Bazen hayat hiç aklınızda yokken bir şeyleri önünüze koyar. Hem de tahmin ettiğinizden çok daha fazla kereler. Barda bir arkadaşınızla otururken yan masada tanıdık biri vardır ve arkadaşınız sizden izin isteyip ona sorması gereken bazı detayları sormak üzere yanına gider. Siz detaylarla ilgilenmez, sorgulamaz, nazikçe izin isteyen arkadaşınıza izin verir, manzaraya dalar ya da başkalarıyla muhabbete devam edersiniz. Aslında arkadaşınız konunun üst başlığını vermiştir. Yine de sizi ilgilendirmediğini düşünür, belki omuz silker ve kendinizi akışa bırakırsınız.
Yoga yapmaya başlayalı henüz birkaç ay olmuştur. Yoga öğretmeniniz yapmakta olduğu diğer spora yoganın katkılarını anlatmaktadır. Siz o sporu yapmadığınız için pek umursamaz, aşağı bakan köpekte rahatlamaya devam etme çalışır, sık sık giren kramplarınızdan biri o anda gelip sizi vurmasın diye kaçak dövüşmeye devam edersiniz.
Yetmez, bir etkinlik açılır. Çocuğunuzun o etkinlikte çok eğleneceğini düşündüğünüz için onu alır organizasyona dahil olursunuz. Hiç aklınızda yokken kendinizi dağ başında bulursunuz.Çünkü etkinlik bunu gerektirir. Hatta kendinizi kayaya yapışmış, kollarınız ve bacaklarınız titrer hale gelirsiniz. Bir hafta, iki hafta, üç hafta…
Benim tırmanış hikayem böyle başladı. Farklı zamanlarda, farklı insanlarla, farklı kereler, farklı ortamlarda karşıma çıktı durdu. En sonunda Datça Dağcılık ve Doğa Sporları Klubü, Veli-Der Datça Şubesi ile ortak yapılan etkinliğin ardından büyüklerin de tırmanış yapabileceği bir etkinlik organize edilir.
Artık dayanamadım!
Zaten haftalardır tırmanan oğlumun ne hissettiğini de merak etmiyor değildim. Birkaç hafta antrenörlerimizin yanında takılmış, teorik bilgiden de fark etmeksizin edinmiştim. Sonunda tırmandım. Bilmediğim bir dolu kasımın olduğunun yanı sıra bu işin aslında hayattaki yolculuklarımla da aynı olduğunu fark ettim. Kayada tırmanırken vazgeçmenin aslında çok da kötü bir şey olmadığını. Her şeyin bir zamanı olduğunu, vazgeçtiğin anda önünde yeni açılan alanlar olduğunu ya da aslında çözümlerin hep önünde olduğunu ama fark etmek için belki biraz uzaklaşıp veya etrafını güzelce kolaçan etmenin yerli yerinde olabildiğini fark ediyorum. Çözüm gözümün önünde, elimin yanında ya da ayağımın altında beni bekliyor. Bu da mükemmel değil de ne?
İlk tırmanışım 12 ya da 15 metrelik kısa bir rotaydı. İndiğimde ise şimdi artık onun 8’li bağlama olduğunu bildiğim ipi çözemeyecek kadar titriyor, adım atmakta güçlük çekiyordum. Eh ne de olsa ayaklarım yerden kesilmiş, hiç terlemediğim kadar çok terlemiş, hayatımda pek az hissettiğim kadar yoğun adrenalin hissetmiştim. İkinci kez tırmandığım rota daha mı kolaydı, vücudum oldukça hızlı bir şekilde konuya adapte mi olmuştu bilmiyorum ama eksprese vardığımda, antrenörlerimizin de hatırlatmasıyla etrafıma şöyle bir bakmayı ihmal etmedim. Kayanın diğer tarafından Emecik Dağı, rüzgar santralleri hatta deniz görünüyordu. Gün böylece bittiyse de benim hayallerim yeni başlıyordu.
Başta yazdığım gibi kaya tırmanışı konusunun pek çok kez önüme çıkışını da işte o günün akşamında fark ettim. Derken, Datça’da kaya tırmanışı yapan ne kadar tanıdığım varsa hepsinin başının etini yemeğe başladım. Çocukları tırmandırmaya devam ederken ben de fırsatları değerlendirdim. 15 metre, 20 metre, 35 metre 5a, 5b, 5c, 6a, 6b… Bu iş botlarla olmayacaktı, olmazdı. Hemen ayakkabılarımı sipariş ettim. (Ah benim akılsız kafam ah benim söz dinlemeyen tarafım… O kadar söylemişlerdi, ama dinlemedim. Ayak numaram 36’ydı ve ben önce 36 numara tırmanış ayakkabısı sipariş edip ayağım içine sığmayınca geri gönderip 37 numara aldım. Şimdi ayakkabı açılmaya başladı bile… siz siz olun tırmanışa başlarken kendi ayak numaranızdan büyük ayakkabı almayın). Yapmaya devam edebilecek miyim edemeyecek miyim kaygılarım üçüncü tırmanıştan sonra kendi kendine yok oldu. Artık akıştayım!
Evime 15 dakikalık mesafede 300’den fazla rota vardı ve yapabileceğim en iyi sporlardan biri olduğuna karar verdim. Eh neden böyle düşünmeyeyim ki ne de olsa bütün kaslarım çalışıyor. Üstelik bir de bedenimdeki değişim ruhuma hissedebildiğim ve hissettirdiğim kadar yansıyor. Kilitlerde ise beynimin nasıl çalıştığı malum! Olması şuradan, yok yok buradan… “Abi nereden yaaa?”
Zaman zaman kendime yaptığım haksızlıklar rotalarda üstüme üstüme geliyor, her kilit çözüşümde sanki hayatımdaki bir problemi de çözüyor hissi ruhumu kaplıyor/kapsıyor. Bir keresinde çözümün artık olmadığına inanıp aşağı inmek üzereyken aşağıdakilere “Tam bitti derken yeniden alevlenen aşk gibi…” diye bağırıp elimi attığım yerde çözümü bulup eksprese varmıştım. Aşağıdan gelen kahkahayı tahmin edersiniz. Yukarıda da ben gülmekten düşüyordum. Şaka şaka düşmem ben emniyetim/emniyetçim sağlam. Hayatımda ilk kez gördüğüm insanlara canımı emanet ettiğimde ister istemez yakınım oluverdiler. Dostluklar da böyle kurulmuyor mu? İyi ki varlar. Onalara kendimi emanet etmekten ve onların emniyetini almak duyduğum mutluluk ise tarifsiz.
Arkanızda sizi destekleyen birileri varsa sırtınız yere gelmez. Benim arkadaşlarım da öyleler. Bana bildiklerini öğretmek için ellerinden geleni yapıyorlar. Anlattıkları teknik meselelerin çok büyük önemi var. Dahası yaşadıkları deneyimleri aktarmaları hele ki alınlarındaki ter soğumadan o kadar değerli ki. Üstelik canlarımız da birbirimize emanet. Tamam artık grigriler (otomatik emniyet sistemi) var belki ama dağın başında olmak pek de kolay değil. Bir de tırmanışın ortasındayken ister istemez aşağıda emniyetinizi almakta olan arkadaşınızı da düşünüyor, bir an önce yapmanız gereken hamleleri yapıp onu darda bırakmamaya çalışıyorsunuz. Kendim emniyet almaya başladığımdaysa bu kaygının yersiz olduğunu gördüm. Emniyet almak bi harika dostum!
İlk 5c ve ardından gelen 6a’ya tırmanışımdan sonra kaygılarım azaldı. tırmandığım rotalarda antrenman yapmak daha da hoşuma gitmeye başladı.
Artık bazı rotalarda daha az bağırıyorum ve bu da çevrem açısından iyi bir şey.
Gelsin şimdi lider tırmanışlar…
Devam edecek…
Fotoğraflar: Necati Türker
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder