carlo Maria Broschi yani hepimizin bildiği adıyla Farinelli'yi anmamız gerekiyor. Bilmeyenlerimiz için tekrar edelim. 18. yüzyılda yaşamış olan Farinelli'nin sesi kendisine yapılan fiziksel müdahale sonucu bildiğimiz anlamda değişime uğramamış ve tiz kalmıştır. Bu ise aslında, Roma Katolik kiliselerinin 16.yüzyılla 20. yüzyıl arasında küçük yaştaki yetenekli çocuklara verilen müzik öğretiminin ardından yapılan bir müdahale. Çocuklar ergenlik çağına gelmeden önce sesleri bozulmasın diye hadım ediliyorlar. İnsan sesinden ve onun bir enstrüman olarak kullanılmasından söz ederken "castrato”lardan bahsetmemek hata olurdu.

Peki insan sesi nasıl elde ediliyor? Ya da başka bir deyişle nasıl konuşuyor ve şarkı söylüyoruz? Neredeyse bütün omurgalılar gibi insanlar da, temelde akciğer, ses telleri ve ağız yoluyla konuşuyor ve ses çıkartıyor. Bu enstrümanın kullanımı ise "önce akciğerlerden gelen havanın soluk borusuna dolması ve buradan da dışarı çıkması ve soluk borusunun üst tarafında bulunan gırtlaktaki ses tellerinin titreşmesiyle çıkıyor. Ancak tabii ki diyafram nefesi dediğimiz ve çoğunlukla profesyonel müzisyenler ya da tiyatrocu ve spikerlerce kullanılan ses çıkarma yöntemi de var. Bu yöntemde ise, alınan hava akciğerlere değil de diyaframa (karnın üst boşluğuna) dolduruluyor ve oraya doldurulan hava yöntemiyle aslında ses telleri yorulmadan daha rahat ve hatta karşımızdaki insanı dinlendiren bir ses çıkıyor. Üstelik diyafram nefesi oldukça da sağlıklı gündelik hayatta bu nefesi kullananların daha uzun yaşadığı bile söyleniyor. Bu nefesle çıkarılan ses daha uzun süre tutulabiliyor. Bu sebeple de nefesli enstrüman çalanlar ve belli bir ses eğitiminden geçmiş kimseler bu nefesi kullanıyorlar. Ancak diyafram nefesini çok kullananların ileriki yaşlarında hafif bir göbeklenme olduğu da dikkatlerden kaçmamalıdır.

Diyafram sesine ek olarak, kafa sesinden de bahsetmemiz gerekiyor. Kafa sesi ise, sinüslerimizde yankılatarak çıkardığımız sestir. Kafa sesi kullandığımızda sesimiz olduğundan daha da incelir. Kafa sesi yöntemiyle tiz seslerde farklı tınılar yakalayabilir, çıkarabildiğimiz seslere de inanmakta güçlük çekebiliriz.

Başka başka yöntemler de yok değil. Sözünü ettiklerimiz genel geçer ve çoğumuzun aslında hâkim olduğu bilgiler. Ama yine de hatırlamakta yarar var. Bazı ses kullanım yöntemlerinde ise bahsettiğimiz temel yöntemlerin birlikte kullanıldığını görüyoruz. Örneğin, çoğunlukla İsviçre'de kullanılan ve çoğumuzun da Heide isimli çizgi filmin müziği olarak aşina olduğumuz Yodel tekniği var. Bu teknik sayesinde sesin sınırları cidden zorlanıyor ve aslında insan sesi tam olarak bir enstrümana dönüşüyor. Bu yöntemin kullanımı ise "sesin diyaframdan kafa sesine, kafa sesinden diyafram sesine alınması" biçiminde tasvir ediliyor. Aynı bu yöntem pek çok farklı kültürde kullanılıyor. Ama kullanılan kültürlerin yaşam alanlarının genellikle dağlık bölgeler olduğunun da altını çizmemiz gerekiyor. Bunlardan br diğeri ise Gürcistan'dır. Gürcistan'da yodel tekniği (ki onlar Krimançuli ve başka bir çeşidine de Gamkviani diyorlar) şarkıların içine yedirilmiş bir biçimde karşımıza çıkabiliyor. İsveç'de ise Kjulning adıyla 'buzlu dağların ardına sesi ulaştırmak amaçlı’ kullanılan benzer tekniği görüyoruz. Bu teknik içinde ritmik ya da melodik motifler ses sahibi tarafından özellikle duymayanlarımızı şaşırtacak bir biçimde hemen kulaklarımıza çarpıyor.


Oldukça garipsenen bir başka yöntem ise Anadolu'da var. Her ne kadar kimilerince yodel'a benzetilse de aslında oldukça farklı bir biçimde icra edilen ve duyulan "boğaz çalma" tekniğini duyanlarımız olmuştur. Duymayanlarımız için ise kısa bir hatırlatma yapalım. Bazı Yörük aşiretlerinin kullandığı bu teknikte ise, iki ayrı biçimden bahsedilir. "Birincisinde, işaret ve orta parmaklar boğaza dik ve bitişik tutulur, vibrato istendiğinde hafifçe vurulur, ikinci teknikte, başparmak boğazın ön yüzüne ya da yanlara bastırılır (kimi zaman işaret ve orta parmaklar da öteki yana bastırılır) ve ezgide perde değişimi için aşağı-yukarı hareket ettirilir." Etno- müzikolog Yetkin Özer, Yörüklerde Müzik ve Boğaz Çalma Music and Throat Playing of the Yörük in Anatolia isimli cd'nin kartonetinde kullanım yöntemlerini bu şekilde anlatıyor ve bu yöntemin "sadece evlenme çağına gelmemiş kadınlar tarafından icra edildiğini" de ekliyor. Yine kartonette, "Bosna'da iki boğayı dövüştürmek için sığırtmaçların söylediği deleganje ezgileri ile benzerliği bakımından önem taşıdığı"nı vurguluyor.

Duyduğumuzda dudaklarımızı ısırarak "nasıl olabiliyor ki acaba bu?" dediğimiz bir başka yöntem ise kuşkusuz, "overtone singing" tekniği. Bu teknik ise daha çok, Himalayalar ile Altay, Tibet, Moğolistan ve Tuva'da kullanılıyor. Özet olarak birden fazla ses çıkarma yöntemidir diyebiliriz. Kadınlarda kullanımı farklı, erkeklerde ise farklıdır. Gırtlaktan çıkarılan sesin tınısı alışık olduğumuz hiç bir şeye benzemese de bu yöntemi kendi müziğinde kullanmış Dave Hykes ve Jim Cole gibi müzisyenler de var.

Sözünü ettiğimiz bütün bu teknikler neredeyse tek kişinin çıkardıpı sesler yoluyla dikkatleri üzerine toplamış yöntemler. Oysa şarkı söyleme geleneğinde pek çok farklı yöntemler de var. Bir araya gelip, şarkı söyleyen insanlar, polifonik, monofonik gibi pek çok farklı anlama gelen ve Avrupalı müzikologlarca isimlendirilen yöntemler de var. Polifonik şarkı söyleme tekniklerinde, toplu halde hedeflenilen tınıya ulaşmak ise muazzam denebilir. Yine Gürcülerde, Bulgarlarda, Romanya, Makedonya’nın kimi bölgeleri, kuzey ülkelerinden İrlanda, İskoçya’da, İskandinavya’daki Troll Dağları’nda, Kelt bölgelerinde, Fransa’ya bağlı Korsika Adası, İtalya'ya bağlı Sardinya Adası, Afrika kıtasının çeşitli ülkelerinde polifonik şarkı söyleme geleneğini ve bu geleneğin farklı yöntemlerini görebiliyoruz.

Öte taraftan yine birlikte şarkı söyleme geleneğine örnek teşkil edebilecek, bir yöntem daha var. O yöntem de çoğunlukla Eskimo'larda görülen hocket ya da bir diğer adıyla interlocking yöntemi. Eskimo kadınlarının kullandığı bu yöntemde her kadın bir hecey alıyor ve sırası gelince o heceyi söylüyor. Dolayısıyla duyulduğunda tek bir insandan çıkarmışcasına farklı seslerle söylenen bir şarkı olduğu düşünülebiliyor. Ya da daha kolay bir tasvirle, bir şarkının içindeki her bir hece başka bir kadın tarafından söyleniyor ve bu süratle yapılıyor. Bu tekniğin adı ise, katajjaq.

Ses kullanımları her ülkede, hatta aynı ülkelerin içinde bulunan yörelerde bile farklılık gösteriyor. Dolayısıyla insan sesinin büyüklüğü ve aslında sınırsızlığı neredeyse tartışılmaz diyebiliriz.

İnsan sesinin sınırları tahmin edemeyeceğimiz kadar geniş ve inanılmaz. Şarkı söyleme yöntemleri hakkında ise bu sınırsızlık içinde unuttuğumuz, atladığımız ya da "artık onu da yazmayalım" dediğimiz teknikler de yok değil. "İnsan sesi bir enstrüman mıdır değil midir?" tartışmasında ise elimizdeki veriler bize insan sesinin kesinlikle bir enstrüman olduğunu kanıtlıyor. Hatta akordu yapılabilen, her bir ayrı noktasından farklı ses elde edilebilen ve kullanılmadığında hemen paslanabilen bir enstrüman…



(Volume Dergisi- Temmuz 2008)

Hiç yorum yok:

Savruk Yazılar 003 (13 Temmuz Datça- Mesudiye Yangını)

Kask, power bank, su, kumanya, sağlık çantası, kafa feneri…   Yanmaz eldiven, yanmaz gözlük, yanmaz pantolon, yanmaz ayakkabı… Hop orada dur...