Kültür ve sanat üretiminin temellerini atmak için her zaman
sıfırdan başlamak gerekiyor. Aile içinde sanatla iç içe olan çocuklar genel
olarak vizyonları çok daha açık büyüyorlar. Okullar ise (her ne kadar Pink
Floyd’un o meşhur şarkısında dediği gibi mutlak suretle duvarları kırılması
gereken yeni sosyal ‘hapisaneler’imiz gibi olsa da…) sanat hareketinin
başlaması için ikinci bir yer olarak karşımıza çıkıyor. Böylelikle yeni
özgürlük alanlarını da ister istemez oluşturmuş oluyoruz.
Hele ki müzik ile…
Kendini ifade etmenin en pür hali değil midir müzik? Bu yüzden
pek çoğumuz bize temas eden ve yer yer dokunan müzikle iç içe değil miyiz? En
azından çoğumuz bunun anlamını iyi biliyoruz. Yani bir icracı tarafından
seslendirilen herhangi bir şarkı, gelip de hayatımızın bir noktasında durmuyor
mu? Çoğumuzun da “Ah şu şarkı çalsa keşke de hüzünlensek” ya da “Neşemizi
bulsak” dediği zamanlar olmuyor mu?
***
Birkaç yıl önce Keşan’a bağlı Enez’de çocuklarla bir atölye
çalışması gerçekleştirmiştik. Eşim İlker Görgülü, sevgili arkadaşlarım, dansçı
ve oyuncu Sevi Algan, oyuncu Erol Babaoğlu ve yine oyuncu Hakan Polacanlı ile
birlikte bir haftalık bir çalışmanın sonunda iki farklı oyunu çocukların
sahnelemesi için yoğunlaştırılmış bir çalma yaptık. Müzik ise bu işin
lokomotiflerinden biriydi. Hayvan Hakları Federasyonu (HAYTAP)’ndan sevgili
arkadaşımız Ege Sakin önderliğinde çocuklara değebilmiş, hayatlarında farklı
bir noktaya sanat ile dokunabilmiştik. Eminim ki şimdi o çocuklar, onlara
öğrettiğimiz biçimiyle doğaya çok daha saygılı ve sanata çok daha yakınlar. Bir
haftalık çalışma sonunda üzerime düşen görevi layıkıyla yerine getirdiğimi, o
çocukların son gün yaptıkları gösteride bir kez daha anladım. Hiçbir şey olmasa
da sahne tozu yutmuş, dinlemenin ve yerinde hareket etmenin anlamını bir parça
da olsa kavramışlardı.
***
Gelelim Datça’ya… Her ne kadar temelleri yıllar önce atılmış olsa
da henüz Datça’ya fiilen taşınalı çok uzun bir zaman olmadı. Bu küçük zaman
zarfında önemli bir kesimin müzikle, sanatla bu kadar ilgili olduğunu görmek
ise mutluluk vericiydi. Yaşadığımız yer doğası bir yana, insanı açısından da
oldukça özel bir yer. Burada sanata yakın olmamak zaten neredeyse imkânsız.
Bire bir yaşadığım bu yakınlığın ilk göstergelerinden biri ise sevgili Can
Akşahin ve onun projesi ile oldu. Datça Kaymakamı Vehbi Bakır’ın önayak olduğu
ve Kazım Yılmaz İlkokulu Müdürü Muzaffer Çakmak’ın önderliğinde yürüttüğümüz
müzik kurslarında öğretmen olmak ise en büyük mutluluklardan…
***
Birkaç hafta boyunca Kazım Yılmaz İlkokulu’nda sınıf sınıf
dolaşarak çocuklara ‘anladığımız’ biçimiyle müziği anlattık. Projede yer alan
Buket Öztaş, İlker Görgülü, Zeynep Demirkan, Yeşim Tezgören, Inna Yakutava,
Müslüm Çimen, Cemal Aram, Aali Yeşilova, Oğuz Tuncay, Ahmet Akdağ ve Mustafa
Erol ve ben kendi branşlarımız dahilinde hemen her sınıfta müziği ve müziğin
ifade gücünü hem teorik hem de pratik olarak göstermeye çalıştık. Açıkçası
çocuklarla çok da eğlendik. Şimdi bu proje bir adım daha öteye taşındı, okul
bünyesinde arzu eden çocuklarla ses, flüt korosu ve küçük bir orkestra
çalışmasına başladık.
***
Kendi payıma düşen ‘ses korosu’ çalışması oldu. 3. ve 4.
sınıflarla haftanın 3 günü çalışma yürütüyorum ve çocuklara yeni şarkılar
öğretiyorum. Çocukların coşkusu ise neredeyse hemen her seferinde gözümün
yaşarmasına neden oluyor. “Size bugün yeni şarkılar öğreteceğim” dediğimdeki
heyecanları ise tarifsiz. Teneffüslerde yanıma gelip öğrettiğim şarkıları hep
bir ağızdan söylüyorlar. Onların bu coşkusu, sevinci ve motivasyonu hayattan
bezmiş bir insanı bile hayata yeniden bağlayabilir. Bu sayede kurumuş bir ağaç
bile yeşerir. Alanım olan ‘müzikoloji’ gereği ise onlara naçizane ve ister
istemez biraz terminoloji de öğretiyorum. ‘Kakafoni’ kelimesini ilk
duyduklarındaki kahkahalarını duymanızı isterdim. Onlara müziğin, hayatın bir
parçası olduğunu öğretmek o kadar büyük mutluluk ki. Bu projelerin
sürekliliğini sağlamak tam da bu nedenle hepimizin görevi diye düşünüyorum.
***
Son olarak uzun zaman önce unuttuğumuz çocuk şarkılarının
naifliğini yeniden fark etmek ve onlarla yeniden bunu yaşamak ve onlara
yaşatmak gerekliliğini ekleyeyim.
***
‘Eşitlik’, ‘özgürlük’, ‘kardeşlik’, ‘doğa’, ‘barış’, ‘doğayla
barış’ ve insan olmaya dair elimizden, dilimizden, sesimizden dökülen,
dökülebilen ne kadar kavram varsa onlara
müzik yoluyla öğretmek yeni neslin/ nesillerin karakterini belirlemekte oldukça
önemli.
Sözleri Tahsin Saraç’a müziği ise Yalçın Tura’ya ait ‘Çocuklar
Kardeş Oldumu’ isimli şarkı hissettiğim ve hissettirdiklerimi gayet güzel
anlatıyor:
“Daha bir ballanır uyku
Çocuklar kardeş oldumu.
Barışır artık kurt, kuzu
Çocuklar kardeş oldumu.
Düşler denizine doğru
Mutluluk, bir yelken açar.
Her yürek bir altın pınar,
Çocuklar kardeş oldu mu.
Daha bir ışıldar akarsu
Çocuklar kardeş oldumu.
Kucaklaşır batıyla
doğu,
Çocuklar kardeş oldumu.”
(Datça Life, Haziran 2017)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder