27 Nisan 2020 Pazartesi

Müzikle iyileşiyoruz no. 40


Biraz daha kişiselleştirelim konuyu bugün. Birlikte yaşamadığımız kişilerden azıcık uzak kaldığımız tuhaf günler yaşıyoruz. Son zamanlarda birbirimize de sarılamıyoruz. Şöyle ıslak bir öpücük konduramıyoruz birbirimizin yanağına... Hatta bazılarımızın sevişme biçimleri bile değilmiş olabilir. Hem nedir ki sevişmek? Biçimi değişse ne olur severek sevişmedikten sonra. Aramıza mesafeler girdi. Mesafeler ve bazı bazı tecritler. Birbirimizi birbirimizden hatta zaman zaman kendimizden bile tecrit eder olduk. Herkes hummalı bir üretim sürecine girdi. Eski defterler, hiç bakılmayacağını bile bile çektiğimiz binlerce fotoğraf karesine yaptığımız muamele gibi muamele görüyor ve bir bir açılıyor. Hepimiz yarım bıraktığımız bir dolu işi önümüze yeniden almış, onlarla ne yapacağımızı düşünüyoruz (ya da en azından ben böyle yapıyorum). Yeni sandığım şeyler bile eskiden geliyor aslında. 

Hepsi de aslında bana ait duygular belli ki. 

Yıllarca emek verip ördüklerimin bir yerden sökülmeye başlayıp devamının gelmesini oturduğum yerden sadece izleyebiliyorum. Karantina döneminde yalnız kaldıkça çoğaldım, çoğaldıkça içime döndüm, içime döndükçe dışarı taştım, hatta o taşkında boğulacak gibi bile oldum ama bir el hep uzanıp çekti ve aklımı meşgul edecek bir dolu hadiseyle, oyunla, kartla geldi bana. Bu olurken bile akıntıya kapılan bir dolu hissi sel aldı götürdü. 

Bugün yeniden blog'lamaya başlayalı tam 40 gün olmuş. 40 koca gün. 3.456.000 saniye ve belki daha fazla an!  Durup boşluğa bakmalı, toprakla oynamalı, ağlamalı, gülmeli, sevmeli, nefret etmeli, özlemeli, beklemeli, yemeli, içmeli (daha çok içmeli), okumalı yazmalı (daha çok yazmalı) 40 gün. Hangi duyguda olursam olayım, o duyguya ait mutlaka müzikler oldu eşlik eden. Bir kısmı benim içimden çıkan, bir kısmı içime dokunan, bir kısmı kulağımdan teğet geçen, bir kısmı dik açı yapan, bir kısmı asal çarpanlarıma ayıran, bir kısmı küme oluşturan, bir kısmı payımı paydasından ayıran, bir kısmı venn şeması, bir kısmı düzenli düzensiz grafikler çizen, bir kısmı saatte 70 km hızla giden ve öteki yönden gelen arabayla karşılaşma hesabını yapmaya çalışırken, diğeri parasının 3/4 ile elma alıp onu armutlarla karıştıran özetle gayet hesaplı, hesaplamalı ve matematiksel. Hatta bol matrix'li... 

Böyle olmasını istediğim çünkü coşumsal bütün duygularımın "havada kalacağını" bildiğim için müzikleri de o kadar dokundurdum kendime. Keşke aynı şeyi bana dokunan insanlar için de yapabilseydim. Ağaca, böceğe, hayvana neden sarılındığını daha iyi anladım. Yıllardır aslında yaşadığım özgüvensizlik sanarken güvensizlikmiş ya... Ah be!

Neyse bu kadar ayılma sayıklaması şimdilik yetsin ve gelelim iyileşme çabalarımıza (valla giderek hasta mı oluyoruz yoksa iyileşiyor muyuz benim de aklım karıştı) buna da müzikle katkıda bulunmaya. Burada burnumuzun dibinde bir grup var. Hem de tam 40 yıldır. O grup her çarpanlarıma ayrıldığımda, her asal sayı olduğumda, tek başıma köşeli parantez içine alındığımda, hatta zaman zaman tam da yukarıda bahsettiğim bir dolu hissimle coştuğumda şarkılarıyla hep imdadıma yetişti. Hayatımdaki en önemli kişilerle "Bu bizim şarkımız olsun mu?" dediğim şarkıların neredeyse tamamı bu gruba aittir. Hatta annemle bile olan...

Grup bu yıl 40. yılları şerefine 20 farklı müzisyenin (Bora Duran, Can Bonomo, Can Kazaz, Canozan, Cihan Mürtezaoğlu, Dilhan Şeşen, Dolu Kadehi Ters Tut, Eda Baba, Fikri Karayel, Gripin, Harun Tekin, Karsu, Melek Mosso, Melike Şahin, Nilipek., Ömer Yener, Pinhani, Rubato, Sedef Sebüktekin ve Zeynep Bastık) grubun parçalarını seslendirdiği bir albüm yayınlıyorlar. Gerek var mıydı bilinmez, öyle uygun görülmüşse bize laf düşmez. 17 Nisan'da Dolu Kadehi Ters Tut tarafından ilk şarkı "Duvar" yayınlandı bile.  

Elbette ki o grup Nefis rüyalarımız için çıplak heykeller yapmamızı, yedi kat yerin altından örgütlenip sevdiğimizin saçının arasına takılmamızı, yanlış bir Leyla olduğumuzu, gelene geçene çok sormamızı, yokuşları bir inip bir çıkmamızı, yağmur sonrası toprağın somun gibi kabardığını hatırlamamızı, bu şehrin hep arkamızdan geleceğini, birilerini yalnız komamak için  bu hayattan vazgeçemeyeceğimizi, suyun, düşmanın bile uyuyup hicranın uyumayacağını fısıldayan, çok arayıp dengimizi alemde sonunda kaybolmayı, bir naylonun kovanın içinde istavrit gibi gezmeyi,  ve daha pek çok şeyi seçtikleri şiirlerle ve yazdıkları sözlerle bize anlatan Ezginin Günlüğü. Müzikal dilleri, değişen yapıları, içlerine aldıkları müzisyenleri saymıyorum bile. Emin İgüs'ün ipeksi sesi peki... Nadir Götürk'ün enfes besteleri... Ya Sumru Ağıryürüyen'in seslendirdiği şarkılar. Eskiye gittiniz değil mi? Hakan Yılmaz desem... Peki Hüseyin Arkan'ın söyledikleri...

Bu gece sanırım grubun son birkaç yıl önce çıkardıkları albümler hariç hemen hepsini dinledik. Ne kadar da çok şarkısı ezberimdeymiş. Hayatımı gözümün önünden geçirecek kadar. Her bir şarkıda başka bir yere taşınabilecek kadar. Teşekkürler Ezginin Günlüğü!

Umut belki de yeniden yorumlarda, cover'lardadır, kim bilir?
Belki de umut şarkı söylemektedir.
O zaman şarkı söyleyebilmenin güzelliğiyle... 

Seni Düşünmek 

Seni düşünmek güzel şey, ümitli şey, 
Dünyanın en güzel sesinden 
En güzel şarkıyı dinlemek gibi bir şey... 
Fakat artık ümit yetmiyor bana, 
Ben artık şarkı dinlemek değil, 
Şarkı söylemek istiyorum.

1 yorum:

Unknown dedi ki...

Kitap kapakları gibi albüm kapakları olan grup.Başka müzisyenler de söylesinler elbet onların şarkılarını ama en güzeli bir konserde buluşup dinleyicileriyle canlı kayıt yapmak bence. R.E.

Savruk Yazılar 003 (13 Temmuz Datça- Mesudiye Yangını)

Kask, power bank, su, kumanya, sağlık çantası, kafa feneri…   Yanmaz eldiven, yanmaz gözlük, yanmaz pantolon, yanmaz ayakkabı… Hop orada dur...