21 Nisan 2020 Salı

Müzikle iyileşiyoruz no. 34


Yazıya başladığım saat 03.00. Uzun zamandır bu saatlere kalmıyor, gün ışığıya uyanıyor, akşam da 10.30-11.00'de uyuyakalıyordum.

En büyük sebebi ise bir aydan fazladır bahçemle yani toprak işiyle uğraşıyor olmam. 4 yıl kadar önce Datça'ya taşındım. dostlarımı, işlerimi, sosyal ve mesleki çevremi, aile büyüklerimi ve çocukluğumu İstanbul'da bırakıp buraya geldim. Geldiğim sırada bir dergide çalışıyordum, birkaç ay daha birbirimizi idare ettikten sonra ayrıldım. Gelmeden önce verdiğim kararın içindeyse "ot toplar, kavurur yeriz, aç kalmayız vardı. Her sabah gözümü açtığımda burada olduğuma şükrettim. Datça öyle bir yer ki ya tutunur kalırsın ya da seni atıverir bağrından. Uzun yıllar burada yaşamasına rağmen buraya adapte olamamış insanlar gördüm. Uzun yıllar buranın hayaliyle yaşayıp geldiğinde umduğunu bulamayıp birkaç ay içinde geri dönenler... Gelip buraya uyum sağlayanlar da gördüm. Ama onlar ne horoz sesinden ne köpeklerden, kedilerden şikâyet etmeyenlerdi. Sokak lambası çalışmadığı için şikâyet eden çok görüdüm, çalışmadığı için giden de. Şanslıyım çünkü hâlen buradayım. Yeniden kurulan ve şekillenen yeni hayatımızla... Yeni sosyal ortamlar, yeni mücadele alanları... Buraya büyükşehri taşımamak gerektiğini öğrendim ve evet, ben burayı çok sevdim.
Gelelim toprak konusuna. Bu gece beni uyutmayan meselelerin başında daha önce konusunu ettiğim ve "Müzikle iyileşiyoruz no. 20"de ele aldığım Murat Balıkçı'nın dayanışma hareketinin içinde bir şekilde var olmaya başlamam ve konuyla ilgili pek çok meseleye kafa yormuş olmam yatıyor. Bunun pekişmesine sebep olan yazı ise Metin Yeğin'den geldi. "Topraksızlar ve 'toprak sandığı" başlığıyla yazdığı yazıda Metin, Brezilya Topraksız İşçi Hareketi-MST; korona salgını karşısında, kentteki yoksullarla dayanışma için tonlarca yiyecek dağıttığından bahsediyordu (lütfen linke tıklayıp yazıyı okuyun).

Murat'ın oluşturduğu gruplardan birinde biz de bu konuyu tartışır hale geldik. Daha önce de kooperatifler kurulması gerektiğini düşünüyor, durduğum noktadan elimden geldiğince bunun için çalışıyordum. Bu kadar hızlı bir değişimi kimse beklemiyordu ve kooperatif kurmanın ötesini düşünmeye başlayacağımızı hayal edemiyorduk. 

Benim elimden gelen şimdilik ailemin ve yakın çevremin faydalanabileceği kadar bir alanda ekim yapmak. Hatta bu sebepledir ki bir süredir elime alabildiğim tek enstrümanlar toprak işinde kullanabildiklerim. 

 Uzatmayayım ve sadede geleyim. Öncelikle Metin'in yazısını okumanızı öneriyorum. Çünkü orada bizim için yazılmış reçeteler var. Hem de sadece toprağı işlemek ve ürettiklerimizi paylaşmak bağlamında değil, eğitim ve sağlık konularında da... Müzik ve sanat alanlarında da kolektif üretimlere ve birlikte düşünmeye çok ihtiyacımız olduğu bir dönemdeyiz. Aynı reçete bu alanlarda da geçer akçe gibi görünüyor.

Neler yapabileceğimize birlikte karar vermeye başlamak bir çözüm gibi görünüyor (belki bu yazının altına yorumlarınızı yazarsanız birlikte de düşünmüş oluruz).

Önce şu toprağı "somun gibi kabartalım" gerisi kolay.

Bugün Ezginin Günlüğü'nden iki farklı şarkı paylaşıyorum. Ancak tesadüf odur ki ikisi de grubun 1990 yılında çıkardığı "Ölü Deniz" albümünden. Biri yazının başında bahsettiğim başka bir yerde kendini var etme çabalarını içeriyor. Sözleri Aleksandre Puşkin'e müziği Emin İgüs'e ait olan "Bilinmeyen Ülke". Şarkıyı Emin İgüs seslendiriyor. 

Diğeri ise toprağı belledikten sonra yağan yağmurun ardından kabaran toprağa bakıp , bağıra çağıra bahçede söylediğim sözleri A. Kadir'e, müziği Nadir Göktürk'e ait "Gece İçinde". 

Çok eminim, umut toprakta!



Bilinmeyen Ülke 

Ey güzel ülke, uzak ülke 
Ey bilmediğim ülke 
Ne kendi isteğimle geldim sana 
Ne de soylu bir atın sırtında 
Beni bu yiğit delikanlıyı 
Gençliğin ateşi sürükledi sana,
Bir de başımdaki şarap dumanları









Gece İçinde 

Sıcacık bir yağmur siner
Kara gecenin içine 
Toprak somun gibi kabarır 
Tak tak vurulur kapıma 
Kişner kapımda kır atım 
Dünyam gümüşler kuşanır

Hiç yorum yok:

Savruk Yazılar 003 (13 Temmuz Datça- Mesudiye Yangını)

Kask, power bank, su, kumanya, sağlık çantası, kafa feneri…   Yanmaz eldiven, yanmaz gözlük, yanmaz pantolon, yanmaz ayakkabı… Hop orada dur...