2 Ekim 2017 Pazartesi

Datça’da hayata müzikle değmeğe çalışmak


Kültür ve sanat üretiminin temellerini atmak için her zaman sıfırdan başlamak gerekiyor. Aile içinde sanatla iç içe olan çocuklar genel olarak vizyonları çok daha açık büyüyorlar. Okullar ise (her ne kadar Pink Floyd’un o meşhur şarkısında dediği gibi mutlak suretle duvarları kırılması gereken yeni sosyal ‘hapisaneler’imiz gibi olsa da…) sanat hareketinin başlaması için ikinci bir yer olarak karşımıza çıkıyor. Böylelikle yeni özgürlük alanlarını da ister istemez oluşturmuş oluyoruz.

Hele ki müzik ile…
 
Kendini ifade etmenin en pür hali değil midir müzik? Bu yüzden pek çoğumuz bize temas eden ve yer yer dokunan müzikle iç içe değil miyiz? En azından çoğumuz bunun anlamını iyi biliyoruz. Yani bir icracı tarafından seslendirilen herhangi bir şarkı, gelip de hayatımızın bir noktasında durmuyor mu? Çoğumuzun da “Ah şu şarkı çalsa keşke de hüzünlensek” ya da “Neşemizi bulsak” dediği zamanlar olmuyor mu?

***
Birkaç yıl önce Keşan’a bağlı Enez’de çocuklarla bir atölye çalışması gerçekleştirmiştik. Eşim İlker Görgülü, sevgili arkadaşlarım, dansçı ve oyuncu Sevi Algan, oyuncu Erol Babaoğlu ve yine oyuncu Hakan Polacanlı ile birlikte bir haftalık bir çalışmanın sonunda iki farklı oyunu çocukların sahnelemesi için yoğunlaştırılmış bir çalma yaptık. Müzik ise bu işin lokomotiflerinden biriydi. Hayvan Hakları Federasyonu (HAYTAP)’ndan sevgili arkadaşımız Ege Sakin önderliğinde çocuklara değebilmiş, hayatlarında farklı bir noktaya sanat ile dokunabilmiştik. Eminim ki şimdi o çocuklar, onlara öğrettiğimiz biçimiyle doğaya çok daha saygılı ve sanata çok daha yakınlar. Bir haftalık çalışma sonunda üzerime düşen görevi layıkıyla yerine getirdiğimi, o çocukların son gün yaptıkları gösteride bir kez daha anladım. Hiçbir şey olmasa da sahne tozu yutmuş, dinlemenin ve yerinde hareket etmenin anlamını bir parça da olsa kavramışlardı.


***
Gelelim Datça’ya… Her ne kadar temelleri yıllar önce atılmış olsa da henüz Datça’ya fiilen taşınalı çok uzun bir zaman olmadı. Bu küçük zaman zarfında önemli bir kesimin müzikle, sanatla bu kadar ilgili olduğunu görmek ise mutluluk vericiydi. Yaşadığımız yer doğası bir yana, insanı açısından da oldukça özel bir yer. Burada sanata yakın olmamak zaten neredeyse imkânsız. Bire bir yaşadığım bu yakınlığın ilk göstergelerinden biri ise sevgili Can Akşahin ve onun projesi ile oldu. Datça Kaymakamı Vehbi Bakır’ın önayak olduğu ve Kazım Yılmaz İlkokulu Müdürü Muzaffer Çakmak’ın önderliğinde yürüttüğümüz müzik kurslarında öğretmen olmak ise en büyük mutluluklardan…

***

Birkaç hafta boyunca Kazım Yılmaz İlkokulu’nda sınıf sınıf dolaşarak çocuklara ‘anladığımız’ biçimiyle müziği anlattık. Projede yer alan Buket Öztaş, İlker Görgülü, Zeynep Demirkan, Yeşim Tezgören, Inna Yakutava, Müslüm Çimen, Cemal Aram, Aali Yeşilova, Oğuz Tuncay, Ahmet Akdağ ve Mustafa Erol ve ben kendi branşlarımız dahilinde hemen her sınıfta müziği ve müziğin ifade gücünü hem teorik hem de pratik olarak göstermeye çalıştık. Açıkçası çocuklarla çok da eğlendik. Şimdi bu proje bir adım daha öteye taşındı, okul bünyesinde arzu eden çocuklarla ses, flüt korosu ve küçük bir orkestra çalışmasına başladık.

***

Kendi payıma düşen ‘ses korosu’ çalışması oldu. 3. ve 4. sınıflarla haftanın 3 günü çalışma yürütüyorum ve çocuklara yeni şarkılar öğretiyorum. Çocukların coşkusu ise neredeyse hemen her seferinde gözümün yaşarmasına neden oluyor. “Size bugün yeni şarkılar öğreteceğim” dediğimdeki heyecanları ise tarifsiz. Teneffüslerde yanıma gelip öğrettiğim şarkıları hep bir ağızdan söylüyorlar. Onların bu coşkusu, sevinci ve motivasyonu hayattan bezmiş bir insanı bile hayata yeniden bağlayabilir. Bu sayede kurumuş bir ağaç bile yeşerir. Alanım olan ‘müzikoloji’ gereği ise onlara naçizane ve ister istemez biraz terminoloji de öğretiyorum. ‘Kakafoni’ kelimesini ilk duyduklarındaki kahkahalarını duymanızı isterdim. Onlara müziğin, hayatın bir parçası olduğunu öğretmek o kadar büyük mutluluk ki. Bu projelerin sürekliliğini sağlamak tam da bu nedenle hepimizin görevi diye düşünüyorum.

***

Son olarak uzun zaman önce unuttuğumuz çocuk şarkılarının naifliğini yeniden fark etmek ve onlarla yeniden bunu yaşamak ve onlara yaşatmak gerekliliğini ekleyeyim. 

***
‘Eşitlik’, ‘özgürlük’, ‘kardeşlik’, ‘doğa’, ‘barış’, ‘doğayla barış’ ve insan olmaya dair elimizden, dilimizden, sesimizden dökülen, dökülebilen ne kadar  kavram varsa onlara müzik yoluyla öğretmek yeni neslin/ nesillerin karakterini belirlemekte oldukça önemli.

Sözleri Tahsin Saraç’a müziği ise Yalçın Tura’ya ait ‘Çocuklar Kardeş Oldumu’ isimli şarkı hissettiğim ve hissettirdiklerimi gayet güzel anlatıyor:

“Daha bir ballanır uyku
Çocuklar kardeş oldumu.
Barışır artık kurt, kuzu
Çocuklar kardeş oldumu.

Düşler denizine doğru
Mutluluk, bir yelken açar.
Her yürek bir altın pınar,
Çocuklar kardeş oldu mu.

Daha bir ışıldar akarsu
Çocuklar kardeş oldumu.
Kucaklaşır batıyla doğu,

Çocuklar kardeş oldumu.” 


(Datça Life, Haziran 2017)

Hiç yorum yok:

Savruk Yazılar 003 (13 Temmuz Datça- Mesudiye Yangını)

Kask, power bank, su, kumanya, sağlık çantası, kafa feneri…   Yanmaz eldiven, yanmaz gözlük, yanmaz pantolon, yanmaz ayakkabı… Hop orada dur...