Geçtiğimiz haftalarda Spotify’da Barışarock’ta sahne alan müzisyen ve gruplardan oluşan bir play list hazırlamış ve yine hayıflanmıştım “Neden Cümbüş Cemaat yok?” diye. Bazen parçalarını çalmak istiyor, Youtube kayıtlarından başka bir şey de bulamıyordum. Tony Gatlif’in “Djam” filmine yaptıkları kayıt hariç. Onları canlı dinlemek dışında başka bir alternatif kalmıyordu. Bunu da İstanbul’da yaşadığım sürede de Datça’ya taşındıktan sonra da becerebildim sanırım. Kah onlar geldi, kah ben gittiğimde izledim. Her defasında bu kadar mı müziğe doyulur ve bu kadar mı eğlenilir? Doyuluyormuş da eğleniliyormuş da…
Sonunda muradımıza erdik. Hem öyle böyle değil. Geçtiğimiz günlerde Cümbüş Cemaat’imiz hem de disko müziğinin kralı Shantel ile birlikte yaptıkları üç şarkılık bir EP yaptı ve onu da çeşitli kanallardan yayınladı.
Shantel ve Cümbüş Cemaat’in biraraya gelme hikayesi tamamen tesadüfler silsilesi. Geçtiğimiz Temmuz ayında Cümbüş Cemaat Selimiye’ye (Marmaris) çalmak için giderler ve orada tatil yapmakta olan Shantel ile karşılaşırlar. Shantel grubu dinledikten sonra ise birlikte neler yapabiliriz konuşulmaya başlanır. Ortaya da henüz sadece bir kısmını dinleyebildiğimiz ancak yakında tüm albümün yayınlanacağı söz konusu EP çıkar. Kayıtlar ise Frankfurt ve İstanbul’da yapılır.
Bu sabah da ilk klibin müjdesi geldi. “Suda Balık Oynuyor”a yapılan “bir dakikalık klip” de en az parça kadar groove ve kafa yakıcı/açıcı olmuş. Klibin yönetmenliğini Yiğit Karagöz ve Deniz Yükselci Karagöz, yapımcılığını ise Elif Mermer üstlenmiş, ortaya da şahane bir iş çıkmış. Herkesin gönüllü olarak evinde çekip gönderdiği görüntülerle oluşturulmuş.
Oldukça eğlenceli ve dikkat çekici olan kapak tasarımı da Deniz Yükselci Karagöz ve Shantel ortak yapımı.
“Suda Balık Oynuyor” Zor günlerimizde bizi biraz 70’lerin sonuna ve 80’lere imza atan Funk çılgınlığına sürükleyip oradan da Anadolu’nun göbeğine atıyor, hatta Ege’ye ve Balkanlara da selam çakıyor. Tam da Cümbüş Cemaat tavrı ile! Elektro bağlama ile yaylıların birbirine paralel olduğu parçada, Cem Köklükaya’nın groove’u pekiştiren şarkı söyleme biçimi de parçayı parça yapmış. “O nasıl bas, o nasıl yaylılar öyle?” diyor insan. İçim kıpır kıpır oluyor. Başta da söylediğim gibi on küsür yıldır beklediğimize değmiş.
“Suda Balık Oynuyor”un dışında albümde “Atım Araptır Benim” ve “Karakolda Ayna Var” parçalarının yorumları da bulunuyor. “Karakolda Ayna Var”da arka vokallerle beslenen Cem’in içten içten vokali insanın içine tam dokunacak oluyor, yine beat’ler ve baslarla kendine geliyor insan.
EP’nin talihi böylesi bir dönemde yayınlandığı için bol bol tıklanacak gibi görünüyor. Talihsizliği ise bütün konserlerin durdurulmuş olduğu böylesi distopik bir ortamda Hamburg ve Babylon’da yapılması planlanan albüm lansman konserlerinin şimdilik ne zaman gerçekleşeceği konusunda kimsenin malumatının olmaması.
Bir habere göre “Shantel ve Cümbüş Cemaat, “İstanbul” albümünü, “distopik zamanlarda bir ütopya” olarak tanımlıyor”muş. Eğer böyleyse gerçekten distopyanın dibinde yaşadığımız şu günlerde yapılabilecek en iyi tanım.
Bugünün iyileştiren parçası fırından yeni çıkmış ekmek kadar taze, çilingir sofrasında rakının alınan ilk yudumu kadar keyif verici, ona eşlik eden mezeler kadar leziz.
"Suda Balık Oynuyor" ile hopluyor, zıplıyor, iyileşiyoruz. Karşınızda Shantel ve Cümbüş Cemaat!
“Cümbüş Cemaat ile birlikte yaptığımız işlerde onları dinleyecek ve birlikte çalışacak olmanın heyecanını perçinleyen tanıtım metinlerini de burada paylaşmak isterim. Onların müziğini tanımlamak için daha da başka söze gerek olmadığını düşünüyorum:
Cümbüş Cemaat'i özetleyebilecek en iyi örnek, bir arkadaşınızın ısrarıyla onun bir arkadaşının düğününe hazırlıksız gitmek olabilir. Üzerinizdekileri janjanlı şeylerle değiştirmeye fırsatınız olmamıştır. Düğün sahiplerini de tanıdığınız söylenemez. Ama işin iyi tarafı kimseye altın takmak zorunda değilsinizdir ve yemeklerle içkinin tadını da dilediğiniz gibi çıkarabilirsiniz. Tam ikinci kadehinize başlamışken sahne ışıkları yanar. Dönüp bir bakarsınız sahnede 8 pehlivan. Gözlerinize inanamayıp saymaya başlarsınız: pehlivan, pehlitwo, pehlithree…
Sazların çeşitliliği içinizi kıpırdandırıverir: Akordeon, keman, klarinet, davullar, darbukalar, gitarlar… Sonra pehlivanlardan sakallı ve ponponlu olanı “Elbet hepimiz öleceğiz, öyle ise şimdi bu ne gam, ne keder?” deyip bir şeyler anlatmaya başlar. Hemen ardından müzik gelir. Yanaşmaya başlarsınız kıyın kıyın; “Yunanca mı, Arapça mı bu?” diye düşünürken, huzursuz bacak sendromuna tutuluverirsiniz. Neden? Bedeniniz artık pek de sizin kontrolünüzde sayılmaz da ondan. Artık çalan müziğe bırakmıştır kendini. Siz hala “Ne diyor bu adam?” diye düşünmeye çalışabilirsiniz, aklınız sizin ve siz tutmak istediğiniz sürece başınızda.
Sonrası.. Sonrası iyilik güzellik. Artık gelini öpebilirsiniz. Geleni de öpebilirsiniz. Hatta bunun için hazırlanmış bir parça size eşlik ediyor olacak. Tek mesele baştaki çekingenlik. Ama size uzanmış eller sizi bekliyor, düğünün kimin olduğunun da önemi yok. Belki sizinkidir…”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder