Bilge Günaydın. Sevgili Bilge'yle albümünü, katıldığı workshopları ve karantina günlerinde müzisyen olmayı konuştuk.
Klişe bir soru ile başlayayım, müzikle
ilişkin nasıl başladı?
Çocuk yaştayken eve nereden geldiğini
hatırlayamadığım bir org ile başladı sanırım. Sonrasında piyano derslerine
başladım. Ardından 11 yaşındayken İstanbul Üniversitesi Devlet Konservatuarı’nın
yarı zamanlı piyano bölümüne girdim.
Peki ya caz…
Caz aslında üniversite döneminde
hayatıma girdi. 19-20 yaşındaydım, klasik müzik okumuştum, müziğe ara verdiğim
ve yeni arayışlar içerisine girdiğim bir dönemdi. Piyano için ufak tefek
müzikler besteliyordum. Başta Chick Corea’nın “Return to Forever” albümü olmak
üzere başucu caz albümlerim olmaya başladı ve müzisyen olarak da bu alanda
kendimi yetiştirmeye karar verdim. Bahçeşehir Üniversitesi’nin Caz Sertifika Bölümü
açıldığı sene bir öğrenciye tam burs vereceklerini açıklamışlardı. Ben de
avukatlık stajımı yaptığım bir dönemde o bursu kapıp Nilüfer Verdi ve Baki
Duyarlar’dan ders almaya başladım. Böylelikle serüven devam etti.
Albüm sürecini anlatabilir misin?
“Daydreams” benim ilk albümüm ve uzun
süredir de tasarladığım bir albüm aslında. Tamamı kendi beste ve aranjmanlarımdan
oluşan 8 parça var içerisinde. Bazılarını geçen sene besteledim ama 4-5 sene
öncesine ait olanlar da var. Müzikal geçmişimde artık içselleştirebildiğim ve
bir araya geldiklerinde bir ahengi olduğunu düşündüğüm müzikler hepsi. Son
birkaç sene içerisinde bu parçaları konserlerde çalarak hazırlamış oldum ve
albümde yerlerini aldılar.
Albümde kimler
var? Nasıl bir araya geldiniz?
Alto saksofonda
Serhan Erkol, tenor ve soprano saksofonda Tamer Temel, kontrabasta Kağan Yıldız
ile Apostolos Sideris ve davulda Berke Özgümüş yer aldı. Bu saydığım kadro ile
kayıda kadar geçen bir yıl boyunca birkaç konser çalma fırsatını bulduk.
Böylelikle müzikler giderek daha da güzelleşti ve genişledi aslında. En sonunda
da artık repertuarın hazır olduğunu düşünerek kayıt teklifinde bulundum, onlar
da geri çevirmediler. Ayrıca “Üvercinka” ve “İstanbulin Cats” isimli parçalarda
Cenk Erdoğan, “Snow”da ise Esra Kayıkçı albüme konuk oldu. “Üvercinka” Cenk’in
jüri üyesi benim ise katılımcısı olduğum ve kayıttan bir hafta önce gerçekleşen
Genç Caz Yarışmas’ında çaldığım bir müzikti. Cenk de dinleyince çok sevdi,
albümde çalabileceğini söyleyince de tabii ki çok mutlu oldum. “Snow” ise Esra
ile pek çok farklı projede çaldığımız bir müzikti, ikimizin parçası diyebilirim
J. Albümde
çalanların hepsi ayrı ayrı çok değerli isimler ve onların katkılarıyla ortaya
rengarenk bir albüm çıktı.
“Üvercinka”nın ortaya çıkışı hakkında
(gerçi daha önce anlatmışsın ama belki burada da anlatmak istersin) neler
söyleyebilirsin?
“Üvercinka” bilindiği üzere Cemal
Süreya’ya ait bir şiir aslında. Benim de üniversite yıllarından beri en sevdiğim
şiirlerden biri olmuştur. Her okuduğumda tüm dünya sanki kollarıma öylece
bırakılıvermiş gibi bir etkisi olur üzerimde. Mısralarındaki barışa,
evrenselliğe ve sevgiye ilişkin incelikli çağrışımlar kadar ismini meydana
getiren kelime oyunu da hep çok eğlenceli ve özel olmuştur benim için. Bu
parçanın bestesi tek bir nefeste yazdığım parçalardan aslında. Parçayı
tamamladığımda aklımdan geçen ilk kelime “güvercin”, ikincisi de “Üvercinka”
oldu ve bir şekilde bu müzikle aralarında bir bağ olduğunu düşündüğüm için
parçanın adını “Üvercinka” koydum. Albümde de parçayı bu şiire ithaf etmiş
olduk.
Etkilendiğin müzisyenler kimler?
Dönem dönem değişiyor aslında. Çocukluğum
Chopin çalarak geçti, üzerimde etkisi olması çok normal sanırım. Caz tarihine
baktığımızda piyanistlerden Monk’u en başa koyabilirim. Biraz daha günümüze
gelirsek Brad Mehldau tabii ki ayrı bir yerde. Esbjörn Svensson Trio da bir
dönem müzikleri ile hayatımın odak noktası olmuştu.
Yurtdışında da konserler verdin… Oradaki
seyirci ile buradaki seyirciyi kıyaslasan neler söyleyebilirsin?
Yurtdışı konserlerim sayıca burası ile
kıyaslayabileceğim boyutta değil aslında. Ancak gözlemlediğim kadarıyla müzik
dışında mekanların ve festivallerin anlayışları ve müziği nasıl sundukları
dinleyiciyi yönlendirmek açısından çok önemli. Müziğinizi ona değer veren bunu
gösterebilen insanlarla buluşturabildiğiniz noktada o konser de bambaşka bir
hale dönüşüyor.
Norveç’te gerçekleşen Norway Jazz
Improvisation Camp’teki ve İtalya’da gerçekleşen Siena Jazz Workshop’taki deneyimlerinden biraz
bahseder misin?
Norveç benim ilk yurtdışı deneyimim...
Hem bu sebeple hem de o ülkeyi çok sevdiğimden benim için yeri ayrı. İlk olarak
2015 yazında burs kazanarak bu kampın katılımcısı oldum. Ağırlıklı olarak
Norveçli müzisyenlerin ve öğrencilerin olduğu bu kamp, her sene Norveç’in
kuzeyinde göl kıyısında çok güzel bir yaz okulunda gerçekleşiyor. Daha sonra
2019 yazında burs alarak tekrar katıldım. Hem Norveç kültürüyle tanışmak hem de
müzikal anlayışlarını yakından anlamak için harika bir deneyimdi. İtalya’daki
Siena Workshop ise Siena Konservatuarı’nın gerçekleştirdiği uluslararası bir
organizasyon. Siena zaten tarihi yapısı çok iyi korunmuş bir şehir ve çok başka
bir atmosferi var. İki haftalık workshop süresince her akşam başka bir tarihi
bir mekanda sevdiğim pek çok Amerikalı ve İtalyan müzisyenin müziklerini
dinledim, bazı konserlerde ben de çaldım. Workshop süresince de Will Vinson,
Matt Mitchell ve Susanne Abuehl ile çalma ve çalışma fırsatı buldum.
“Caz tarihindeki big band
orkestralarının kronolojik gelişimi ve kompozisyon anlayışındaki tarihsel
farklılıklar” üzerine tezin var onu kitaplaştırmayı düşünüyor musun?
Sen ayrıca hukukçusun da… O mesleği hiç
icra ettin mi? Ya da müzisyen hakları bağlamında icra etmeyi düşünür müsün?
Üniversiteden mezun olduktan sonra bir
yıl stajyer avukat, bir yıl da avukat olarak bir hukuk bürosunda çalıştım.
Zaman ne gösterir bilemiyorum ancak şu an için böyle bir şey düşünmüyorum.
Karantina günlerin nasıl geçiyor?
Tarihe bakıyorum, sanırım 35 gün olmuş.
Oldukça sıkıntılı bir durum. Bazen çok üretken olabiliyorum, bazen de pek bir
şey yapmak gelmiyor içimden açıkçası. Umarım bir an önce bu durum son bulur.
Bu süreçte neler hissediyorsun?
Bugünlerin geride kalacağını düşünmeye
ve planlarımı ona göre yapmaya çalışıyorum, her ne kadar bazen böyle düşünmek
zor olsa da... Zamanımı iyi değerlendirmeye bakıyorum. Tabii ki sıkılıyor ve
endişeleniyor insan ancak şu durumda görevleri gereği dışarıda çalışmak zorunda
olanlar da var. Dolayısıyla pek şikayet etmeye hakkımız yok gibi.
Yeni üretimler var mı?
Yeni müzikler dinliyorum. Ufak tefek
yazmaya başladığım ve tasarladığım müzikler var ama bakalım. “Daydreams” biraz
daha saksofonlar üzerine oynayan ve onları ön planda tutan bir proje. Yeni
projeler için biraz daha piyanoya yönelik müzikler düşlemeye başladım bu
dönemde.
Sence umut var mı (yaşadığımız süreç
bağlamında soruyorum)?
Umut hep var, yoksa nasıl devam
edebiliriz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder