18 Nisan 2019 Perşembe

Türkiye'de İnternet Öncesi ve Sonrası Dinleme Alışkanlıklarının Değişmesinin Müzik Endüstrisine Etkileri

Tarihsel çerçeve içinde konuyu yeniden ele almak gerekirse, mutlaka Unkapanı piyasası ve piyasanın evirilişi, hatta yok oluşu üzerinde durmak gerekmektedir. 1950'li yıllar farklı türlerde müziğin Türkiye'ye girmesi demek olmuştur. Dünyadaki Rock'n Roll istilası Türkiye'yi de sarmış bir yandan Türk toplumu hiç bilmediği yeni bir tür olan caz ile tanışmıştır. Bu dönem taş plak devrinin son bulduğu dönem olmuştur. 
1950-60 dönemi yeni buluşların taş plak saltanatına son verdiği önemli bir süreçtir. Önce 33, ardından da 16 ve 45 devirli plak üretimi, çalınması, üretilmesi ve dinlenilmesi oldukça zahmetli 78 devirli taş plakları demode kıldı. Ülkemizde ancak 1963-64 yılından sonra üretimine geçilen 45'lik plaklar taksi ve özel otomobillerde bile dinlenebilirlik özelliğine sahipti. (Ünlü ve Duygulu, tarih belirtilmemiş)
1970'li yıllara gelindiğinde ise Türkiye'de arabesk müziğin yükselişi ile eşzamanlı olarak kaset teknolojisi doğmuştur. Kaset teknolojisinin pratikliği, müziğin daha da kitlesel olarak dinlenir olmasını sağlamıştır. Kaset, 1980 hatta 1990'lı yıllara kadar geçerli kayıt teknolojisi olarak Türkiye müzik tarihine damgasını vurmuştur. Özellikle 1980 sonrası kuşak kaset kopyalamayı hatta kendi beğenisi orantısında karışık kasetler yapmayı ve bunları paylaşmayı seçmiştir. Beşer, yine bu dönemle ilgili olarak birçok zorlukla mücadele ederek elde ettikleri ve sahip oldukların her şeyin kıymetinin daha çok olduğunu söylemiştir. O dönemde müziğin türüne zaman zaman sınırlı sayıda bulunan kasetlerin içindeki bütün sözler, sesler şimdikinden çok daha değerli görülmüştür. Kaset dönemi bir yandan bu kasetlerin paylaşıldığı bir dönem olmuştur. Beşer'e göre o zamanki müzik bağlamında tüketim de bireysel olmamıştır. Kasetler birlikte dinlenilen, paylaşılan ve yer yer de çoğaltılan ürünlerdir. Kasetlerin az bulunur olması ve birlikte tüketilmesi o dönemin yeni kamusal alanlarını üretmiştir: "O günlerle bugünlerin arasındaki en önemli fark, bugün bununla ilgili bir kamusal alanın olmayışıdır” (M. Beşer, kişisel görüşme, 04 Nisan 2016, İstanbul). 

Türkiye'de kasetler ve kaset çalarlar yaygın olarak kullanılmıştır. Hatta öyle ki pilli olarak çalışabildiği ve portatif olduğu için kaset çalarlar her an her yerde kullanılabilmiştir. O yıllarda dinleyiciler omuzlarının üzerinde söz konusu pilli kaset çalarları çalışır vaziyette taşımıştırlar. Seyyar satıcılar üç tekerlekli arabalarında dönemin popüler müziklerini yayınlayarak sokak sokak dolaşmış, dinleyicilere sevdikleri şarkıların kapılarına geldiğini müjdelemiştir. Çoğu günümüzde bilinmeyen yerel kasetlerin yanı sıra, popüler isimlerin kasetlerini ve posterlerini taşıyan seyyar kasetçiler, çoğunlukla dönemin -köyden kente göç sonucu- revaçta olan arabesk-fantezi türünde ve çoğu korsan olan kasetlerini dinleyicilerin ayağına getirmiştir. "Geniş kitleleri ilgilendiren albümler çıktığında, mesela yeni Michael Jackson albümü, bu tezgahlarda o albümleri de bulabilirdiniz. Dönemin Türk filmlerinde de bol bol görürsünüz bu manzaraları" (Hakancez, tarih belirtilmemiş).

Murat Beşer 1980'lerin Unkapanı'nda şirketlerin dükkan açmak, plak şirketi kurmak için doluluktan yer bulamadığından bahsetmiş, kasetlerin yerini alan ve dijitalleşmeyle birlikte sırasını savan CD'lerin de artık satılmamasıyla birlikte, dükkanların boşaldığının altını çizmiştir (M. Beşer kişisel görüşme, 4 Temmuz 2016, İstanbul). Bu süreç var olan plak şirketlerinin kapanmasına sebep olurken yenilerinin açılmasının da önünde engel teşkil etmiştir.

Bu süreçten sonra ayakta kalabilen ve kendi kataloglarına sahip bazı plak şirketleri ayakta kalma yöntemi olarak son dönemde revaçta olan plak basma işine girişmiştir. Dijital download sisteminin yanı sıra plak basmak da yeni bir trend olarak karşımıza çıkmaktadır. Beşer, halihazırda Türkiye'de yeniden plak işine dönmüş olan şirketlerin, dünyada plak formatının ne anlama geldiğini, nasıl üretilip dağıtıldığını, bundan nasıl para kazanılacağını, bunun kültürünün ne olduğunu çok iyi bilmeyen, sadece Türkiye modelini görmüş olan şirketler olduğunu söylemiştir. Beşer'e göre eski alışkanlıklar ve reflekslerle hareket eden plak şirketleri hem yanlış hem de kötü albümler basmaktadır. Ayrıca Beşer, “Söz konusu şirketlerin bu şekilde kendilerini kurtaracak kadar kazanç oluşturabileceklerini” zannetmediğini belirtmiştir.

Konuyla ilgili olarak radyocu ve müzik yazarı Michael Kuyucu ise internet öncesi müzik dinleme alışkanlıklarındaki ve müzik piyasasının içindeki değişimin gözle görülür düzeyde olduğunu, internetin yaygın kullanımının bir nevi milat olduğunu söylemiştir. Ona göre müzik kolay taşınan ve kolay tüketilen bir meta haline dönmüş, bu da müziğin kalitesini olumsuz etkilemiş, müziği basitleştirmiştir. Eskiden değerli olan bir müzik albümünün varlığıyla birlikte değerini de yitirmiştir (M. Kuyucu kişisel görüşme, 17 Kasım 2016, İstanbul- Muğla).

Dijital çağdan önce bir albümü edinmek için sarf edilen çaba ortadan kalkmıştır. Bir albüme sahip olmak için kasetçi -şimdiki adıyla müzik market- dolaşma, yeni çıkan ya da bulunamayan bir albüm için kuyruk ya da sipariş bekleme gibi çabalar ortadan kalkmıştır. Artık dinleyiciler yerinden bile kalkmadan, herhangi bir dijital platformdan arama yaparak albümü satın alabilmektedir.

Serbest Piyasa ekonomisinin en büyük tehditlerinden biri olan enflasyonist politikaların sonucunda ortaya çıkan tekelleşme, bir ülkenin en büyük sıkıntılarından biri olur... Müzik Endüstrisi doksanlı yıllara kadar Unkapanı çarşısının tekelinde yaşamını sürdürdü. Aslında yapı itibariyle oligopol[1] piyasada faaliyet gösteren şirketler topluluğundan oluşan bu yapı, günümüz müzik şartlarından daha çok sesli, daha bir girişimci ruha sahipti. Doksanlı yıllarla beraber Korukent'te başlayan tekelleşme çabaları, ikibinli yıllarda Taksim'e kaydı. (Kuyucu, "Pop İnfilakı", 2005, s. 158)

ABD ve Avrupa müzik endüstrisi 1980’li yıllarda Compact Disk (CD) teknolojisini kullanmaya başlamıştır. Philips ve Sony ortaklığı ile geliştirilen sayısal optik saklama ortamı olarak piyasaya sunulan ve kısa sürede kullanımı yaygınlaşan CD'ler Sony şirketi çalışanı Norio Ohga tarafından icat edilmiştir. Ohga'nın L.V. Beethoven'ın 9. Senfoni’sinin tek CD'ye sığdırmak istemesi CD'lerin 12cm çapında olmasını yönlendiren en önemli etmen olmuştur. Bu haliyle CD 80 dakikaya[2] kadar ses kaydını depolayabilen ve müzik sektörünün en çok kullandığı teknolojilerden biri olan veri saklama biçimi olmuştur. Kısa zaman içinde geliştirilen DVD teknolojisi ile daha fazla verinin saklanabileceği bir ortam da hayata geçmiştir. Daha sonraki dönemde insan kulağının algılayamayacağı sesleri silen MP3 (MPEG Audio Layer) teknolojisi, çok amaçlı kayıt seçeneği sunan DVD teknolojisi icat edilmiştir. Son olarak optik disk formunda olan Blu-Ray teknolojisi ortaya çıkmıştır. Blu-Ray yardımıyla HD formatında videolar bile yaklaşık 13 saatlik dilimlerde kaydedilebilmektedir.

Bilgisayar çağının gelişimiyle müziğin dijital olarak yapılması, işin prodüksiyon kısmını da oldukça basitleştirmiştir. Bir şarkı ya da albüm yapmak analog kayıttaki sıkıntıların hiçbirini artık içermemekte[3], bu çeşit kayıtlar artık müzisyenlerin özel tercihleri doğrultusunda yapılır olmuştur. Dijital kayıt ve ardından gelen, mix ve mastering süreçleri ise Pro Tools, M-Audio, Logic, Cubase gibi ses kartlarının gelişimiyle zamandan ve emekten önemli tasarruf sağlamıştır.

Ancak günümüzde bu konu halen tartışılmaktadır. Analog kayıtlar yaparak pure sound'un peşinde olan müzisyenlerle dijital teknolojinin sunduğu imkanlardan yararlanmakta olan müzisyenler arasında bir çatışma yaşanmaya devam etmektedir. Hatta bu prodüksiyon şirket ve labellar'ının da tercihlerini belirlemekte önemli bir rol oynamaktadır. Beşer'e göre, eskiden doğru sistemlerde ve plaklardan müzik dinleyerek müzik yapmaya çalışan müzisyenin kulağı ile bilgisayardan, İnternetten müzik dinleyerek yapmaya çalışan müzisyenin kulağı arasında ciddi bir fark vardır. İnternet ile birlikte ortaya çıkan lo-fi aslında bir müzik anlayışı olmakla birlikte, müziği kötü şartlarda ve düşük BPM’lerde dinlemenin de bir sonucudur. Yani lo-fi tek başına bir dünyaya bakış açısı, bir müzik anlayışı değildir. O tamamen teknolojinin getirdiği de bir müzik dinleme 'ürünü'dür. 2000’den sonra lo-fi[4] müzisyenlerin, türüne gönül vermiş müzisyenlerin tamamen İnternet çocuğu olarak müzik yapmaları ve daha önceki müzisyen kuşaklarıyla ciddi bir farklılaşım süreci söz konusudur. Aralarındaki ciddi bir kopukluk varsa sebebi budur. Örneğin bir Roland TR-808'in gerçeğini bulmak neredeyse imkânsızdır. Bulunursa da bu ciddi bir maliyet demektir. Ancak aynı sesleri İnternetten indirmek mümkündür. Ama TR-808’in peşine düşmüş bir kuşağın onu bulduktan sonraki yaptığı müzikle, şimdiki TR-808 seslerine ulaşmış müzisyenlerin yaptığı müzik arasında, hiçbir benzerlik bulunmamaktadır. Yeni kuşak müzisyenler sadece istedikleri bütün cihazların seslerine sahip olmanın dışında, hazır seslere çok bağlı olmaya başlamışlardır. Yani kendi ürettikleri o ses sınırlarını zorlama, sonik deneylerle bir şeyler icat etme gibi misyonlarını bırakmışlardır. Bunu kendine mesele eden yeni kuşakta eskiye oranla çok daha az müzisyen çıkmıştır. Bu da her şeyin elinin altında olan genç kuşak müzisyenlerin yaratıcılığını azaltmıştır (M. Beşer, kişisel görüşme, 4 Nisan 2016, İstanbul).

Öte taraftan, 2000’den sonra, edebiyat okurunda, resim izleyicisinde, plastik sanatları takip eden, seven insanlar arasında nasıl ciddi bir azalma meydana geldiyse, müzik dinleyicisi için de aynı şey geçerli olmuştur. Yine Beşer, 2000’den sonra, müzik dünyası konser alanlarındaki takipçilerini hızlı bir biçimde kaybetmeye başladığının altını çizmiştir. Müzisyen için CD satışlarının bitiminden sonra gelir getirmesi bekleyerek peşine düştükleri şey konserler olmuştur. Fakat bu özellikle 8-10 yıl baz alındığında mümkün olamamıştır. Çünkü neredeyse hiçbir canlı performansın getirisi de müzisyenin kazancını albüm satışlarına oranla dengeleyememiştir. Beşer 'e göre, dünyada, özellikle caz müzisyenleri arasında geçim sıkıntısı çeken müzisyenlerin sayısı azımsanmayacak kadar çoktur. Hal öyle olunca, artık konserler müzisyen için bir ekmek kapısı olmaktan çıkmıştır. Müzisyenin kendisi de artık, dijital download'dan nasıl para kazanacağını daha ziyade düşünmeye başlamıştır.

Müzik ürünlerinin İnternet üzerinden dolaşıma sokulabilmesi, bu olanağın sağladığı tüm avantajlara; özellikle dağıtım süreçlerindeki vasıtasızlığa ve sanatın demokratikleşmesi gibi kimi zaman popüler, kimi zamansa popülist söylemlere rağmen, bir yandan da kayıt ve prodüksiyon teknolojilerinin dışında kalan pratiklerin göz ardı edilebilmesine yol açmaktadır. Örneğin, sadece nihaî ürün sergilenirken göz ardı edilen yapım aşamalarına -icra dinamikleri ve performansın kayıt altına alınırkenki verilen emek, süreci bütünleyen organizasyon faaliyetleri, vs.-  gibi hayatî safhalara kayıtsız kalınması, “iletişimin hızlanması” ile gerekçelendirilebilmekte, bir emeksiz üretim yanılsaması yaratılabilmektedir.

Onyıllardır gündemde yer bulan korsan üretim meselesi, dolaşımdaki tüm farklı teorilere rağmen yapımcılar; tasarımcı ya da icracı olsun, müzisyenler ve başta dinleyiciler olmak üzere, kitleler arasında bugün dahi içinden çıkılması neredeyse imkânsız görülen açmaz halini artık kanıksanmış “İnternet folkloruna” borçludur. Kaldı ki, bu durum diğer alanlarda, sanatın diğer disiplinlerinde de geçerlidir: Başta edebiyat ve görsel sanatlar olmak üzere, dijitalleşmeyle birlikte birçok disiplin kökten biçimde etkilenmiş; deyim yerindeyse bir “paradigma değişikliği” gerçekleşmiştir. Sıklıkla tartışılan ve çoğunlukla nihaî ürünü bağlayan- telif meselesinin yanı sıra, bizatihi performans süreçleri de bu edimden etkilenmiştir. 2000’li yıllarla birlikte konsere gitme alışkanlıklarının değişmesi de buna örnek gösterilebilir: Dinleyici sayılarındaki çarpıcı düşüşün yanı sıra, izler-kitlelerin davranışlarındaki dönüşümler, özellikle de performansa kayıtsızlık (örneğin, icraya konsantre olmak yerine, bir kendini sergileme biçimine dönüşen “selfie” alışkanlıkları ya da mobil iletişim araçlarına bağımlılıkla sakatlanan deneyimleme süreçleri), gene bu aygıtın -kesintisiz ağ-kültürünün/folklorunun ve medyasının- gölgesinde yorumlanabilir. Süreçten ekonomik olarak etkilenen profesyonel müzisyenlerin sayısal teknolojiler, özellikle de “digital download” üzerinden seçenekler yaratma girişimleri ise, ancak ağ-sisteminde büyük yayılmışlığa ve bunun yönetiminde belirleyici paya sahip odaklara eklemlenebilmeleri durumunda; en azından bu popülerlik ya da medyatiklikte olmaları halinde, işlevsellik kazanabilmektedir.


[1] Genelde 2, 3 veya 4 üretici, aracı veya satıcı hakimiyetinde şekillenen piyasaya verilen ad.

[2] Burada bahsedilen CD formatının ilk halidir. MP3 formatlı verilerde dakika değişmektedir.

[3] Bu konu halen tartışılmaktadır.

[4] Low Fidelity. Standarttan daha düşük kaliteye sahip seslere verilen isim.

Hiç yorum yok:

Savruk Yazılar 003 (13 Temmuz Datça- Mesudiye Yangını)

Kask, power bank, su, kumanya, sağlık çantası, kafa feneri…   Yanmaz eldiven, yanmaz gözlük, yanmaz pantolon, yanmaz ayakkabı… Hop orada dur...