21 Aralık 2015 Pazartesi

2015'te müzik hem öyle hem böyle...


Son yıllarda hızla değişen hayatımın yavaş yavaş eski düzenini almaya başladığı bir yıl geçirdim. Eskisi kadar dinamik takip edemedim elbette olan biteni ama yine de benim 2015 müzik günlüğümde /yıllığımda  şunlar yazıyor:

2009 yılında Haymatlos'taki müzik direktörlüğü işimden ayrılırken bıraktığım durum ile 2015 yılında menajer olarak döndüğüm ortamda gördüklerim oldukça farklıydı. İçki yasağı ve içkiye konan vergilerin, alkollü içeceklere uygulanan reklamsal ambargonun ve iyiden iyiye uygulamaya konulan sigara yasaklarının müzik piyasasını bitirmek için yapılmış bir ön çalışma olduğunu düşünmeden edemedim

Öte taraftan konsere giden eskiden gerçekten müzik dinlemeye giderdi. Şimdi ise ama sadece selfie çektirmek için giden sayısındaki artış dikkat çekiyor. Gerçekten can kulağıyla dinlemeye gelen eş, dost, hızım, akraba ve müzisyen arkadaşları tenzih ederek söylemeliyim ki konsere gelen / giden kitle(lerin) çoğunlukla hedefi müzik dinlemek değil boy göstermek, anı dondurup 'acil sosyal medyada paylaşımları'na dönüşmüştü. Bu konu hakkında daha uzun uzadıya ahkam kesmem mümkün...




Şubat ayından itibaren, hakkında objektif yorum yapmamın neredeyse imkânsız olduğu sevgili Kırkbinsinek ile birlikte çalışmaya başladım. Bilenler için bilmem kaçıncı baskı olacaksa da, grubumuzun albümü Sis, Pus Sus, Almanya'dan bağımsız bir label olan World in Sound etiketi ile CD, LP ve Golden LP olarak çıkmıştı. Bu çıkış ise Türkiye'deki dinleyicilerden çok Avrupa'daki dinleyici ve müzik eleştirmenlerinin dikkatini çekti. Önümüzdeki yıl Kırkbinsinek  için her şey çok daha hareketli olacak gibi görünüyor. Benden duymuş olun: 2. albüm kaydı için stüdyodalar. 








5 Mart günü Karga Bar'da Zulala albümünün lansmanı yapılan ancak türlü talihsizliklerle albümünün çıkması Aralık ayını bulan Yasin Bozkurt'un bazı şarkıları aklımızda kaldı... Lansman konseri ise gerçekten harikaydı. 2016 içinde onun da adını daha çok duyacağınıza eminim. Zira arkasındaki ekip de takdire şayan müzisyenlerden oluşuyor. 

  •   Nisan ayı içinde Gürcistan'ı bir daha ziyaret ettim. Tiflis Devlet      Konservatuarı'nın düzenlediği konferans yarışmasına katıldım.  Konservatuar öğrenci ve öğretmenleriyle daha yakın ilişkiler  kurdum,  geleneksel müziğin yanı sıra, çağdaş müziğe de  yönelimlerinin ağırlıklı olduğunu (daha önce fark etmemiştim)  gördüm. Aynı müziğe doğru emin adımlarla birlikte yürüdüğümüzü  öğrenmek bana en büyük ödül oldu. Daha Gücistan'a gitmek için çok bahane olacak. 




Mayıs ayında, Heybeliada'da yoğun soğuk hava altında yaptığımız Hıdrellez Şenliği'nde bir dolu güzel müzisyeni konuk ettik. Şenlikten benim aklımda kalan Taner Öngür, Ulaş Özdemir, Vassiliki Heybeli'den Sonra Burgaz, Cenk Taner ve Komik Günler performansları oldu. Yine şenlik içinde sevgili Serkan Kırmızı'nın çocuklarla yaptığı Davulumdan Masallar atölyesi çocuklar kadar büyükleri de eğlendirdi. 





Benim için birkaç yıldır adada yazın anlamı biraz caz ve biraz  da saz oldu. Taner Öngür'ün Burgazada'daki Cennet Bahçesi'nde yaptığı  -yaptığı derken ses sisteminden, müzisyen organizasyonuna kadar her  taşın altına elini koyduğu- Paradisos Sessions'lar bu sene de yine bağımsız müzisyenlerin toplaşma yeri oldu. Sahnede kimler yer almadı ki? Dinar Bandosu, Kırkbinsinek, Teneke Trampet, Doulasvegas Band, Klan, Flower Room, Briken Aliu Trio, Skysketch, Yarımada, Avam, Help! The Captain Threw Up, Ahmet Ali Arslan, Cenk Taner, Kırkbinsinek, Melek Tozu, Taner Öngür ve daha adını duyduğumuz duymadığımız bir dolu grup... 2015'te Byzantion Fest, Sonikraft ve Paradisos Yavaş Festivali de yine Taner Öngür'ün katkılarıyla Paradisos Sessions ile birlikte Cennet Bahçesi'nde yapıldı. Sadece birkaçına katılabildiğim konserlerde, daha önce farklı sistemde ve yüksek ses ile dinlediğim grupları bu soundda dinlemenin keyfini çıkardım. 



26- 27 Haziran tarihlerinde Beşiktaş Abbasağa Parkı'nda Kazım Koyuncu'yu seven,hatırlayan ve hatırlatmak isteyen müzisyen ve aktivistler olarak 'Kazım İsyandır' dedik. Pek çok farklı atölye ve konser gerçekleştirdik.  Kazım Koyuncu'yu ölümünün 10. yılında Dost Sahnesi'nde andık. "Yeryüzüne sofralar kurduk ve gökyüzüne şarkılar" söyledik. Bizim de içinde bulunduğumuz onlarca grup sahne aldıysa da performansların en farklısı, saat gece yarısını geçmişken, arka tarafta sahne toplanırken, tam yorgunluklar çıkıyorken "bir doz daha devam" diyerek çıkarıp gitarını, akustik şarkılar söyleyen Ahmet Arslan oldu.  


Bu yıl ilki kez hayata geçen Müzik Köyü, iyi niyetli 
müzikseverler tarafından yola çıkılmış bir proje. Beni davet eden sevgili Aytaç Gökdağ'ın başını çektiği Köy, birçok farklı müzisyenin bir arada olmasını sağladı. Sabahlara kadar süren geleneksel müzik tınıları, Köy'ün kimliğini ele verir nitelikteydi. Özellikle Teke Yöresi'ne özgü müzikal bilgi akışının yoğun olduğu Köy'de, üç telli bağlama, sipsi, zeybek geleneği gibi konular üzerine sunumlar yapıldı, enstrüman yapımcılarıyla, akademisyenlerle söyleşiler düzenlendi ve konserler verildi. Müzik ve müzik bilim perspektifi açısından farklı düşündüğüm Müzik Köyü projesi, akademik olarak tartışılması gereken bir olgu olmuştur. Körü körüne sahiplenildiği takdirde Türkiye etnomüzikolojisine katkısı olmayacağı kanaatindeyim. 

Müzik Köyü içinde tanıştığım Merih Aşkın (meğer komşu olmuş, tuz şeker de almışız), Adem Tosunoğlu (İAGSL'den kardeşimiz oluyormuş), Gilad Weiss , Melissa Yıldırım ve sonradan İstanbul'da Aytaç Gökdağ vesilesiyle tanıştığım Havva Kutlu aklımda yer eden iyi müzisyenler arasında oldular. Kendilerini mümkün olduğunca takipteyim.   




Bazı gruplarla yakın temas

Bu yıl birkaç kez Uninvited Jazz Band performansına tanıklık ettim.  Manouche ve swing konusunda çok iyiler. Değişken yapıları da bu müziğin taşınabilirliğini arttırıyor. Önümüzdeki süreçte özel davetlerin yanı sıra özellikli gig'lerin de aranan grubu olmaya devam edecek gibi görünüyorlar. 


Hazır yakın temas hattına girmişken size Nu Park'tan bahsetmeden edemeyeceğim. Nilüfer Ormanlı'nın  ve  Uran Apak'ın vokalleri şöyle dursun grupta herkes bilfiil sesini kullanıyor. Bu sesler, Oğuz Öner'in sampleları, Ozan Erkan'ın gitarı ve İlker Görgülü (<3)'nün kemanıyla birleşince de ortaya Nu Park çıkıyor. Grup, tını olarak geleceği takip ederken, geleneğe de yaslanmayı ihmal etmiyor (hayır, o anlamda değil!). Müzisyenler ise sahip oldukları müzikal deneyimleri tek bir potada öğütüyor gibiler. Geçen yıl Sofar'da verdikleri konser ile ilgi uyandırmışlardı. Ayrıca sahneleri de, kullandıkları kostümler ve dramatik öğelerle izlenmeye değer.
     Aynı derslikte, aynı perspektifle müzikoloji öğrenimi gördüğümüz canım arkadaşlarımın da içinde bulunduğu Yakaza Ensemble, çıkardıkları ilk albüm ile okumayı henüz bitirdiğim Amak-ı Hayali dile getirdiklerinde yaşadığım şok inanılmazdı. Birbirimizden habersiz  aynı yerde duruyorduk. İlk albümleri Amak-ı Hayal 2010 yılında,ikinci albümleri İçbükeydış ise 2012 yılında, Türkiye'den önce Japonya'da yayınlanmış (daha sonra A.K. Müzik tarafından Türkiye'de basıldı), bu da bu topraklarda yapılan müzikler açısından bir ilk olmuştu. Geçtiğimiz yılın Kasım ayında ise grup, Sendai, Kyoto ve Tokyo'yu içeren turne gerçekleştirdi, ve tarihe önemli birkaç not daha düşülmüş oldu. Afghani rebab, gitar, dombra, kudüm, ney, saksofon, saron, viyolonsel, yaylı  tambur, perdesiz bas ve elektroniklerle bezeli müzik kilometrelerce öteden yankılandı.  Shakuhachi (şakuaçi diye okunur), Türkiyeli bir müzisyenin nefesinde  Japonlara üflendi. 


    Bütün yıl boyunca Müzik Hayvanı'nı yakın takipteydim. Eray Düzgünsoy'un 49 albüme imza attığı Müzik Hayvanı'nın meşakkatli yolculuğundan haberleri yakında burada okuyabileceksiniz. Ama bu yıl özellikle Müzik Hayvanı etiketi ile basılan In Hoodies, Klan, Ahmet Ali Arslan'ın öne çıkan isimler olduğunu bu yazının içine not düşmem şart.

    Bu yıl yeni keşifler yapmamı sağlayan etmenlerden biri de bir dergi için hazırladığım 3 hatta 4 aylık ajanda sayfaları oldu. Tam da böyle bir halde, Unknown Mortal Orchestra ve şarkıları Multi-Love ile tanıştım pek sevdim. Çoluk çocuk sahibi bir insan olarak her zaman konsere gitmek mümkün olmadığından bu yıl kaçırdığım konserleri yazsam... Yazmıyorum! Ama konser bakımından zengin bir yıl geçirdiğimiz kesin. Zira büyücü Bobby Mcferrin ve Hiromi konserleri değil bu yıl, ömrüm boyunca unutmayacağım deneyimlerdi. 
    Her şey bir yana bu yıl müzikle ilgili en güzel gelişme bağımsız müzisyenler cephesinde gerçekleşti. Karga Bar ve Karga Dergi'den bildiğimiz Tayfun Polat ile Peyk grubunun solisti İrfan Alış'ın davetiyle geçtiğimiz günlerde bazı müzisyen arkadaşlar, prodüktörler ve müzik yazarları bir araya geldi. İlk toplantı oldukça verimli geçti. Sonrakilerde de bu hızla gidilirse çözümler çok da uzakta sayılmaz. Umarım bu sefer acil ve hayati çözümlere dönük işler teoride kalmaz ve pratiğe geçer. 
    Ve ışık olanlar...

    • 2015 yılında hayatımda hiç kaybetmediğim kadar çok insan kaybettim. Yakın çevrem, uzak çevrem ve biraz daha uzak çevrem... Katliamlarla geçen yıl içinde beni derinden ve en çok sarsan şahane bir müzik insanı da olan Nuh Köklü'nün kaybı oldu. Daha birlikte Çalıntı'yı çıkaracaktık... Halen hakkında yazarken içim çekiliyor, duruyorum. Çok özledik!


    • Nuh'un katlini Metro grubu zamanında birlikte aynı yerlerde kaldığımız, az sohbet ettiğimiz sevgili Değer Deniz'in katli izledi... Değer'in gidişi, gidiş biçimi hepimizi derinden etkiledi. Söz bitti! 

    • Şişli Belediyesi'nde  birlikte çalışma ihtimalimiz üzerinden Özgül Sağdıç tarafından tanıştırıldığım ve 26 Ekim günü aniden yaşamını yitiren operacı Arda Aydoğan'ın kaybı yıkıcı oldu. Proje üretmekten hiç vazgeçmeyen ve her zaman yeni olanın peşinden giden Aydoğan, Cemal Reşit Rey Konser Salonu'nda uzun yıllar Genel Sanat Yönetmeni olarak görev yapmış, ölümünden iki ay önce ise Bakırköy Leyla Gencer Opera ve Sanat Merkezi'nin başına getirilmişti.  
    • En son kaybımızı ise Heybeliada'dan verdik. Nikiforos Metaxas yakalandığı kanser hastalığına yenik düştü ve adada gözlerini hayata yumdu. 1988 yılında Grup Gündoğarken ile birlikte çalışan Metaxas, adadaki Eski Rum İlkokulu'nu bir müzik merkezine dönüştürmek için oldukça büyük uğraşlar vermişti. Onun anısını yaşatmak için belki de -söz konusu yer olmasa bile- onun hayalindeki gibi bir müzik merkezi açılması yerinde olacaktır. 




    Son not: Keşke yazsaydım diyeceğim kesin bir şeyler çıkacaktır. 

    Ama şimdilik bu kadar. Geriye kalan çalmalar ve söyleşiler bende...





    Müzik dışı 

    Nihal Yalçın'ın oynadığı Antabus isimli oyun bir tokat gibi indi yüzüme. İkinci kez izlediğimde ayı etkiyi yapacağını düşünmezdim. Öyle bir his bıraktı ki içimde, sanki sevdiğim, bildiğim ve karakterin yaşadıklarına benzer hadiseler yaşamış ve hatta yaşatmış olan (en çok da yaşatmışların) herkesle paylaşmak istedim oyunu. Nihal'in bir buçuk saat nefes almadan bildiğimi sandığım performansının çok daha üstündeki oyunculuğu, daha da büyük potansiyelinin var olduğunu gösteriyor. Bir de oyunun sonunda fuayede kalanları bir selamlaması var ki... Neyse sustum. Ama şu kadarını söylemeliyim ki, eğer tek kişilik bir oyunda görünmez olan karakterlerin varlığını sıcaklıklarına kadar hissediyorsanız, o oyuncu hakkında konuşmaya gerek kalmıyor. Bu arada oyunun dekoru ve sahne yerleşimi de dikkat çeken özelliklerinden. 

    Hiç yorum yok:

    Savruk Yazılar 003 (13 Temmuz Datça- Mesudiye Yangını)

    Kask, power bank, su, kumanya, sağlık çantası, kafa feneri…   Yanmaz eldiven, yanmaz gözlük, yanmaz pantolon, yanmaz ayakkabı… Hop orada dur...