"Annelik kutsal bir mertebe değildir" konulu Anneler Günü özel yazıma hoş geldiniz.
Kapitalizmin günden güne çöküşe geçmesine en çok sevinenlerden biri de benim. Toplumun üzerime yük ettiği benim ise kendi meşrebimce yapabildiğim anneliği sadece ve sadece çocuk kendine yetebilene kadar ona yardımcı olmaya çalışan bir asistanlık görevi olarak görüyorum.
Yazıyı yazmadan önce pek çok makaleye göz attım. Yalnız anne olmayı göze alamayan, toplum baskısına yenik düşen kadınların hikayelerinden anne olunca konunun derinliklerine inerek kendilerinden vazgeçen annelerin hikayelerine bir dolu annelik macerası okudum. Herbirinde ise kadınlığın harabeye dönmüş bir evden başka bir şey olmadığının altı çizilmişti. Başka bir yolu olmalı, oldurulmalı.
Çocuk dünyaya gelirken yanına ne yazık ki kullanma kılavuzunu vermiyorlar. Yani neyle karşılaşacağınız konusunda bir fikriniz olmuyor. Zira içinizde büyümeye ve fetusluktan çıktığı andan itibaren aslında o bir birey. Çocuğumu (cinsel bir kimlik atfetmek istemediğim için çocuğum diyorum) ilk kucağıma aldığımda ona ve kendime söylediğim ilk cümle "Sen benden farklısın, ne ben sana ne de sen bana asla bağımlı olmamalıyız" oldu. Böylelikle onun farklı bir birey olduğunu kendime, ona ve bizi duyan etrafımızdaki herkese deklare etmiş oldum. Çünkü ben bunun yarasını nenelerimden miras almış, onlardan bağımsız bir birey olduğumu ispatlamak için erkenden özgürleşme yolunu seçmiş ve pek de kolay olmayan bir yolda yürümeyi kabul etmiştim (annem de benim gibi... Belki de bu kolektif kader hikayesini ilk kıran o olmuştur. Şükranlarımla...) Aslında değişimde olan olguların daha da hızlı değişmesini isteme hakkına sahiptim. Yaşam biçimi olarak da bunu seçtim.
Toplumsal normların dışında önce hamile kalmış, sonra evlenmiştim. Üstelik kendi sosyal ortamım içinde evlilik fikrine en uzak kadın bendim. Çocuğun babasına gidebileceğini, yalnız anne olma fikrine hazır olduğumu söylemiştim. Ama o benimle birlikte bu deneyimi yaşamak istediği belki de beni sevdiği için "yoldaş"lık fikriyle ilişkimizi belediye memurları ve gereksiz bir dolu tanık önünde meşrulaştırdık. Geriye kalan hikaye başka bir yazının konusu.
Hiçbir kadının bir bebeği büyütmek için erkeğe ihtiyacı olmadığını düşünenlerdenim. Hatta zaman zaman erkek çocuktan daha çocuk olarak ayak bağı bile olabiliyor. Tabii ki istisnalar dışında. Öte taraftan, "Babanın göstereceği tüm yanlış tavırların mazeretini toplum zaten baştan hazırlıyor. Ailesinin karnını doyuran, güvenliğini sağlayan erkekten beklenen ebeveynlik performansı zaten minimumda". Ben bu konuda şanslı annelerdendim. İlk bebekliğinden itibaren çocuğumuzla yakından ilgilenen bir erkekle evliydim. Ama "sonsuza kadar mutlu yaşadılar" sadece bize anlatılan ve korku dolu masallara ait bir replikten ibaretmiş.
İnsan evladı dünyadaki pek çok canlıdan çok daha aciz. Ayaklarının üzerine kalkması, kendi kendine beslenmesi için bile yılların geçmesi gerekiyor. Yalnız bu süreç sadece kadının yükümlülüğü olarak görüldüğünde sıkıntıları ardı ardına getiriyor. Çocuğun bağımsızlaşmasının da önüne geçiyor. Benim derdim biraz bu kısımla. Çoğu anne olan arkadaşım tarafından zaman zaman yadsındım yadırgandım. Ama hiçbir zaman çocuğumla olan ilişkim konusunda suçluluk duymadığımı şu anda bu satırları yazarken fark ediyorum. Çünkü anneliğin aslında bitmek bilmeyen bir vicdan azabı olduğunu herkes bilir. Sürekli "Ben nerede yanlış yaptım?" diye sorgulatır insana annelik. Dünyanın en iyi annesi diye bir şey bile yok. Geçmişten getirdiğimiz kodlar, o kodlarla mücadele evreleri bir yanan bir de annelik asla yan yana gelmeyeceğin insanlarla seni yan yana getiren bu anlamıyla da oldukça öğretici olan bir kimlik. Ancak kimlikten öte ne bir mertebe ne de apolet annelik. Ancak şunu söyleyebilirim ki annelik bitmek bilmeyen inanılmaz bir öğrenme süreci. Sürekli kendini tazelemek, toleransını yüksek tutmak gerekliliği duyduğun ama aynı zamanda da sınırlarını herkesten daha iyi çizmek zorunda olduğun bir süreç.
Her Anneler Günü'nde aklıma Cumartesi Anneleri geliyor. Çocuğunun ölüsünü bile görmeye razı olan anneler. Sonra savaşta hayatını kaybeden çocukların anneleri. Bu savaş illa ki silahla yapılandan olmak zorunda bile değil üstelik. Bir mücadele sonucu kaybedilen hayatlardan ve yaşamak zorunda olan annelerden bahsediyorum. Burada da herhangi bir annelik durumunu kutsallaştırdığım var sayılmasın zira. Bir de her Anneler Günü'nde aklıma "Vatan sağolmasın!" diyen anneler geliyor. Yaşatacağız diye çocukların ölümüne sebep olan sisteminiz batsın diyorum her defasında. İstismara uğrayan çocukların annelerini düşünüyorum sonra. Çocuğunu korumak için şiddete maruz kalmayı göze almış olan anneler. Çocuk işçilerin, mülteci çocukların annelerini. İnanın bana bütün anneler çocukları için ölümü göze alır.
Bu son derece içgüdüseldir. Ancak yumurtaları olan bir yılan saldırgan olur. Ancak yavruları olan bir domuz veya ayı saldırgandır. Annelik yüksek bir mertebe değil, doğanın neslini devam ettirmek üzere görevlendirdiği sıradan bir kimliktir.
Anneliğin tanımı herhalde ki pandemiden sonra başka türlü tanımlanmaya başlamıştır. Eşleri ve çocuklarıyla aynı evde yaşamak zorunda olan kadının omuzlarındaki yük ister istemez daha da arttı. Kadın hiçbir şey yapmıyor olsa bile gün içindeki organizasyon şemasını çizme zorunluluğu bile kadını oldukça yoran bir iş. Sanırım bunu önceki yazılarımdan birinde gündeme getirmiştim. Bu süreçte yapılabilecek en iyi şey "amaaaan" deyip bir günlüğüne de olsa ev işlerini olası bir Marslı saldırısı için bekletmek yapılabilecek en akıllıca hareket olabilir. Hepimiz istirahatteyiz, evin işleri bir gün yapılmasa bir şey olmaz diyor anneleri rahatlığa davet ediyorum. Hayatının bir gününü tabletle geçirsin ne olacak ki? Kendi sıkılıp zaten bir yerden sonra bırakacaktır.
"Olursa çocuk yaparım olsun, istemezsem soyları kurusun" şiarını hep birlikte söyleyebileceğimiz günlerin özlemiyle.
Kapitalizmin günden güne çöküşe geçmesine en çok sevinenlerden biri de benim. Toplumun üzerime yük ettiği benim ise kendi meşrebimce yapabildiğim anneliği sadece ve sadece çocuk kendine yetebilene kadar ona yardımcı olmaya çalışan bir asistanlık görevi olarak görüyorum.
Yazıyı yazmadan önce pek çok makaleye göz attım. Yalnız anne olmayı göze alamayan, toplum baskısına yenik düşen kadınların hikayelerinden anne olunca konunun derinliklerine inerek kendilerinden vazgeçen annelerin hikayelerine bir dolu annelik macerası okudum. Herbirinde ise kadınlığın harabeye dönmüş bir evden başka bir şey olmadığının altı çizilmişti. Başka bir yolu olmalı, oldurulmalı.
Çocuk dünyaya gelirken yanına ne yazık ki kullanma kılavuzunu vermiyorlar. Yani neyle karşılaşacağınız konusunda bir fikriniz olmuyor. Zira içinizde büyümeye ve fetusluktan çıktığı andan itibaren aslında o bir birey. Çocuğumu (cinsel bir kimlik atfetmek istemediğim için çocuğum diyorum) ilk kucağıma aldığımda ona ve kendime söylediğim ilk cümle "Sen benden farklısın, ne ben sana ne de sen bana asla bağımlı olmamalıyız" oldu. Böylelikle onun farklı bir birey olduğunu kendime, ona ve bizi duyan etrafımızdaki herkese deklare etmiş oldum. Çünkü ben bunun yarasını nenelerimden miras almış, onlardan bağımsız bir birey olduğumu ispatlamak için erkenden özgürleşme yolunu seçmiş ve pek de kolay olmayan bir yolda yürümeyi kabul etmiştim (annem de benim gibi... Belki de bu kolektif kader hikayesini ilk kıran o olmuştur. Şükranlarımla...) Aslında değişimde olan olguların daha da hızlı değişmesini isteme hakkına sahiptim. Yaşam biçimi olarak da bunu seçtim.
Toplumsal normların dışında önce hamile kalmış, sonra evlenmiştim. Üstelik kendi sosyal ortamım içinde evlilik fikrine en uzak kadın bendim. Çocuğun babasına gidebileceğini, yalnız anne olma fikrine hazır olduğumu söylemiştim. Ama o benimle birlikte bu deneyimi yaşamak istediği belki de beni sevdiği için "yoldaş"lık fikriyle ilişkimizi belediye memurları ve gereksiz bir dolu tanık önünde meşrulaştırdık. Geriye kalan hikaye başka bir yazının konusu.
Hiçbir kadının bir bebeği büyütmek için erkeğe ihtiyacı olmadığını düşünenlerdenim. Hatta zaman zaman erkek çocuktan daha çocuk olarak ayak bağı bile olabiliyor. Tabii ki istisnalar dışında. Öte taraftan, "Babanın göstereceği tüm yanlış tavırların mazeretini toplum zaten baştan hazırlıyor. Ailesinin karnını doyuran, güvenliğini sağlayan erkekten beklenen ebeveynlik performansı zaten minimumda". Ben bu konuda şanslı annelerdendim. İlk bebekliğinden itibaren çocuğumuzla yakından ilgilenen bir erkekle evliydim. Ama "sonsuza kadar mutlu yaşadılar" sadece bize anlatılan ve korku dolu masallara ait bir replikten ibaretmiş.
İnsan evladı dünyadaki pek çok canlıdan çok daha aciz. Ayaklarının üzerine kalkması, kendi kendine beslenmesi için bile yılların geçmesi gerekiyor. Yalnız bu süreç sadece kadının yükümlülüğü olarak görüldüğünde sıkıntıları ardı ardına getiriyor. Çocuğun bağımsızlaşmasının da önüne geçiyor. Benim derdim biraz bu kısımla. Çoğu anne olan arkadaşım tarafından zaman zaman yadsındım yadırgandım. Ama hiçbir zaman çocuğumla olan ilişkim konusunda suçluluk duymadığımı şu anda bu satırları yazarken fark ediyorum. Çünkü anneliğin aslında bitmek bilmeyen bir vicdan azabı olduğunu herkes bilir. Sürekli "Ben nerede yanlış yaptım?" diye sorgulatır insana annelik. Dünyanın en iyi annesi diye bir şey bile yok. Geçmişten getirdiğimiz kodlar, o kodlarla mücadele evreleri bir yanan bir de annelik asla yan yana gelmeyeceğin insanlarla seni yan yana getiren bu anlamıyla da oldukça öğretici olan bir kimlik. Ancak kimlikten öte ne bir mertebe ne de apolet annelik. Ancak şunu söyleyebilirim ki annelik bitmek bilmeyen inanılmaz bir öğrenme süreci. Sürekli kendini tazelemek, toleransını yüksek tutmak gerekliliği duyduğun ama aynı zamanda da sınırlarını herkesten daha iyi çizmek zorunda olduğun bir süreç.
Her Anneler Günü'nde aklıma Cumartesi Anneleri geliyor. Çocuğunun ölüsünü bile görmeye razı olan anneler. Sonra savaşta hayatını kaybeden çocukların anneleri. Bu savaş illa ki silahla yapılandan olmak zorunda bile değil üstelik. Bir mücadele sonucu kaybedilen hayatlardan ve yaşamak zorunda olan annelerden bahsediyorum. Burada da herhangi bir annelik durumunu kutsallaştırdığım var sayılmasın zira. Bir de her Anneler Günü'nde aklıma "Vatan sağolmasın!" diyen anneler geliyor. Yaşatacağız diye çocukların ölümüne sebep olan sisteminiz batsın diyorum her defasında. İstismara uğrayan çocukların annelerini düşünüyorum sonra. Çocuğunu korumak için şiddete maruz kalmayı göze almış olan anneler. Çocuk işçilerin, mülteci çocukların annelerini. İnanın bana bütün anneler çocukları için ölümü göze alır.
Bu son derece içgüdüseldir. Ancak yumurtaları olan bir yılan saldırgan olur. Ancak yavruları olan bir domuz veya ayı saldırgandır. Annelik yüksek bir mertebe değil, doğanın neslini devam ettirmek üzere görevlendirdiği sıradan bir kimliktir.
Anneliğin tanımı herhalde ki pandemiden sonra başka türlü tanımlanmaya başlamıştır. Eşleri ve çocuklarıyla aynı evde yaşamak zorunda olan kadının omuzlarındaki yük ister istemez daha da arttı. Kadın hiçbir şey yapmıyor olsa bile gün içindeki organizasyon şemasını çizme zorunluluğu bile kadını oldukça yoran bir iş. Sanırım bunu önceki yazılarımdan birinde gündeme getirmiştim. Bu süreçte yapılabilecek en iyi şey "amaaaan" deyip bir günlüğüne de olsa ev işlerini olası bir Marslı saldırısı için bekletmek yapılabilecek en akıllıca hareket olabilir. Hepimiz istirahatteyiz, evin işleri bir gün yapılmasa bir şey olmaz diyor anneleri rahatlığa davet ediyorum. Hayatının bir gününü tabletle geçirsin ne olacak ki? Kendi sıkılıp zaten bir yerden sonra bırakacaktır.
"Anneliğin ne olduğunu, nasıl yapılacağını tanımlamak kimseye düşmez. Annelik birçok şeydir. Evet, fedakârlıktır, evet, sevgidir, evet, emektir. Aynı zamanda zordur, eğlencelidir, yorucudur, merak uyandırıcıdır, öğreticidir. Çok kişisel bir süreçtir annelik... Tekdüze değildir. Her kadının yaşam tarzına, hayat görüşüne, koşullarına göre değişebilen, doğrusu ve yanlışı ancak kişinin kendi içinde tanımlanabilen bir yoldur. Annelik aynı zamanda birçok şey değildir. Saçını süpürge etmek, kendinden vazgeçmek değildir mesela... En önemlisi de kutsal değildir. Dışarıdan birilerinin nasıl ve ne şekilde yapılacağını dikte edeceği bir görev değildir annelik. Bir kariyer hiç değildir. Bırakın da anneliğin ne olduğuna, nasıl bir anne olacağına ve hatta anne olup olmayacağına her kadın kendi karar versin."
Dediğim gibi benim için önemli olan şey onun iyi bir birey hatta birey olmasını sağlamak için sadece ve sadece hayatını asist etmektir elimden gelen. Daha fazlasını yapmak hem beni hem de oğlumu son derece mutsuz edecektir. Bu sebeple mutfağa girme cesareti gösterebilen bir oğlum olduğunu düşünüyorum. Anneliğimi sorgulamak kimseye düşmez.
Dediğim gibi benim için önemli olan şey onun iyi bir birey hatta birey olmasını sağlamak için sadece ve sadece hayatını asist etmektir elimden gelen. Daha fazlasını yapmak hem beni hem de oğlumu son derece mutsuz edecektir. Bu sebeple mutfağa girme cesareti gösterebilen bir oğlum olduğunu düşünüyorum. Anneliğimi sorgulamak kimseye düşmez.
Umut anneliğini sorgulatmayan kadınlarda!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder