29 Ocak 2016 Cuma

Anlamayana Timpani Az: Mozart in The Jungle

Bu yazı Andante Dergisi'nin Şubat 2016 sayısında yayınlanmıştır.
http://www.andante.com.tr/

Güzel Sanatlar Lisesi’nde okuduğumuz yıllarda da üniversitenin ilk zamanlarında da çoğu öğretmenimiz “müzisyenin politikayla ve siyasetle işi olmaz, olmamalıdır” diye diretiyordu. Eminim ki o zamanlar müziğin bu kadar kapitalizmin göbeğinde oturduğunu fark etmemelerinin ve gözleri kör öğrenciler yetiştirmelerinin gerekli bir açıklaması öncelikle kendilerine olmuştur. Çünkü artık öğretmenlerin her ne kadar üç düşünür de birbirinden farklı görüşlere sahip olsa da Adorno, Edward Sait ve Jaques Attali gibi isimlere gözlerini ve kulaklarını tıkamalarına pek imkân olmadığını söylemekte yarar var. Adorno, “total olarak yönetilen bir toplumda hiçbir insan ideolojik baskıdan muaf kalamaz. Hiç kimse böyle bir toplumun paketleme, metalaştırma, ürün haline getirme gibi şeylerin bütün o malum listenin-müzik sanatının en mutluluk verici, en doyurucu yönlerinin çoğunu ele geçirmiş olduğu görüşüne karşı çıkamaz” demektedir.

Tam da buradan hareketle orman kanunlarının geçerli olduğu modern dünya düzeninde müzisyenin yerini tartışmaya başlayabiliriz. Hem de popüler kültürün yeni ürünü Mozart in The Jungle dizisi ile… New York Filarmoni’de yıllarca obua çalmış ve olan biteni ziyadesiyle kaleme almış, Blair Tindall'ın aynı adlı romanından uyarlanan bir dizi Mozart in The Jungle. Dizinin yapımını üstelenen Amazon, pek çok farklı yenilikle birlikte uyarlamaya imza atıyor. Bu yeniliklerin başında kocaman bir senaryo kadrosu ve hemen her bölümde değişen yönetmen bulunuyor. Dizinin başrol karakteri olan Meksikalı orkestra şefi Rodrigo De Souza’yı canlandıran isim çoğumuzun izlemeye doyamadığı, Amores Perros (Paramparça Aşklar Köpekler) filmiyle üne kavuşan, ardından Motosiklet Günlükleri, Babil gibi filmlerle ününü pekiştiren Gael Garcia Bernal. Obuacı Hailey rolünde ise müzisyen bir babanın kızı olan Lola Kirke'ün başarılı oyunculuğunu görebiliyoruz. 

73. Golden Globe Ödülleri'ndeki Televizyon Kategorisi’nde En İyi Televizyon Dizisi ve En İyi Erkek Oyuncu Ödülleri’ni Mozart inThe Jungle’ın alması ise kimse için sürpriz olmadı. Çünkü Bernal’ın oyunculuğunun öyle bir ikna edici tarafı var ki, kendisinin gerçekten orkestra şefi olduğuna müzisyen olarak bile yemin edebilirsiniz. Öte taraftan şimdilik iki sezonu gösterilen ve meraklılarının üçüncü sezon için gün saydığı dizinin birinci sezonu yıldızlar geçidi gibi. İlk bölümü Joshua Bell ile açılan dizide sadece bir bölümde, Lang Lang, Emanuel Ax, Alan Gilbert gibi isimleri performanslarının dışında, herhangi bir eğlencenin içinde görebiliyoruz. İkinci sezonun ilk bölümünün ilk birkaç sekansında ise Gustavo Dudamel’i izliyoruz. Ayrıca (mecazen elbette) dizinin bir yerinde, Mozart tokatlarıyla, Beethoven ise hayatından anekdotlarla fırlayabiliyor.

Müzikal bir dizi olarak çekilen Mozart in The Jungle elbette sadece müzisyen bir seyirci kitlesini hedeflemiyor. Bu nedenle çeşitli klişeler de unutulmamış. Bir klişe olarak ‘şeytan’ yaftalaması yapılan ancak bir o kadar da kemancı rolünü abartılı ve kötü oynayan Anna Maria rölündeki Nora Arnzeder'in başarısızlığı Bernal'ın yanında parmakla gösterilir nitelikte kalıyor. Öte taraftan,  binlerce izleyicinin önünde, sahnede, bütün ışıklar çırılçıplak müzisyenlerin üzerindeyken, şeflerin aralarındaki gerilimli konuşmaları; tam eski şef Thomas Pembridge’in onlarca insan önünde piyano çalarken eşi tarafından “aldattığını biliyorum” konuşmasını yapması; müzisyenlerin bazı hallerde dünyanın en kötü insanı olabileceğinin gösterildiği sahneler pek hoş görünmese de dizinin Golden Globe’u almasının önüne belli ki geçmemiş.

Unutmadan şunu da söyleyelim ki kitabın ve dizinin alt başlığı “Sex, Drugs and Classic Music” ancak bu konu hakkında, zaten oldukça hassas bir ülke olduğumuz ve hassas dönemlerden geçtiğimiz için hiçbir şey yazmamayı tercih ediyorum. Zira zaten marjinal olarak gösterilen müzisyen güruhunun tehlikeli sulara bir adım daha yaklaşmasına gönlüm elvermiyor.

Gelelim asıl konumuza, Mozart inThe Jungle müzikal olmasının dışında şimdiye kadar müzisyen sorunlarını masaya yatırır nitelikle ortaya çıkarılmış yegâne popüler kültür yapı(t)mlarından biri olma özelliğine sahip. Bu coğrafyanın müzisyenlerinin pek aşina olmadığı ‘grev’ ve ‘lokavt’ gibi sözcükler dizide itina ile kullanıyor. Sermayedarların tekelinde olan müziğin aslında her zaman müzisyene ait olduğunu ispat ediyor.

Hayatında pek çok şeyden ödün vererek bir yerlere gelmiş müzisyenlerin hem ruhsal çöküntülerini hem de fiziksel yıpranışlarını gayet güzel örnekliyor. Müziğin acımasız tarafını, ‘yaşa hürmet’ diye bir şeyin pek az rastlanır bir durum olduğunu, müzisyen olmanın birinci şartının inat olduğunu ve hatta müzisyenliğin biraz takıntı gerektirdiğini, özellikle icracıların sanatları pahasına kendilerine verdiklerin zararın boyutunu ve bireysel açıdan pek çok zorluğu açık ve net bir biçimde ortaya koyuyor. Dizide de anlatıldığı gibi ego savaşları ise yine en çok müzisyenlere ve müziğe zarar veriyor…

Müzisyenlere aynalık görevi yapmak bir yana, sahne arkasından bihaber dinleyici kitlesine de aslında bohem görünen hayatların altındaki gizin, gidilen 'ekstra' işler olduğunu, o işlerde de zaman zaman müzisyenlerin ikinci sınıf muamele ile karşılaştığını gayet güzel niteliyor.  Konservatuar koridorlarından aşina olduğumuz gelenek ile geleceğin, yerel ile küreselin çatışmaları da net bir biçimde dizinin alt metinlerinden okunabiliyor. Az da olsa sadece müzisyenlerin anlayabileceği ağır metinlere de sahip olan dizinin en önemli özelliği kuşkusuz tam da o metinlerde okumamız gereken değişim rüzgârları…

Dizi (bir diziye ne çok şey atfetmişim), yıllarca müzisyenlerin uzak durduğu ve bıçak kemiğe dayanmadan görmekten imtina ettiği politik meselelerin, dünyanın her yerindeki müzisyenin sorunu olduğuna işaret ediyor.

Mozart in The Jungle, müzisyenlik şöyle dursun sermayenin küreselleştiği dünya düzeni içinde insan olmanın, işçi olmanın, müzik işçisi olmanın karşılığı sorguluyor.

Anlamayana timpani az.



Hiç yorum yok:

Savruk Yazılar 003 (13 Temmuz Datça- Mesudiye Yangını)

Kask, power bank, su, kumanya, sağlık çantası, kafa feneri…   Yanmaz eldiven, yanmaz gözlük, yanmaz pantolon, yanmaz ayakkabı… Hop orada dur...