Geçtiğimiz haftalarda sevgili Özge Ürer'in 'Duvar isimli
albümü, dijital platformlarda Monoplay etiketiyle yayınlandı. Şarkıların
hepsinin kendine ait olduğu albümde son dönemde birçok farklı ve iyi projeye
imza atmış ve atmakta olan müzisyen kadrosu bulunuyor.
"Tutkuyla şarkı nasıl söylenir?" diye soracak
olursanız, bu topraklarda somut olarak gösterebileceğim isimlerden biri
kuşkusuz Özge Ürer olacaktır. Özge 'yi bildim bileli şarkıcılığını hep takdir ettim. Birisinin
sadece dinleyerek kendini müzikal olarak bu kadar iyi evriltmiş olması ve şarkı
söyleme konusunda becerikliliği beni her zaman derinden etkilemiştir. 'Duvar '
albümü ise epeydir beklediğim bir projeydi. Albümün ilk konserinin yapıldığı
gece Özge'nin sahnede ne kadar büyüleyici olduğunu bir kez daha hatırladım (5
Mayıs gecesi Beyoğlu Hayal Kahvesi'nde albümün ikinci konseri lansmanı
yapılacak). Kocaman sahneyi tutkusuyla, haliyle tavrıyla o kadar iyi dolduruyordu ki...
Albüm, kadrosunda ise birbirinden iyi müzisyenleri barındırıyor:
Emre Kula (gitar), Volkan Topakoğlu (bas), Meriç Dönük (arp), Evrim Tüzün (klavye),
Onur Başkurt(davul), Mert Fehmi Alatan (trompet) ve Barış Ertürk (saksafon)...
Albüm ne kadar zamanda oluştu?
Albüm aslında bundan
iki sene önce oluştu. Ama bir çok badire atlattıktan sonra ancak 2016 Mart
ayında insanlara ulaşabilir hale geldi. Bu badireler ülkemizin yaşadığı
dönemeçler ve bir müzisyenin müzik piyasası içinde yaşadığı zorluklar olarak
özetlenebilir.
Şarkıların hepsini
sen yazdın... Nasıl yazıldılar?
Aslını istersen şarkıların çoğu sevgiliye yazılmış şarkılar.
Yaşanmışlıklar içeriyor, romantik, tutkulu, duygusunu geçiren, kimi zaman mizah
içeren sözlerle ifade edilen şarkılar. Ama bu aşk şarkıları; "bana neler
ettin", "şöyle acı çekiyorum", "böyle geberiyorum", "sen
de gör gününü inşallah" şeklinde günümüz 'acılı', 'ağlak' şarkılarından
değil. Aksine seviyorsa sevdiğini kutsayan, kızıyorsa da mizah duygusuyla
derdini anlatan bir yapıya sahip. Acı istemiyoruz, sevelim, sevişelim ve
derdimiz bu olsun. Benim aşktan anladığım bu ve yazdığım şarkılar da böyle.
Albümün ismini veren 'Duvar' şarkısı
bu anlamda ayrılıyor. Şu anda dünyamızda ve toplumun içinde evinde, işinde,
ilişkilerinde, ülkesinde, şehrinde, sistemde, birey olarak kalan, karanlıklarla
mücadele etmeye çalışan, yalnız olduğunu hisseden ve buna katlanmak zorunda
olmadığını bağıran bizleri anlatıyor aslında. Zaten albümün adının da 'Duvar'
olmasında etkisi büyük oldu. İki kere bile düşünmedim öyle diyeyim. Ayrıca
altyapı olarak da Pink Floyd, Led Zeppelin, Queen gibi büyük gruplara selam
çakan bir şarkıdır. Onların tınılarını
duyabilirsiniz.
Albümde birçok iyi müzisyen arkadaşımızın emeğini görüyoruz... Kimler ne gibi katkılar sağladı?
Albümün oluşumunda çok
sevdiğim, her biri enstrümanında müstesna müzisyen dostlarımla çalışma fırsatım
oldu. Davullarda eşim Onur Başkurt var. Kendisi ilham kaynağımdır. Bu süreçte bana
inanılmaz da destek olmuştur. Gitarlarda Emre Kula, bas ve doublebass’larda Volkan
Topakoğlu, klavyede Evrim Tüzün albümün tümünde ve aranjmanlarında benimle bir
oldular. İlk çalışmaya başladığımızda evde yemekler hazırlıyor, -fena yemek
yapmam söylemesi ayıp- kandırıyorum onları... Benimle çalışsınlar diye elimden
geleni yapıyordum /yapıyorum. Çünkü onlarla çalışmak istiyorum. Hepsi çok yoğun
deli gibi çalıyor: ikisini bir arada bulmak olay, dördünü bir araya getirmek
mucize! Neyse yemekti, sohbetti derken ön çalışmalar yaptık, muazzam
aranjmanlar çıktı kısa bir zamanda ve albümü kaydettik. Bir şarkıda trompette
Mert Fehmi Alatan ve saksafonda Barış Ertürk eşlik ediyor. Ve de arp
enstrümanıyla Meriç Dönük var tabi ki. Meriç, uluslararası bir arp sanatçısı,
onunla çalmayı çok istiyordum, o da beni kırmadı ve Türkiye’de alternatif müzik
sahnesine 2 tane güzel performans hediye etti, benim şarkılarım da vesile oldu.
Albümün artwork’ünden bahsetmek gerekirse, kapak fotoğrafını Atalay Yeni çekti.
Bütün tasarımları (logo, monogram, font) ve illüstrasyonları Seher Kış yaptı.
Atalay ve Seher de yine çok yakın arkadaşlarım sevdiğim insanlar. Onlar da
yeteneklerini konuşturdular. Albümün gözle görünür tarafını çok güzel
yansıttılar. Genel olarak şunu söyleyebilirim: A’dan Z’ye çalıştığım insanların
hepsiyle sevgi bağım var, hepsi çok iyi dostum, arkadaşım. Saf sevgiyle yapıldı
albüm, o yüzden de çok değerli hepimiz için, hepimizin albümü çünkü.
Biraz kendinden de
bahseder misin? Ne zamandır müzikle ilgileniyorsun?
Ben Ünye doğumluyum,
18 yaşıma kadar Karadeniz’in bu tatlı ilçesinde yaşadım. Ailem müzikle iç içe
oldu hep. Babam Selçuk Ürer, yıllardır Ünye Kültür ve Musiki Derneği’nin
başkanı. Daha öncesinde de dernekte hep faal vaziyette oldu. Vurmalı çalgılar
ve davul üzerine ehilleşmiş. Annem de derneğin korosunda şarkı söylüyor. Tabi
burası Ünye’nin müzisyen yetiştirme yuvası. Ailemizin etrafında hep usta
sazendeler oldu. Ben de daha 8 yaşındayken bir aile meclisinde enstrümanımım keman
olmasına karar verdik. Neyse Türk Musikisi, keman derken, ergenlikle birlikle
rock müzik ve bir sürü başka müzik türünü keşfedince bana bir haller geldi,
önce gitar çalacağım, sonra şarkı söyleyeceğim derken, Yıldız Teknik
Üniversitesi'ni kazandım. 2001 yılında İstanbul’a gelmemle birlikte kendimi
sahnede bulmam bir oldu. Sonrası zamanla daha da profesyonelleşen bir müzik
hayatı... Bir sürü değerli müzisyenle rock, funk, soul, reggae, elektronik, etnik,
deneysel birçok müzik türünde çalışma yapma fırsatı ve önde gelen müzik
mekanlarında sayısız sahne alma şansım oldu. Ve sonunda albüm.
Sen aslında
Kadıköylüsün de...
Kadıköy bizim evimiz, Avrupa yakasında işimiz olur, vapurdan
Kadıköy’e adım attığımız anda, Onur ile bir 'oh' çeker, 'eve geldik' deriz. Ev
illa kapısı bacısı olan yer değil işte ev dediğin Kadıköy. Kadıköy kültürüyle,
insanıyla, doğasıyla, dokusuyla insanları besleyen bir semt. Bir müzisyen
olarak eğer, tren yolunun kenarında yürüyüp de, ağaçlardan, demiryolundan ilham
alıp bir şeyler yazabiliyorsam (doku, koku artık ne dersen) daha doğrusu
Kadıköy bana bunu yazdırabiliyorsa, "daha ben nerede yaşayayım?" diye
sorarım.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder