21 Nisan 2020 Salı

Karantina Günlerinde Müzik Söyleşileri no. 2 Bilge Günaydın



Karantina günlerinde müzik söyleşileri dizisinin ikinci konuğu taptaze albümü "Daydreams" ile
Bilge Günaydın. Sevgili Bilge'yle albümünü, katıldığı workshopları ve karantina günlerinde müzisyen olmayı konuştuk.  

Klişe bir soru ile başlayayım, müzikle ilişkin nasıl başladı?

Çocuk yaştayken eve nereden geldiğini hatırlayamadığım bir org ile başladı sanırım. Sonrasında piyano derslerine başladım. Ardından 11 yaşındayken İstanbul Üniversitesi Devlet Konservatuarı’nın yarı zamanlı piyano bölümüne girdim.

Peki ya caz…

Caz aslında üniversite döneminde hayatıma girdi. 19-20 yaşındaydım, klasik müzik okumuştum, müziğe ara verdiğim ve yeni arayışlar içerisine girdiğim bir dönemdi. Piyano için ufak tefek müzikler besteliyordum. Başta Chick Corea’nın “Return to Forever” albümü olmak üzere başucu caz albümlerim olmaya başladı ve müzisyen olarak da bu alanda kendimi yetiştirmeye karar verdim. Bahçeşehir Üniversitesi’nin Caz Sertifika Bölümü açıldığı sene bir öğrenciye tam burs vereceklerini açıklamışlardı. Ben de avukatlık stajımı yaptığım bir dönemde o bursu kapıp Nilüfer Verdi ve Baki Duyarlar’dan ders almaya başladım. Böylelikle serüven devam etti.

Albüm sürecini anlatabilir misin?

“Daydreams” benim ilk albümüm ve uzun süredir de tasarladığım bir albüm aslında. Tamamı kendi beste ve aranjmanlarımdan oluşan 8 parça var içerisinde. Bazılarını geçen sene besteledim ama 4-5 sene öncesine ait olanlar da var. Müzikal geçmişimde artık içselleştirebildiğim ve bir araya geldiklerinde bir ahengi olduğunu düşündüğüm müzikler hepsi. Son birkaç sene içerisinde bu parçaları konserlerde çalarak hazırlamış oldum ve albümde yerlerini aldılar.

Albümde kimler var? Nasıl bir araya geldiniz?      

Alto saksofonda Serhan Erkol, tenor ve soprano saksofonda Tamer Temel, kontrabasta Kağan Yıldız ile Apostolos Sideris ve davulda Berke Özgümüş yer aldı. Bu saydığım kadro ile kayıda kadar geçen bir yıl boyunca birkaç konser çalma fırsatını bulduk. Böylelikle müzikler giderek daha da güzelleşti ve genişledi aslında. En sonunda da artık repertuarın hazır olduğunu düşünerek kayıt teklifinde bulundum, onlar da geri çevirmediler. Ayrıca “Üvercinka” ve “İstanbulin Cats” isimli parçalarda Cenk Erdoğan, “Snow”da ise Esra Kayıkçı albüme konuk oldu. “Üvercinka” Cenk’in jüri üyesi benim ise katılımcısı olduğum ve kayıttan bir hafta önce gerçekleşen Genç Caz Yarışmas’ında çaldığım bir müzikti. Cenk de dinleyince çok sevdi, albümde çalabileceğini söyleyince de tabii ki çok mutlu oldum. “Snow” ise Esra ile pek çok farklı projede çaldığımız bir müzikti, ikimizin parçası diyebilirim J. Albümde çalanların hepsi ayrı ayrı çok değerli isimler ve onların katkılarıyla ortaya rengarenk bir albüm çıktı.


“Üvercinka”nın ortaya çıkışı hakkında (gerçi daha önce anlatmışsın ama belki burada da anlatmak istersin) neler söyleyebilirsin?

“Üvercinka” bilindiği üzere Cemal Süreya’ya ait bir şiir aslında. Benim de üniversite yıllarından beri en sevdiğim şiirlerden biri olmuştur. Her okuduğumda tüm dünya sanki kollarıma öylece bırakılıvermiş gibi bir etkisi olur üzerimde. Mısralarındaki barışa, evrenselliğe ve sevgiye ilişkin incelikli çağrışımlar kadar ismini meydana getiren kelime oyunu da hep çok eğlenceli ve özel olmuştur benim için. Bu parçanın bestesi tek bir nefeste yazdığım parçalardan aslında. Parçayı tamamladığımda aklımdan geçen ilk kelime “güvercin”, ikincisi de “Üvercinka” oldu ve bir şekilde bu müzikle aralarında bir bağ olduğunu düşündüğüm için parçanın adını “Üvercinka” koydum. Albümde de parçayı bu şiire ithaf etmiş olduk.

Etkilendiğin müzisyenler kimler?

Dönem dönem değişiyor aslında. Çocukluğum Chopin çalarak geçti, üzerimde etkisi olması çok normal sanırım. Caz tarihine baktığımızda piyanistlerden Monk’u en başa koyabilirim. Biraz daha günümüze gelirsek Brad Mehldau tabii ki ayrı bir yerde. Esbjörn Svensson Trio da bir dönem müzikleri ile hayatımın odak noktası olmuştu.

Yurtdışında da konserler verdin… Oradaki seyirci ile buradaki seyirciyi kıyaslasan neler söyleyebilirsin?

Yurtdışı konserlerim sayıca burası ile kıyaslayabileceğim boyutta değil aslında. Ancak gözlemlediğim kadarıyla müzik dışında mekanların ve festivallerin anlayışları ve müziği nasıl sundukları dinleyiciyi yönlendirmek açısından çok önemli. Müziğinizi ona değer veren bunu gösterebilen insanlarla buluşturabildiğiniz noktada o konser de bambaşka bir hale dönüşüyor.

Norveç’te gerçekleşen Norway Jazz Improvisation Camp’teki ve İtalya’da gerçekleşen Siena Jazz Workshop’taki deneyimlerinden biraz bahseder misin? 

Norveç benim ilk yurtdışı deneyimim... Hem bu sebeple hem de o ülkeyi çok sevdiğimden benim için yeri ayrı. İlk olarak 2015 yazında burs kazanarak bu kampın katılımcısı oldum. Ağırlıklı olarak Norveçli müzisyenlerin ve öğrencilerin olduğu bu kamp, her sene Norveç’in kuzeyinde göl kıyısında çok güzel bir yaz okulunda gerçekleşiyor. Daha sonra 2019 yazında burs alarak tekrar katıldım. Hem Norveç kültürüyle tanışmak hem de müzikal anlayışlarını yakından anlamak için harika bir deneyimdi. İtalya’daki Siena Workshop ise Siena Konservatuarı’nın gerçekleştirdiği uluslararası bir organizasyon. Siena zaten tarihi yapısı çok iyi korunmuş bir şehir ve çok başka bir atmosferi var. İki haftalık workshop süresince her akşam başka bir tarihi bir mekanda sevdiğim pek çok Amerikalı ve İtalyan müzisyenin müziklerini dinledim, bazı konserlerde ben de çaldım. Workshop süresince de Will Vinson, Matt Mitchell ve Susanne Abuehl ile çalma ve çalışma fırsatı buldum.

“Caz tarihindeki big band orkestralarının kronolojik gelişimi ve kompozisyon anlayışındaki tarihsel farklılıklar” üzerine tezin var onu kitaplaştırmayı düşünüyor musun?

Yüksek lisans tezimde erken dönem caz topluluklarından başlayarak, kronolojik sıralama içerisinde Fletcher Henderson, Duke Ellington, Gil Evans ve 21. Yüzyıl bestecileri/aranjörleri olarak da Bob Brookmeyer ve Maria Schneider’ın müziklerini inceledim ve karşılaştırmalarda bulundum. Maria Schneider özellikle müziklerine hayran olduğum bir besteci." Allegresse" albümünü kesinlikle tavsiye ederim. Bu konu çok geniş bir konu. Dolayısıyla kitap yerine bir yazı dizisi hazırlamayı planlıyorum aslında. Her yazıda farklı dönem ve isimleri ele alacağım bir yazı dizisi olabilir.


Sen ayrıca hukukçusun da… O mesleği hiç icra ettin mi? Ya da müzisyen hakları bağlamında icra etmeyi düşünür müsün?

Üniversiteden mezun olduktan sonra bir yıl stajyer avukat, bir yıl da avukat olarak bir hukuk bürosunda çalıştım. Zaman ne gösterir bilemiyorum ancak şu an için böyle bir şey düşünmüyorum.

Karantina günlerin nasıl geçiyor?
Tarihe bakıyorum, sanırım 35 gün olmuş. Oldukça sıkıntılı bir durum. Bazen çok üretken olabiliyorum, bazen de pek bir şey yapmak gelmiyor içimden açıkçası. Umarım bir an önce bu durum son bulur.

Bu süreçte neler hissediyorsun?

Bugünlerin geride kalacağını düşünmeye ve planlarımı ona göre yapmaya çalışıyorum, her ne kadar bazen böyle düşünmek zor olsa da... Zamanımı iyi değerlendirmeye bakıyorum. Tabii ki sıkılıyor ve endişeleniyor insan ancak şu durumda görevleri gereği dışarıda çalışmak zorunda olanlar da var. Dolayısıyla pek şikayet etmeye hakkımız yok gibi.

Yeni üretimler var mı?

Yeni müzikler dinliyorum. Ufak tefek yazmaya başladığım ve tasarladığım müzikler var ama bakalım. “Daydreams” biraz daha saksofonlar üzerine oynayan ve onları ön planda tutan bir proje. Yeni projeler için biraz daha piyanoya yönelik müzikler düşlemeye başladım bu dönemde.

Sence umut var mı (yaşadığımız süreç bağlamında soruyorum)?

Umut hep var, yoksa nasıl devam edebiliriz. 



Hiç yorum yok:

Savruk Yazılar 003 (13 Temmuz Datça- Mesudiye Yangını)

Kask, power bank, su, kumanya, sağlık çantası, kafa feneri…   Yanmaz eldiven, yanmaz gözlük, yanmaz pantolon, yanmaz ayakkabı… Hop orada dur...