Bu yazı Andante Dergisi'nin Şubat 2016 sayısında yayınlanmıştır.
http://www.andante.com.tr/
Güzel Sanatlar Lisesi’nde okuduğumuz yıllarda da üniversitenin ilk zamanlarında da çoğu öğretmenimiz “müzisyenin politikayla ve siyasetle işi olmaz, olmamalıdır” diye diretiyordu. Eminim ki o zamanlar müziğin bu kadar kapitalizmin göbeğinde oturduğunu fark etmemelerinin ve gözleri kör öğrenciler yetiştirmelerinin gerekli bir açıklaması öncelikle kendilerine olmuştur. Çünkü artık öğretmenlerin her ne kadar üç düşünür de birbirinden farklı görüşlere sahip olsa da Adorno, Edward Sait ve Jaques Attali gibi isimlere gözlerini ve kulaklarını tıkamalarına pek imkân olmadığını söylemekte yarar var. Adorno, “total olarak yönetilen bir toplumda hiçbir insan ideolojik baskıdan muaf kalamaz. Hiç kimse böyle bir toplumun paketleme, metalaştırma, ürün haline getirme gibi şeylerin bütün o malum listenin-müzik sanatının en mutluluk verici, en doyurucu yönlerinin çoğunu ele geçirmiş olduğu görüşüne karşı çıkamaz” demektedir.
http://www.andante.com.tr/
Güzel Sanatlar Lisesi’nde okuduğumuz yıllarda da üniversitenin ilk zamanlarında da çoğu öğretmenimiz “müzisyenin politikayla ve siyasetle işi olmaz, olmamalıdır” diye diretiyordu. Eminim ki o zamanlar müziğin bu kadar kapitalizmin göbeğinde oturduğunu fark etmemelerinin ve gözleri kör öğrenciler yetiştirmelerinin gerekli bir açıklaması öncelikle kendilerine olmuştur. Çünkü artık öğretmenlerin her ne kadar üç düşünür de birbirinden farklı görüşlere sahip olsa da Adorno, Edward Sait ve Jaques Attali gibi isimlere gözlerini ve kulaklarını tıkamalarına pek imkân olmadığını söylemekte yarar var. Adorno, “total olarak yönetilen bir toplumda hiçbir insan ideolojik baskıdan muaf kalamaz. Hiç kimse böyle bir toplumun paketleme, metalaştırma, ürün haline getirme gibi şeylerin bütün o malum listenin-müzik sanatının en mutluluk verici, en doyurucu yönlerinin çoğunu ele geçirmiş olduğu görüşüne karşı çıkamaz” demektedir.
Tam da buradan hareketle orman kanunlarının geçerli olduğu
modern dünya düzeninde müzisyenin yerini tartışmaya başlayabiliriz. Hem de
popüler kültürün yeni ürünü Mozart in The Jungle dizisi ile… New York
Filarmoni’de yıllarca obua çalmış ve olan biteni ziyadesiyle kaleme almış,
Blair Tindall'ın aynı adlı romanından uyarlanan bir dizi Mozart in The Jungle. Dizinin
yapımını üstelenen Amazon, pek çok farklı yenilikle birlikte uyarlamaya imza
atıyor. Bu yeniliklerin başında kocaman bir senaryo kadrosu ve hemen her
bölümde değişen yönetmen bulunuyor. Dizinin başrol karakteri olan Meksikalı
orkestra şefi Rodrigo De Souza’yı canlandıran isim çoğumuzun izlemeye
doyamadığı, Amores Perros (Paramparça Aşklar Köpekler) filmiyle üne kavuşan,
ardından Motosiklet Günlükleri, Babil gibi filmlerle ününü pekiştiren Gael
Garcia Bernal. Obuacı Hailey rolünde ise müzisyen bir babanın kızı olan Lola
Kirke'ün başarılı oyunculuğunu görebiliyoruz.
73. Golden Globe Ödülleri'ndeki
Televizyon Kategorisi’nde En İyi Televizyon Dizisi ve En İyi Erkek Oyuncu
Ödülleri’ni Mozart inThe Jungle’ın alması ise kimse için sürpriz olmadı. Çünkü
Bernal’ın oyunculuğunun öyle bir ikna edici tarafı var ki, kendisinin gerçekten
orkestra şefi olduğuna müzisyen olarak bile yemin edebilirsiniz. Öte taraftan
şimdilik iki sezonu gösterilen ve meraklılarının üçüncü sezon için gün saydığı
dizinin birinci sezonu yıldızlar geçidi gibi. İlk bölümü Joshua Bell ile açılan
dizide sadece bir bölümde, Lang Lang, Emanuel Ax, Alan Gilbert gibi
isimleri performanslarının dışında, herhangi bir eğlencenin içinde
görebiliyoruz. İkinci sezonun ilk bölümünün ilk birkaç sekansında ise Gustavo
Dudamel’i izliyoruz. Ayrıca (mecazen elbette) dizinin bir yerinde, Mozart
tokatlarıyla, Beethoven ise hayatından anekdotlarla fırlayabiliyor.
Müzikal bir dizi olarak çekilen Mozart in The Jungle elbette
sadece müzisyen bir seyirci kitlesini hedeflemiyor. Bu nedenle çeşitli klişeler
de unutulmamış. Bir klişe olarak ‘şeytan’ yaftalaması yapılan ancak bir o kadar
da kemancı rolünü abartılı ve kötü oynayan Anna Maria rölündeki Nora
Arnzeder'in başarısızlığı Bernal'ın yanında parmakla gösterilir nitelikte
kalıyor. Öte taraftan, binlerce
izleyicinin önünde, sahnede, bütün ışıklar çırılçıplak müzisyenlerin
üzerindeyken, şeflerin aralarındaki gerilimli konuşmaları; tam eski şef Thomas
Pembridge’in onlarca insan önünde piyano
çalarken eşi tarafından “aldattığını biliyorum” konuşmasını yapması;
müzisyenlerin bazı hallerde dünyanın en kötü insanı olabileceğinin gösterildiği
sahneler pek hoş görünmese de dizinin Golden Globe’u almasının önüne belli ki geçmemiş.
Unutmadan şunu da söyleyelim ki kitabın ve dizinin alt
başlığı “Sex, Drugs and Classic Music” ancak bu konu hakkında, zaten oldukça
hassas bir ülke olduğumuz ve hassas dönemlerden geçtiğimiz için hiçbir şey
yazmamayı tercih ediyorum. Zira zaten marjinal olarak gösterilen müzisyen
güruhunun tehlikeli sulara bir adım daha yaklaşmasına gönlüm elvermiyor.
Gelelim asıl konumuza, Mozart inThe Jungle müzikal olmasının
dışında şimdiye kadar müzisyen sorunlarını masaya yatırır nitelikle ortaya
çıkarılmış yegâne popüler kültür yapı(t)mlarından biri olma özelliğine sahip.
Bu coğrafyanın müzisyenlerinin pek aşina olmadığı ‘grev’ ve ‘lokavt’ gibi
sözcükler dizide itina ile kullanıyor. Sermayedarların tekelinde olan müziğin
aslında her zaman müzisyene ait olduğunu ispat ediyor.
Hayatında pek çok şeyden ödün vererek bir yerlere gelmiş
müzisyenlerin hem ruhsal çöküntülerini hem de fiziksel yıpranışlarını gayet
güzel örnekliyor. Müziğin acımasız tarafını, ‘yaşa hürmet’ diye bir şeyin pek
az rastlanır bir durum olduğunu, müzisyen olmanın birinci şartının inat
olduğunu ve hatta müzisyenliğin biraz takıntı gerektirdiğini, özellikle
icracıların sanatları pahasına kendilerine verdiklerin zararın boyutunu ve
bireysel açıdan pek çok zorluğu açık ve net bir biçimde ortaya koyuyor. Dizide
de anlatıldığı gibi ego savaşları ise yine en çok müzisyenlere ve müziğe zarar
veriyor…
Müzisyenlere aynalık görevi yapmak bir yana, sahne
arkasından bihaber dinleyici kitlesine de aslında bohem görünen hayatların
altındaki gizin, gidilen 'ekstra' işler olduğunu, o işlerde de zaman zaman
müzisyenlerin ikinci sınıf muamele ile karşılaştığını gayet güzel
niteliyor. Konservatuar koridorlarından
aşina olduğumuz gelenek ile geleceğin, yerel ile küreselin çatışmaları da net
bir biçimde dizinin alt metinlerinden okunabiliyor. Az da olsa sadece
müzisyenlerin anlayabileceği ağır metinlere de sahip olan dizinin en önemli
özelliği kuşkusuz tam da o metinlerde okumamız gereken değişim rüzgârları…
Dizi (bir diziye ne çok şey atfetmişim), yıllarca müzisyenlerin
uzak durduğu ve bıçak kemiğe dayanmadan görmekten imtina ettiği politik
meselelerin, dünyanın her yerindeki müzisyenin sorunu olduğuna işaret ediyor.
Mozart in The Jungle, müzisyenlik şöyle dursun sermayenin
küreselleştiği dünya düzeni içinde insan olmanın, işçi olmanın, müzik işçisi
olmanın karşılığı sorguluyor.
Anlamayana timpani az.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder