Son yıllarda hızla değişen hayatımın yavaş yavaş eski düzenini almaya başladığı bir yıl geçirdim. Eskisi kadar dinamik takip edemedim elbette olan biteni ama yine de benim 2015 müzik günlüğümde /yıllığımda şunlar yazıyor:
2009 yılında Haymatlos'taki müzik direktörlüğü işimden ayrılırken
bıraktığım durum ile 2015 yılında menajer olarak döndüğüm ortamda gördüklerim
oldukça farklıydı. İçki yasağı ve içkiye konan vergilerin, alkollü içeceklere
uygulanan reklamsal ambargonun ve iyiden iyiye uygulamaya konulan sigara
yasaklarının müzik piyasasını bitirmek için yapılmış bir ön çalışma olduğunu
düşünmeden edemedim.
Öte taraftan konsere giden eskiden gerçekten müzik dinlemeye
giderdi. Şimdi ise ama sadece selfie çektirmek
için giden sayısındaki artış dikkat çekiyor. Gerçekten can kulağıyla dinlemeye
gelen eş, dost, hızım, akraba ve müzisyen arkadaşları tenzih ederek
söylemeliyim ki konsere gelen / giden kitle(lerin) çoğunlukla hedefi müzik
dinlemek değil boy göstermek, anı dondurup 'acil sosyal medyada paylaşımları'na
dönüşmüştü. Bu konu hakkında daha uzun uzadıya ahkam kesmem mümkün...
Şubat ayından itibaren, hakkında objektif yorum yapmamın neredeyse imkânsız olduğu sevgili
Kırkbinsinek ile birlikte çalışmaya başladım. Bilenler için bilmem kaçıncı
baskı olacaksa da, grubumuzun albümü Sis, Pus Sus, Almanya'dan bağımsız bir label olan
World in Sound etiketi ile CD, LP ve Golden LP olarak çıkmıştı. Bu çıkış
ise Türkiye'deki dinleyicilerden çok Avrupa'daki dinleyici ve müzik
eleştirmenlerinin dikkatini çekti. Önümüzdeki yıl Kırkbinsinek için her şey çok daha hareketli olacak
gibi görünüyor. Benden duymuş olun: 2. albüm kaydı için stüdyodalar.
- Nisan ayı içinde Gürcistan'ı bir daha ziyaret ettim. Tiflis Devlet Konservatuarı'nın düzenlediği konferans yarışmasına katıldım. Konservatuar öğrenci ve öğretmenleriyle daha yakın ilişkiler kurdum, geleneksel müziğin yanı sıra, çağdaş müziğe de yönelimlerinin ağırlıklı olduğunu (daha önce fark etmemiştim) gördüm. Aynı müziğe doğru emin adımlarla birlikte yürüdüğümüzü öğrenmek bana en büyük ödül oldu. Daha Gücistan'a gitmek için çok bahane olacak.
Mayıs ayında, Heybeliada'da
yoğun soğuk hava altında yaptığımız Hıdrellez Şenliği'nde bir dolu güzel
müzisyeni konuk ettik. Şenlikten benim aklımda kalan Taner Öngür, Ulaş
Özdemir, Vassiliki Heybeli'den Sonra Burgaz, Cenk Taner ve Komik Günler performansları
oldu. Yine şenlik içinde sevgili Serkan Kırmızı'nın çocuklarla
yaptığı Davulumdan Masallar atölyesi çocuklar kadar büyükleri de
eğlendirdi.
Benim için birkaç yıldır
adada yazın anlamı biraz caz ve biraz
da saz oldu. Taner Öngür'ün Burgazada'daki Cennet Bahçesi'nde yaptığı
-yaptığı derken ses sisteminden,
müzisyen organizasyonuna kadar her
taşın altına elini koyduğu- Paradisos Sessions'lar bu sene de yine
bağımsız müzisyenlerin toplaşma yeri oldu. Sahnede kimler yer almadı ki?
Dinar Bandosu, Kırkbinsinek, Teneke Trampet, Doulasvegas Band, Klan,
Flower Room, Briken Aliu Trio, Skysketch, Yarımada, Avam, Help! The
Captain Threw Up, Ahmet Ali Arslan, Cenk Taner, Kırkbinsinek, Melek Tozu,
Taner Öngür ve daha adını duyduğumuz duymadığımız bir dolu grup... 2015'te
Byzantion Fest, Sonikraft ve Paradisos Yavaş Festivali de yine Taner
Öngür'ün katkılarıyla Paradisos Sessions ile birlikte Cennet Bahçesi'nde
yapıldı. Sadece birkaçına katılabildiğim konserlerde, daha önce farklı
sistemde ve yüksek ses ile dinlediğim grupları bu soundda dinlemenin
keyfini çıkardım.
26- 27 Haziran
tarihlerinde Beşiktaş Abbasağa Parkı'nda Kazım Koyuncu'yu seven,hatırlayan ve hatırlatmak isteyen müzisyen ve aktivistler olarak 'Kazım İsyandır'
dedik. Pek çok farklı atölye ve konser gerçekleştirdik. Kazım Koyuncu'yu ölümünün 10. yılında
Dost Sahnesi'nde andık. "Yeryüzüne sofralar kurduk ve gökyüzüne
şarkılar" söyledik. Bizim de içinde bulunduğumuz onlarca grup sahne
aldıysa da performansların en farklısı, saat gece yarısını geçmişken, arka
tarafta sahne toplanırken, tam yorgunluklar çıkıyorken "bir doz daha
devam" diyerek çıkarıp gitarını, akustik şarkılar söyleyen Ahmet
Arslan oldu.
müzikseverler tarafından yola çıkılmış bir proje.
Beni davet eden sevgili Aytaç Gökdağ'ın başını çektiği Köy, birçok farklı
müzisyenin bir arada olmasını sağladı. Sabahlara kadar süren geleneksel
müzik tınıları, Köy'ün kimliğini ele verir nitelikteydi. Özellikle Teke
Yöresi'ne özgü müzikal bilgi akışının yoğun olduğu Köy'de, üç telli
bağlama, sipsi, zeybek geleneği gibi konular üzerine sunumlar yapıldı,
enstrüman yapımcılarıyla, akademisyenlerle söyleşiler düzenlendi ve
konserler verildi. Müzik ve müzik bilim perspektifi açısından farklı düşündüğüm Müzik Köyü projesi, akademik olarak
tartışılması gereken bir olgu olmuştur. Körü körüne sahiplenildiği
takdirde Türkiye etnomüzikolojisine katkısı olmayacağı kanaatindeyim.
Müzik Köyü içinde tanıştığım
Merih Aşkın (meğer komşu olmuş, tuz şeker de almışız), Adem Tosunoğlu
(İAGSL'den kardeşimiz oluyormuş), Gilad Weiss , Melissa Yıldırım ve
sonradan İstanbul'da Aytaç Gökdağ vesilesiyle tanıştığım Havva Kutlu aklımda
yer eden iyi müzisyenler arasında oldular. Kendilerini mümkün olduğunca
takipteyim.
Bazı gruplarla yakın temas
Hazır yakın temas hattına
girmişken size Nu Park'tan bahsetmeden edemeyeceğim. Nilüfer Ormanlı'nın ve Uran Apak'ın vokalleri şöyle dursun
grupta herkes bilfiil sesini kullanıyor. Bu sesler, Oğuz Öner'in sampleları,
Ozan Erkan'ın gitarı ve İlker Görgülü (<3)'nün kemanıyla birleşince de
ortaya Nu Park çıkıyor. Grup, tını olarak geleceği takip ederken, geleneğe
de yaslanmayı ihmal etmiyor (hayır, o anlamda değil!). Müzisyenler ise sahip
oldukları müzikal deneyimleri tek bir potada öğütüyor gibiler. Geçen yıl Sofar'da
verdikleri konser ile ilgi uyandırmışlardı. Ayrıca sahneleri de, kullandıkları kostümler ve dramatik öğelerle izlenmeye değer.
Aynı derslikte, aynı perspektifle müzikoloji öğrenimi
gördüğümüz canım arkadaşlarımın da içinde bulunduğu Yakaza Ensemble,
çıkardıkları ilk albüm ile okumayı henüz bitirdiğim Amak-ı Hayali dile
getirdiklerinde yaşadığım şok inanılmazdı. Birbirimizden habersiz aynı
yerde duruyorduk. İlk albümleri Amak-ı Hayal 2010 yılında,ikinci albümleri
İçbükeydış ise 2012 yılında, Türkiye'den önce Japonya'da yayınlanmış (daha
sonra A.K. Müzik tarafından Türkiye'de basıldı), bu da bu topraklarda
yapılan müzikler açısından bir ilk olmuştu. Geçtiğimiz yılın Kasım ayında
ise grup, Sendai, Kyoto ve Tokyo'yu içeren turne gerçekleştirdi, ve tarihe
önemli birkaç not daha düşülmüş oldu. Afghani rebab, gitar, dombra, kudüm,
ney, saksofon, saron, viyolonsel, yaylı
tambur, perdesiz bas ve elektroniklerle bezeli müzik kilometrelerce
öteden yankılandı. Shakuhachi (şakuaçi
diye okunur), Türkiyeli bir müzisyenin nefesinde Japonlara üflendi.
Bütün yıl boyunca Müzik
Hayvanı'nı yakın takipteydim. Eray Düzgünsoy'un 49 albüme imza attığı
Müzik Hayvanı'nın meşakkatli yolculuğundan haberleri yakında burada
okuyabileceksiniz. Ama bu yıl özellikle Müzik Hayvanı etiketi ile basılan
In Hoodies, Klan, Ahmet Ali Arslan'ın öne çıkan isimler olduğunu bu
yazının içine not düşmem şart.
Bu yıl yeni keşifler
yapmamı sağlayan etmenlerden biri de bir dergi için hazırladığım 3 hatta 4
aylık ajanda sayfaları oldu. Tam da böyle bir halde, Unknown Mortal
Orchestra ve şarkıları Multi-Love ile tanıştım pek sevdim. Çoluk çocuk
sahibi bir insan olarak her zaman konsere gitmek mümkün olmadığından bu
yıl kaçırdığım konserleri yazsam... Yazmıyorum! Ama konser bakımından
zengin bir yıl geçirdiğimiz kesin. Zira büyücü Bobby Mcferrin ve Hiromi
konserleri değil bu yıl, ömrüm boyunca unutmayacağım deneyimlerdi.
Her şey bir yana bu yıl
müzikle ilgili en güzel gelişme bağımsız müzisyenler cephesinde
gerçekleşti. Karga Bar ve Karga Dergi'den bildiğimiz Tayfun Polat ile Peyk
grubunun solisti İrfan Alış'ın davetiyle geçtiğimiz günlerde bazı müzisyen
arkadaşlar, prodüktörler ve müzik yazarları bir araya geldi. İlk toplantı
oldukça verimli geçti. Sonrakilerde de bu hızla gidilirse çözümler çok da
uzakta sayılmaz. Umarım bu sefer acil ve hayati çözümlere dönük işler
teoride kalmaz ve pratiğe geçer.
Ve ışık olanlar...
- 2015 yılında hayatımda hiç kaybetmediğim kadar çok insan kaybettim. Yakın çevrem, uzak çevrem ve biraz daha uzak çevrem... Katliamlarla geçen yıl içinde beni derinden ve en çok sarsan şahane bir müzik insanı da olan Nuh Köklü'nün kaybı oldu. Daha birlikte Çalıntı'yı çıkaracaktık... Halen hakkında yazarken içim çekiliyor, duruyorum. Çok özledik!
- Nuh'un katlini Metro grubu zamanında birlikte aynı yerlerde kaldığımız, az sohbet ettiğimiz sevgili Değer Deniz'in katli izledi... Değer'in gidişi, gidiş biçimi hepimizi derinden etkiledi. Söz bitti!
- Şişli Belediyesi'nde birlikte çalışma ihtimalimiz üzerinden Özgül Sağdıç tarafından tanıştırıldığım ve 26 Ekim günü aniden yaşamını yitiren operacı Arda Aydoğan'ın kaybı yıkıcı oldu. Proje üretmekten hiç vazgeçmeyen ve her zaman yeni olanın peşinden giden Aydoğan, Cemal Reşit Rey Konser Salonu'nda uzun yıllar Genel Sanat Yönetmeni olarak görev yapmış, ölümünden iki ay önce ise Bakırköy Leyla Gencer Opera ve Sanat Merkezi'nin başına getirilmişti.
- En son kaybımızı ise Heybeliada'dan verdik. Nikiforos Metaxas yakalandığı kanser hastalığına yenik düştü ve adada gözlerini hayata yumdu. 1988 yılında Grup Gündoğarken ile birlikte çalışan Metaxas, adadaki Eski Rum İlkokulu'nu bir müzik merkezine dönüştürmek için oldukça büyük uğraşlar vermişti. Onun anısını yaşatmak için belki de -söz konusu yer olmasa bile- onun hayalindeki gibi bir müzik merkezi açılması yerinde olacaktır.
Son not: Keşke yazsaydım diyeceğim kesin bir şeyler
çıkacaktır.
Ama şimdilik bu kadar. Geriye kalan çalmalar ve söyleşiler bende...
Müzik dışı
Nihal Yalçın'ın oynadığı Antabus isimli oyun bir tokat gibi indi yüzüme. İkinci kez izlediğimde ayı etkiyi yapacağını düşünmezdim. Öyle bir his bıraktı ki içimde, sanki sevdiğim, bildiğim ve karakterin yaşadıklarına benzer hadiseler yaşamış ve hatta yaşatmış olan (en çok da yaşatmışların) herkesle paylaşmak istedim oyunu. Nihal'in bir buçuk saat nefes almadan bildiğimi sandığım performansının çok daha üstündeki oyunculuğu, daha da büyük potansiyelinin var olduğunu gösteriyor. Bir de oyunun sonunda fuayede kalanları bir selamlaması var ki... Neyse sustum. Ama şu kadarını söylemeliyim ki, eğer tek kişilik bir oyunda görünmez olan karakterlerin varlığını sıcaklıklarına kadar hissediyorsanız, o oyuncu hakkında konuşmaya gerek kalmıyor. Bu arada oyunun dekoru ve sahne yerleşimi de dikkat çeken özelliklerinden.
Nihal Yalçın'ın oynadığı Antabus isimli oyun bir tokat gibi indi yüzüme. İkinci kez izlediğimde ayı etkiyi yapacağını düşünmezdim. Öyle bir his bıraktı ki içimde, sanki sevdiğim, bildiğim ve karakterin yaşadıklarına benzer hadiseler yaşamış ve hatta yaşatmış olan (en çok da yaşatmışların) herkesle paylaşmak istedim oyunu. Nihal'in bir buçuk saat nefes almadan bildiğimi sandığım performansının çok daha üstündeki oyunculuğu, daha da büyük potansiyelinin var olduğunu gösteriyor. Bir de oyunun sonunda fuayede kalanları bir selamlaması var ki... Neyse sustum. Ama şu kadarını söylemeliyim ki, eğer tek kişilik bir oyunda görünmez olan karakterlerin varlığını sıcaklıklarına kadar hissediyorsanız, o oyuncu hakkında konuşmaya gerek kalmıyor. Bu arada oyunun dekoru ve sahne yerleşimi de dikkat çeken özelliklerinden.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder