8 Mayıs 2020 Cuma

Müzikle iyileşiyoruz no. 50

2009 yılında bir dergi projesinin içine sinsice dahil olmuştum. İsmi "Draje Dergi"ydi (dergi blog olarak online devam ediyor) Dergide en sevdiğim ve okumaktan en çok keyif aldığım aldığım bölüm bir önceki sayıya ait yazılardan derlenmiş kelime öbeklerinin en arka sayfada "Çıkan Sayının Özeti" olarak yayınlanmasıydı. 

50. yazı için ben de böyle bir format düşündüm. 50. yazının olayı bu, çıkan yazıların özeti. Çünkü yazdıklarım ve hatta yazmadıklarım hala kafamda dönmeye devam ediyor. Tıpkı yaşadıklarımın tortusu, yaşamadıklarımın kaygısı ve heyecanının içimde durduğu gibi. 



Hem Draje Dergi'de bu fikri ortaya atan ve yaratan yazara, hem de dergide yer alan herkese teşekkürlerimle...


Çok git geller yaşadım kendi içimde. Yılmadan devam mı etmeliydim, yoksa artık bir yerde bırakmalı mıydım? Ben her bu soruyu soruşumda, bir anlamlı mesaj, blog yazılarımın altına bırakılmış bir yorum hatta bazen de bir telefon, yazılarımın sık sık gündeme getirildiği Zoom toplantıları beni hep toparladı. Çok teşekkür ederim. Evet, sevdiğim şeyi yapıyor ve yazıyorum. Tutkularımın peşinden gidiyorum ve gitmeye de devam edeceğim. Bana inandığınız, güvendiğiniz için çok teşekkür ederim. "Show Must Go On"!

Özeti yapmadan önce yine aynı mantıkla parçalarının çoğunu YouTube üzerinden seçtiğim için bir YouTube çalma listesi bulacaksınız. O da bugüne kadar konu ettiğim(iz) ya da atıfta bulunduğum(uz) parçalardan oluşuyor. Benzer bir listeyi eksikli olarak (çünkü bütün kayıtlar yok) yakında Spotify'da da bulacaksınız. İyi okumalar, dinlemeler). 

Çıkan 50 yazının özeti

Zor zamanlar yaratıcılığın da arttığı zamanlar olmuştur hep ki gördüğümüz kadarıyla başta müzisyenler olmak üzere pek çok sanatçı ürünlerini daha şimdiden ortaya koymaya başladı bile. Sosyal medyadan sızıp gelen haberlerin tutarsızlığı karşısında kafamız yeterince karıştı. Çünkü her ne kadar bağışıklık sistemimize bağlı olarak değişiklik gösterse de aslında hepimiz Covid-19 karşısında hiçbir yerde ve halde olmadığımız kadar eşitiz. Eğer bulut yoksa gökyüzüne bakmak derin mavi ya da griliği izlemek ve hatta öyle boşluğa bakmak bile iyi gelecektir. 


Gökyüzüne selam çakmaya ve umudu yeşertene kadar da bakmaya devam ediyoruz. Konumuz değişim. Evde üretime geçmenin zamanı çoktan geldi bile.Evde durduğumuz bu günlerde, tutkuyla yaptığımız şeyleri yeniden hatırlayabiliriz belki. Kahvenizi almış, konforlu koltuğunuza oturmuş, haberlere şöyle bir göz atmış, evde çok ama çok sıkılmış, birkaç arkadaşınızla telefonda konuşmuş, çiçeklerinize su vermiş, bilgisayarınızı açıp “bugün hangi diziye başlasam”, kitaplığınızın önünde durmuş “yarım bıraktığım hangi kitaba devam etsem” diye düşünüyorsunuz. 

Diğer tarafta tutuklular var, gördünüz mü duydunuz mu? Evlerinde değiller, olamıyorlar… Koğuş sistemiyle kalan tutuklulardan biri enfekte olursa ne olacağını tahmin edebiliyor musunuz? Şimdilik hem etraftan gelen hem de kafamızda yankılanan sorulara bu cevabı veremesek de yakında her şeye o kadar alışacağız ki “Normal” diyeceğiz. Hiçbir şey eskisi gibi olmayacak bunu net bir şekilde anladık. 

O zamana kadar ertelediğimiz ne varsa yapmaya devam ediyoruz. “Hey Corç versene borç” diyebilirdim. Konuyu siz zaten biliyorsunuz. Bunun için bir kez daha irdelemeyeceğim ama yine Hakan Peker’den “Ateşini yolla bana” şarkısını “İban'ını yolla bana" diye revize etmeden duramayacağım. Birdenbire hayat değişim için kozasına çekilmiş. Gerçekten de türlü türlü müzik var. 

Ağlatanı var, güldüreni var, acıktıranı var. Uyutan veya dans ettiren türlerine de rastlamış olduğunuzu tahmin ediyorum “O nasıl bas, o nasıl yaylılar öyle?” diyor insan. İçim kıpır kıpır oluyor. Başta da söylediğim gibi on küsür yıldır beklediğimize değmiş.Bir müziği de sahtesinden ayıran bir özellik olarak ele alalım. Basitleştirerek... Dokunmayı seven bir toplum olarak birbirimize sarılamamamız, dokunamamanız ise anksiyetelerimizi arttırıyor. Birbirimizi özledik. Birlikte çalıp söylemeyi, içmeyi, dans etmeyi…Sarılmayı, en çok da sarılmayı özledik.

Maskelerimizi yakacağımız, bir daha takmak zorunda kalmayacağımız, sağlıklı günlere az kaldı. Kiralarımızı ve faturalarımızı nasıl ödeyeceğimizi bilmediğimiz bir dönemde dayanışma ağını büyütme ve hayata birlikte tutunma gerekliliği duyan herkese bin şükür. Karantina günlerinde telefonlarımıza daha fala sarıldık, internet ortamlarında daha fazla turlar olduk. İşi gücü dışarıda olan ve bu süreçte işsiz kalıp elini kolunu nereye koyacağını bilemeyen, kitapla, filmle, müzikle kısacası sanat ve bilimle ilgili üretim ve tüketim konusunda kendisini eğlenmeyi pek de beceremeyen arkadaşlarımız başkalarının hayatları ya da Korona'nın serbest salınımı üzerinden kendi varoluşlarını dozunu arttırarak devam ediyorlar.Sözüm senden içeri benden dışarı. Bu yüzden de sakinlik diliyorum herkese…Kasmayın kaliteli zaman, etkinlik falan diye… 

Çok sayıda etkinlik anksiyete de yapabilir. Boş zaman da iyidir üstelik. Hepimizin yoğun stres atmaya ihtiyaç duyduğu son zamanlarda dün geceki iki saat içinde stresimizi her türlü attık. Ağlanacak halimize gülerken elbette ki kafalarımızda hunilerimiz vardı. 

Neyse...

Sahilde bazen üstümden silkeleyip attığım kum zerrecikleriyle de milyonlarca kilometre uzaktaki yıldızlarla da bağımın olduğunu hissediyorum. Geçmişimizle ve gerçeklerle yüzleşeceğiz ki iyileşelim.Dünya yıkılmadan yeniden nasıl kurulur ki? Cenazemde çalsın istediğim parçalara istediğim parçalar gençliğim boyunca bin kez değişti.Yarım yüzyıl boyunca pek çok filozof tanıdım. Antik Yunan Filozoflarından ya da Frakfurt Okulu’ndan öte, mucizevi bir şekilde dokunabildiğim filozoflardan bahsediyorum. 

Her nerede, hangi koşulda, ne olursa olsun bugün bedenimizin sesine kulak verelim. Ona bugüne kadar nasıl davrandığımızı küçükçük de olsa sorgulayalım. Henüz en iyi dostumuzu aynalar yapmadıysak bugünden tezi yok yapmamızda fayda var. İzolasyonlar, sokağa çıkma yasakları, kapanan işletmeler, okula gitmeyi bırak sokağa dahi çıkamayan çocuklar… Neler oluyordu? Pandemiyle yaşamaya, karantinada kalmaya, yeni hayatımıza başlayalı ise bir ayı biraz geçti. Anlaşılan o ki Covid-19 bizimle ciddi düşünüyor. Baksanıza okula gitmemize, işimize gücümüze bakmamıza izin vermiyor ve "kır kıçını otur" evinde diyor. Covid-19'un kapatması olduk hepimiz.

Sadece türkü söylemek istiyorum. Konser yasakları kaldırılsın, cezaevlerindeki üyelerimiz tahliye edilsin. Bir an önce taleplerimiz karşılansın. Herkesin elinden geldiğince mücadelemize destek vermesini istiyorum”Günün şarkısı, insan denen en korkunç virüsün önce kendi türüne sonra da yaşam alanındaki bütün her şeye karşı kendine çeki düzen vermesi ihtiyacı üzerinden geliyor. 

Özetle her yanımız cover olmuştu. Bu nedenle karantina bayağı iyi oldu. Önce şu toprağı "somun gibi kabartalım" gerisi kolay. Kendi emellerimizi çocukların üzerinde gerçekleştirmeye başlamaktan ne zaman vazgeçecektik?Belli ki bu süreçten sonra artık ikili ilişkilerimiz de aynı olmayacak. Çözüm olarak kimseye dişini sıkmasını söyleyemem, söylenmez de zaten. Ama ev içindeki şiddeti azaltmazsak filler tepişirken olan çimenlere olacaktır. 

Yani mesela o sponsorluk veren şirketler, topyekün bütün parayı popüler isimlere harcayacaklarına (kaşeleri biliyoruz efendim biz de dış kapının mandalı değiliz), ana akım olmayan ama yaptığı müziğe müthiş emek veren onlarca grubun bir dolu masrafını karşılamak için kullanabilir. Mesela popüler isimler de bunun başını çekebilir ve yönlendirmeler yapabilir.Kendimi masmavi gökyüzünden, kuş seslerinden, komşu selamlarından da mahrum bırakmıştım. Nedeni açıktı. 

Garip hasetlik halleri, yıllardır tekrar ettiğim cümlelerin anlaşılmamasına olan kızgınlığım.Diyeceksiniz ki "Müzik unutulur mu?" Ancak şöyle unutulur, başka şeyler dinlerken...Yıllarca emek verip ördüklerimin bir yerden sökülmeye başlayıp devamının gelmesini oturduğum yerden sadece izleyebiliyorum. 

Karantina döneminde yalnız kaldıkça çoğaldım, çoğaldıkça içime döndüm, içime döndükçe dışarı taştım, hatta o taşkında boğulacak gibi bile oldum ama bir el hep uzanıp çekti ve aklımı meşgul edecek bir dolu hadiseyle, oyunla, kartla geldi bana.30'uma geldiğim günlerde sigara içmiyordum, Gezi'ye kadar da içmedim. Şarkıda "Ay 30'uma geldim sigaram ağzımda hala" diyordu, bana uymuyordu ama uyan herbir sözüne progressive tınılarına bayılıyordum.

Anladığım kadarıyla, duvara boş boş bakma saatinizi takip eden kek yapma etkinliğiniz ve hemen ardından gelen eşi, dostu stalklama üstüne komik video izleme işlerinizin hepsi bitti ve siz de sonunda blogu'ma düştünüz.

Ama ey insanlık, kabul edelim ki bir virüs hepimizden daha devrimci çıktı! Yeniliyor hayatlarımızı birer birer ve ona alışmamızı dikte ediyor (her devrim halk devrimi olacak diye bir şey yok!). Bakalım, önümüzdeki süreçte bizi neler bekliyor?Diğer yandan düşünüyorum "Bugün internet kesilse ne olacak?" diye... 

Canlı yayından beslenenler var. İnternet konserleri, filmler, online okunabilecek kitaplar. Dijital olanla doğalın arasına sıkışıp kalmışız gibi hissediyorum. Okyanusun altından geçen kablolardan birinde bir kopukluk olsa halimiz duman. O günler, geriye kalan bütün hayatımızda derin izler bıraktı ki bunu da bugünden bakıp görmek mümkün. Örneğin hepimiz interdisipliner/disiplinlerarası anlayışın ne olduğunu bilmezken burada pratik etmiş olduk.

Günlerdir göremediğimiz arkadaşlarımıza "Yaklaşmaaa!" nağmeleri eşliğinde ayaküstü sohbet etme günü. Kendini unut, maskeni, dezenfektanını unutma günü. "Aman evladım çok sosyalleşme gözünü seveyim günü". Çocukları, yaşalıları bir yerden başka bir yere transfer etme günü. Oysa daha bilmediğimiz pek çok ritüel daha var. Bunlardan bir diğeri iki ayrı yerde ekmek mayalamak ve birine niyet tutmak. Müzik türü her ne olursa olsun bu kural değişmez. Tıpkı popüler müzikte olduğu gibi.Ancak bu yazı hiçbir şekilde virallik içermiyor bunu da belirteyim. 

Ay resmen orgazm! 

"Sabır ve dua ile..." 

"Show Must Go On!"

Fotoğrafa tıklarsanız çıkan sayının özetini dinleyebilirsiniz de...




Günün parçası elbette ki Queen'den geliyor. Filmi var zaten çoğunuz izlediniz. O bir efsane olduğu için de hakkında bir dolu argümana sahipsiniz. Ama adettendir ben yine parça hakkında azıcık bilgi vereyim. "Show Must Go on", Freddie Mercury ile yayınlanan son Queen albümü olan ve 1990 yılında Parlophone tarafından basılan "Innuendo"nun son parçası. Parça  Brain May tarafından yazılır. May parçanın temel taşının müzik piyasayı içinde konuşulması zor olan ögelerden oluştuğunu söyler. Parça bildiğimiz kadarıyla Mercury tarafından hiçbir zaman canlı söylenemez. Çünkü Freddy Mercury o sırada hastalığı yani HIV ile mücadele içindedir. Bu da parçayı ironik bir biçimde çok daha anlamlı kılar.  Ancak parçanın prömiyeri 1997 yılında Paris'te Queen ve Elton John tarafından yapılır.  Parça B minör (si minör) başlar ve bir yerde modülasyon yaparak C# minöre (do diyez minör) geçer. Bu geçiş de tutkunun daha da şiddetlenmesini hissettirir. 

Umut ne olursa olsun şova devam etmekte!


Show Must Go On
Empty spaces - what are we living for?
Abandoned places - I guess we know the score.
On and on!
Does anybody know what we are looking for?
Another hero - another mindless crime.
Behind the curtain, in the pantomime.
Hold the line!
Does anybody want to take it anymore?
The Show must go on!
The Show must go on! Yeah!
Inside my heart is breaking,
My make-up may be flaking,
But my smile, still, stays on!
Whatever happens, I'll leave it all to chance.
Another heartache - another failed romance.
On and on...
Does anybody know what we are living for?
I guess i'm learning
I must be warmer now.
I'll soon be turning, round the corner now.
Outside the dawn is breaking,
But inside in the dark I'm aching to be free!
The Show must go on!
The Show must go on! Yeah, yeah!
Ooh! Inside my heart is breaking!
My make-up may be flaking...
But my smile, still, stays on!
Yeah! oh oh oh
My soul is painted like the wings of butterflies,
Fairy tales of yesterday, will grow but never die,
I can fly, my friends!
The Show must go on! Yeah!
The Show must go on!
I'll face it with a grin!
I'm never giving in!
On with the show!
I'll top the bill!
I'll overkill!
I have to find the will to carry on!
On with the,
On with the show!
The Show must go on.




Hiç yorum yok:

Savruk Yazılar 003 (13 Temmuz Datça- Mesudiye Yangını)

Kask, power bank, su, kumanya, sağlık çantası, kafa feneri…   Yanmaz eldiven, yanmaz gözlük, yanmaz pantolon, yanmaz ayakkabı… Hop orada dur...